![]() |
|
![]() |
![]() |
![]() |
|
Kozmopolit Paradoks: Eşitsizliklerle Dolu Bir Dünyada 'Dünya Vatandaşı' Olmak.
Sınıflarda, ebedi barış, koşulsuz dayanışma ve hepimizi birleştirdiği iddia edilen evrensel insan bağları gibi asil fikirlerle beslenen küresel vatandaşlar olmak üzere eğitiliyoruz. Sınıfta, asil fikirlerle beslenen küresel vatandaşlar olmak üzere eğitiliyoruz: Ebedi barış, koşulsuz dayanışma ve hepimizi birleştirdiği iddia edilen evrensel insan bağları gibi. Ancak gerçek dünya bizi acı bir paradoksla karşı karşıya bırakıyor: televizyon ekranlarındaki silahlı çatışmaların vahşeti, korkunun dayattığı göç politikaları ve dijital medya aracılığıyla yayılan etnik ve dini nefret söylemleri.Modern çağın paradoksu budur: UNESCO, açık fikirli genç bir nesil yetiştirmek için Küresel Vatandaşlık Eğitimini (GCED) aktif bir şekilde teşvik ederken, gerçeklik ile teori arasındaki uçurum, iki farklı zihniyette yaşamaya zorlandığımız bir durum yarattı: Biri insanlık arasında birliğin olduğu, diğeri ise bize her gün bölünmeyi, önyargıyı ve çatışmayı hatırlatan bir zihniyet. Dolayısıyla, eğitimde kozmopolitanizm sadece bir teori meselesi değil, aynı zamanda insanlığın asil idealleri bölünmüş bir dünyanın gerçekliğiyle birleştirmesi için gerçek bir sınavdır. Kozmopolitanizm, yalnızca hoşgörü üzerine bir söylem değil, aynı zamanda milliyeti, dini inancı, etnik kimliği veya sosyal statüsü ne olursa olsun her bireyin doğuştan gelen bir onura sahip olduğuna ve evrensel bir insan bağının parçası olduğuna inanan bir vizyondur. Bu vizyon, bir kişinin haklarının ve refahının artık doğum yeriyle sınırlı olmadığı, aynı gezegenin sakinleri olarak dayanışma duygusuyla güvence altına alındığı adil bir insan düzenini gerçekleştirmeyi hedefler. UNESCO tarafından desteklenen Küresel Vatandaşlık Eğitimi (GCED), eğitim alanında kozmopolitanizm ruhunun pratik bir tezahürüdür. Bu girişim, özellikle yapısal yoksulluk, iklim değişikliği krizi, ekonomik adaletsizlik ve küresel barış çabaları gibi ulusötesi insani sorunlara karşı duyarlılığı ve sorumluluğu artırmayı amaçlamaktadır. Ancak, GCED küresel düşünen ve ortak fayda için hareket eden bir nesil yaratmaya çalışırken, kaçınılmaz olarak kritik sorular ortaya çıkmaktadır. Karşı karşıya olduğumuz gerçeklik bize tam tersini öğrettiğinde, bu değerlerin kök salması mümkün müdür? Sınırsız rekabet, korumacılık ve "biz ve onlar" zihniyeti gibi. Bu temel çelişki yalnızca bir meydan okuma değil, aynı zamanda küresel eğitimin evrensel insan değerlerini aşılamadaki geçerliliğini ve kabiliyetini de derinden sorgulamaktadır. Sınırsız empati, küresel adalet ve paylaşılan sorumluluk gibi değerler genellikle kağıt üzerinde güzel soyut kavramlar olarak görünür, ancak mevcut dünya sistemi hâlâ yapısal olarak dar ulusal çıkarlar, jeopolitik rekabet ve derin sosyoekonomik eşitsizliklerin egemenliği altındayken kırılgan ve pratikte gerçekleştirilmesi zordur. Nihayetinde, GCED izole bir ahlaki projeye dönüşme riskiyle karşı karşıyadır. GCED'deki değerler paradoksu, eğitim idealizmi dünyanın gerçekleriyle yüzleştiğinde belirginleşir. İlk çelişki barış değerinde görülür. Sınıflarda bize barış ve kültürlerarası diyaloğun sosyal yaşamın temelleri olduğu öğretilir. Ancak küresel gerçeklik farklı bir hikaye anlatır: Çeşitli silahlı çatışmalar, etnik şiddet ve internetteki nefret söylemi, şiddetin siyasi ve kültürel bir norm haline geldiğini göstermektedir. Eğitim küresel empatiyi teşvik ederken, medya ve siyaset nefreti pekiştirir. Bu durum, biz genç nesiller için ahlaki bir karmaşa yaratır: Dünya neden öğrettiği değerleri inkâr ediyor? İkinci çelişki eşitlik meselesinde ortaya çıkıyor. GCED, sosyal adaleti ve tüm insanlar için eşit hakları öğretiyor. Ancak gerçekte, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki yapısal eşitsizlik derinleşiyor. İronik bir şekilde, eşitlik üzerine küresel eğitime en kolay erişim, ayrıcalıklı gruplara yöneliktir. 