
Bu hafta genç arkadaşlarımla beraber çalışırken aklıma bu konuda birşeyler yazmak geldi. Okuyucuların ruhlarına, hayatlarında dokunmak, anlık bile olsa mutlu hissettirmek ve de düşündürmek beni motive ediyor. Ağzımızdan çıkan her Tora kelamı, yaptığımız her Mitsva, Göklerde-Şamayimde ve tüm kainatta olumlu etki yaratıyor.“Altı gün çalışacak, yedinci gün dinleneceksin” yalnızca bir mitsva değildir, tarihin ritmidir. Ramban, Tora yorumlarında zamanın yalnızca ölçülen bir süre değil, yaratılışın içsel ritmi olduğunu öğretir. Her yaratılış günü, sadece bir olay değil, bir çağın manevi altyapısıdır.
Altı gün, altı bin yıl, her biri bir sefiranın (ilahi niteliğin) yansımasıdır. Hesed ile başlar, Gevura ile sarsılır, Tiferet ile denge bulur.
Zaman, Ramban’a göre, düz bir çizgi değildir.
O, spiral bir yapıdır, her dönüşte yeni bir bilinç, her milenyumda yeni bir sınav ortaya çıkar.
Bu bakış, yalnızca mistik değildir. Tarihsel ve politik bir haritadır. Çünkü yaratılışın düzeni, toplumların yükseliş ve düşüş ritmini de içerir.
Bana göre bugünün Türkiye’si, Ramban’ın ikinci milenyumunda simgelenen Gevura (kudret ve yargı) niteliğini yoğun biçimde yaşıyor.
Gök ile yerin ayrıldığı o ikinci günde olduğu gibi, toplumun farklı katmanları arasında görünmez duvarlar yükseliyor. Ayrışma, gerginlik ve güç söylemi, politik iklimin temel belirleyeni haline gelmiş durumda.
Adalet, kudretin gölgesinde şekil alıyor. Yargı, halkın vicdanını temsil etmekten uzaklaşıp bir iktidar aracına dönüşüyor. Ramban’ın diliyle söylemek gerekirse, “Bu nitelikler doğrudan iyi değildir. Çünkü bölünme, ancak tamamlandığında iyiliği doğurur.”
Ve bizler, o tamamlanmamış ayrışmanın içinde yaşıyoruz. Tufan öncesi bir sessizlik, yeni bir çağın sancılarını taşır gibi…
Ancak Ramban’ın modelinde ikinci günün ayrılığını takip eden üçüncü gün, yani Tiferet doğar.
Uyum, barış ve güzelliğin sembolüdür. Bu nitelik, karşıtların çarpışmasından değil, onların aşkın bir bilgelikte birleşmesinden doğar.
Türkiye’de bu Tiferet kıvılcımları görülmeye başladı.
Kadın hareketlerinde, çevre direnişlerinde, gençlerin özgürlük arayışında, işçilerin sessiz ama derin kararlılığında Tiferet’in kıvılcımları görüyoruz.
Toplumun vicdanı, yeni bir dengenin doğuşuna hazırlanıyor.
Bu doğuş, klasik anlamda bir politik devrim değildir. Bu bilincin devrimidir.
Ramban’ın yaratılışın üçüncü günü dediği gibi, bu dönem de yaşamın yeniden filizlenmesiyle karakterizedir.
Ve A-şem, iyi olduğunu iki kez gördü.
Çünkü denge ve adaletin doğduğu an, iki kere güzeldir.
Altıncı Milenyumun Hikmeti Bilim, Bilinç ve Kurtuluştur.
Zohar’ın kehaneti bu tabloyu tamamlar.
“Altıncı milenyumun 600. yılında, yukarıdaki hikmetin kapıları ve aşağıdaki bilgelik kaynakları açılacak.”
Bu tarih 1839’a, yani modern çağın doğuşuna denk gelir.
Sanayi devriminden bilgi devrimine, teknolojiden toplumsal farkındalığa kadar her ilerleme, “aşağıdaki bilgelik”tir.
Eş zamanlı olarak Kabbala ve mistik öğretinin yeniden canlanışı ise “yukarıdaki bilgelik”tir.
Bu iki akış birleştiğinde, insanlık “yedinci gün”e Şabat bilincine hazırlanır.
Bugün içinde bulunduğumuz zaman dilimi, Cuma öğleden sonrasına benzer.
Sistem hala çalışıyor, ama hava artık Şabat kokuyor.
Dünyevi sistemlerin nefesi daralıyor, toplumlar, politik otoriteler ve ideolojiler dönüşüm sancıları yaşıyor.
Fakat bu çöküş, son değildir. Yeni bir yükselişin doğumudur.
Ramban’ın şemasıyla okursak, Türkiye bugün altıncı günün son saatlerinde yaşıyor.
Bu saat, insanın yaratıldığı ama aynı zamanda sınandığı andır.
Bu saat, hem kaosun hem yaratılışın birlikte nefes aldığı zamandır.
Bir yanda sistemin çelişkileri, diğer yanda halkın vicdanı…
Bir yanda korku siyaseti, diğer yanda umutla yoğrulan dayanışma…
Tıpkı yaratılışın altıncı günü gibi: insan, T-nrı’nın suretinde ama kendi sınırlarıyla yüzleşerek var olur.
Şimdi, bu ülkenin kaderini belirleyecek olan da tam budur.
İlahi düzenin, halk bilinciyle yeniden yorumlanmasıdır.
Kurtuluşun (Geula) bir metafor değil, politik bir bilinç sıçraması haline gelmesidir.
Ramban’ın kronolojisine göre dünya, Şabat’ın eşiğindedir.
Ve Şabat, yalnızca dinlenmek değildir. Adaletin, bilincin ve özgürlüğün hüküm sürdüğü bir zamandır.
Bugün yaşadığımız her kriz, her çatışma, her haykırış, bu Şabat bilincinin doğum sancısıdır.
Yaratılış’ın altı günü bittiğinde, geriye tek bir gün kalır.
İnsanın, T-nrı’nın işine ortak olduğu gün.
Belki de devrim, tam olarak budur.
T-nrısal yaratılışın ritmine, insanın adalet haykırışının karıştığı o kutsal an.
Kaynakça
1.Nahmanides (Ramban), Commentary on Genesis, özellikle “Days of Creation” kısmında altı yaratılış günü-altı bin yıl paraleli üzerine.
2.Zohar, I 117a; Vayera 119a – yaratılışın günleri ile milenyumlar, altıncı milenyum ve mesiyanik çağ üzerine kabbalistik yorumlar.
3.Talmud, Sanhedrin 97a – “six thousand years shall the world exist” görüşü.
4.“The Sixth Millennium and the Age of Moshiach” – makale, altıncı milenyum ve şabat paraleli üzerine.