'Küresel vatandaş' olmayı öğrenen birçok kişi, gerçek küresel adaletsizliği doğrudan deneyimlememiştir. Sonuç olarak, eşitlik söylemi, gerçek bir mücadele olmaktan ziyade, belirli gruplar için yalnızca bir statü sembolü haline gelme riskiyle karşı karşıyadır. Mevcut küresel eğitim paradigmasındaki üçüncü çelişki, küresel dayanışma ve milliyetçilik arasındaki yoğun çekişmede yatmaktadır. Bir yandan eğitim, iklim değişikliği, mülteci krizi ve aşı dağıtımı gibi sınır ötesi sorunların üstesinden gelmek için uluslararası iş birliğinin önemini aktif olarak aşılamaktadır. Küresel topluma karşı empati ve sorumluluk duygusuna sahip küresel vatandaşlar olmak üzere eğitiliyoruz. Ancak diğer yandan, birçok ülkedeki siyasi gerçeklik ters yönde ilerlemekte ve hükümetler, genellikle "önce kendi ülkemiz" sloganıyla sunulan kapalı politikalara, ekonomik korumacılığa ve dar milliyetçiliğe öncelik vermektedir. Siyasi istikrar ve ekonomik büyüme gibi yerel çıkarlar, genellikle küresel sorunlar için kolektif sorumluluktan daha önemli ve acil olarak değerlendirilir. Sonuç olarak, gençler gerçek bir bilişsel uyumsuzlukla karşı karşıya kalırlar: Birbirine bağlı ve iş birlikçi bir dünyaya hazırdırlar, ancak liderlerinin duvarlar ördüğüne tanık olurlar. Öğretilen değerler ile uygulanan gerçeklik arasındaki uçurum, küresel sorunların çözümünü zorlaştırmakla kalmaz, aynı zamanda siyasi süreçlere ve çok taraflı kurumlara karşı hayal kırıklığı ve kuşkuculuğa da yol açabilir. Bu üç çelişki, eğitim dünyası ile küresel gerçeklik arasındaki uçurumu gözler önüne seriyor. Eğitim, insanlığın ateşini yakmayı hedefler, ancak bu çabalar genellikle dünyanın daha baskın siyasi ve ekonomik çıkarları tarafından gölgede bırakılır. GCED'in önündeki en büyük zorluk, öğretim materyallerinde değil, asil değerlerini değiştirmesi zor bir gerçeklikte hayata geçirme kararlılığında ve cesaretinde yatmaktadır. GCED temel bir paradoksla karşı karşıyadır: Eğitim gerçekten kozmopolitanlığı gerçekleştirebilir mi, yoksa yalnızca "küresel vatandaşlar" hakkında bir söylem midir? Empati ve adalet gibi değerler, eğitim hayatında pratiğe dökülmeden yalnızca teorik olarak öğretilirse anlamsızlaşır. Gerçek eğitim, bireyleri adaletsizliğe karşı eleştirel, kültürel çeşitliliğe karşı empatik ve günümüz dünyasının gerçekleriyle çelişse bile insanlığı savunacak kadar cesur bireyler olarak şekillendirebilmelidir. GCED, gerçek bir uygulama olmadan yalnızca ahlaki bir söylem olarak kalırsa anlamsız olacaktır. GCED'deki değerler, ancak okullar öğrencilerin ulusal sınırları aşarak empatik, cesur ve tüm insanlık için sorumluluk sahibi olmayı aktif olarak öğrendikleri ortamlar haline geldiğinde anlam kazanacaktır. Dolayısıyla eğitim, yalnızca değerlerin aktarılmasında rol oynamakla kalmaz, aynı zamanda insanlığın birliği bilincini besleyen küresel bir karakterin şekillendirildiği bir alan haline gelir. Sonuç olarak, GCED sadece bir UNESCO programı değil, aynı zamanda dünya vatandaşı olmanın başkalarının acılarına duyarlı olmak, tutumlarımızda adil olmak ve evrensel insan değerlerini savunma cesaretine sahip olmak anlamına geldiğini bize hatırlatan ahlaki bir çağrıdır. Hoşgörüsüzlük ve eşitsizlikle giderek kutuplaşan bir dünyada, eğitim, parçalanmış insanlığımızın parçalarını bir araya getirmenin tek yolu olabilir. Küresel vatandaş olmak, ulusal kimliği silmek değil, daha geniş bir insan topluluğunun parçası olduğumuzun farkına vararak onu genişletmek anlamına gelir. Sonuçta hepimiz aynı gezegende yaşıyor, aynı havayı soluyoruz ve geleceğin aynı zorluklarıyla karşı karşıyayız. Nelson Mandela'nın dediği gibi, eğitim dünyayı dönüştürmek için en güçlü silahtır. Bu nedenle eğitim, düşmanlıkla değil, kapsayıcı bir insanlık ruhuyla yeni bir dünya vizyonunun hayata geçirilmeye başlandığı yer olmalıdır. Nur Annisa Aprilia Kaynak : moderndiplomacy.eu
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() |
![]() |
![]() |