A Yorum
  Acilis Sayfasi Yap Sik Kullanilanlara Ekle  

   
A yorum Kurum
iletisim
login
yayin ilkeleri...



yazi dizileri

Yazı karekteri : (+) Büyük | (-) Küçük

Yeni döneme ABD, Rusya ve Çin'in silahlanma yarışı mı damga vuracak?

Kategori Kategori: Araştırma | Yorumlar 1 Yorum | 12 Şubat 2019 20:04:13

Önce ABD sonra da Rusya, Soğuk Savaş'ın son döneminden kalma 1987 tarihli Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması'nı (INF) askıya aldıklarını açıkladı. Mevcut şartlarda iki ülkenin de 6 ay sonra anlaşmadan çekilmeleri kimseyi şaşırtmayacak. INF Anlaşması'yla ilgili son gelişmelerin ardından yeni bir silahlanma yarışının başlayıp başlamayacağı tartışılıyor. Özellikle nükleer silahları da kapsayan bir yarış olasılığı dünya barışı açısından çok kaygı verici.

Ancak belki de daha da kaygı verici olan, bu yeni silahlanma yarışının, uluslararası ilişkilerde ekonomik ve siyasi istikrarsızlıkların arttığı bir dönemde gündemde olması. Yeni silahlanma yarışı olasılığı üzerinde düşünmeye buradan başlamak daha yararlı olabilir.



Yönü belirsiz dönüşümler

Dünya ekonomik ve siyasi/güvenlik mimarisinin bugün içinde olduğu durumu, "yönü belirsiz dönüşümler süreci" olarak tanımlayabiliriz.

Örneğin 1980'lerden sonra dünya küresel ekonomik ilişkileri düzenleyen neo-liberal küreselleşme modeli, bu yıl Davos Dünya Ekonomik Forumu'ndaki tartışmalarda da varsayıldığı gibi, 2007/8 finansal krizinden bu yana tükenmiş görünüyor.

Ancak finansal krizle birlikte dünya ekonomisi bir seküler durgunluk ya da kalıcı düşük büyüme ortamına girse de, henüz ortada yeni bir ekonomik düzenleme modeli yok.

Son haftalarda gelmeye başlayan ekonomik veriler, dünya ekonomisinin yeniden bir gerileme dönemine girmeye başladığını düşündürüyor. Bu olasılık uluslararası piyasalarda ve yatırım alanlarında, büyük şirketler ve devletlerarası rekabeti daha da sertleştiriyor, mali piyasalarda yeni sarsıntıların yaşanması olasılığını gündeme getiriyor.



'Güçler dengesi' ortamı

Soğuk Savaş bittiğinde dünyanın iki kutuplu güvenlik mimarisi hızla değişmeye başladı. Bu değişim içinde ABD'nin tek süper güç olara tek kutuplu güvenlik mimarisi kurma çabalarına Avrupa, Çin ve Rusya gibi önemli güçler direndi.

11 Eylül 2001 saldırısından sonra ABD'de dış politikada "neo-con" olarak adlandırılan, enerji ve silah endüstrisi çevreleriyle girift ilişkilere sahip bir kadro etkin oldu. Bu kadro, ABD'nin tek kutuplu dünya amacına, geleneksel müttefiklerinin arzularını dikkate almadan, tek taraflı bir dış politika ile, özellikle asker gücüne dayanarak ulaşabileceğine inanıyordu.

Ancak Afganistan ve Irak savaşları, ABD'nin arzuladığı rakipsiz ve tüm dünyada kabul gören, adeta bir "imparatorluk" düzeni kurma yönünde beklediği liderlik sonucunu yaratmadı. Tek kutuplu dünya olasılığı yerini çok kutuplu ya da kutupsuz bir dünyada "güçler dengesi" ortamına bıraktı.

Finansal krizi izleyen durgunluk döneminde, Rusya'nın geleneksel nüfuz alanlarını yeniden kazanmak için yaptığı girişimler ile Çin'in ekonomik, teknolojik hatta kültürel bir güç merkezi olarak yükselmeye başlaması, bu "güçler dengesi" ortamının ana bileşenlerini belirginleştirdi.

Özellikle Çin gerek gelişmekte olan ülkelere uygun koşullarda dağıttığı ve karşılığında önemli imtiyazlar aldığı kredilerle gerekse Asya'dan Avrupa'ya uzanan "Tek Kuşak-Tek Yol" projesiyle jeopolitik coğrafyada bir ittifaklar zinciri oluşturmaya başladı.

Dahası Çin'in, yerleşik küresel lider olan ABD'nin geleneksel etki alanlarına, örneğin, Ortadoğu'dan Afrika'ya, hatta Latin Amerika'ya ulaşan bir başka ittifaklar ağı, ABD yönetiminde geleceğe ilişkin önemli güvenlik kaygıları yaratmaya başlıyordu.



Peloponnes Savaşları öncesi

Son yıllarda birçok tarihçi ve jeopolitika uzmanı, bu gelişmeleri, Atina ile Sparta arasındaki rekabetin yol açtığı Peloponnes Savaşları öncesindeki koşullara benzetiyor.

Bu benzetmelerde, Peloponnes Savaşlarını anlatan tarihçi Tukidides'e atıfla "Tukidides tuzağı" olarak tanımlanan bir duruma işaret ediliyor: Yerleşik güç/liderlik merkezi, yükselmeye başlayan rakip bir güç/liderlik merkezi karşısında korkuya kapılıyor. Her iki gücün kurduğu karmaşık ittifaklar ortamında ilk bakışta önemsiz gibi görünen bir yerde başlayan çatışma hızla tırmanarak büyük çaplı bir savaşa yol açıyor.

Bu açıdan bakınca, ABD-Rusya ve Çin arasındaki jeopolitik rekabet artarken, Güney Asya denizlerinden, Kuzey Kore ve Tayvan Yarımadası'ndan, Suriye-İran, oradan da Ukrayna-Kırım platformlarına, son olarak Venezuela krizine kadar, küresel jeopolitiğin "Tukidides tuzağını" anımsatan yaygın ittifaklar zincirlerinin parçası, küçük ama patlama potansiyelleri yüksek noktalarla dolu olduğunu görüyoruz.
Göçmen dalgası

Bu resmi tamamlayan bir gelişme daha var: Küresel finansal krizin ve seküler durgunluğun etkileri, Avrupa ve ABD gibi gelişmiş ülkelerdeki gelir dağılımını daha da bozuyor.

Diğer taraftan, toplumsal dokuları, siyasi yapıları kırılgan kimi gelişmekte olan ülkelerde, küresel iklim krizinin de katkısıyla, derinleşen ekonomik ve siyasi istikrarsızlıkların yarattığı insani krizler, bu ülkelerden dışarıya doğru adeta sonu gelmez bir göçmen - sığınmacı dalgası üretiyor.

Bu süreç ABD ve Avrupa ülkelerinde kesişerek bir "sığınmacılar krizi" yarattı. Bu kriz içinde neoliberal küreselleşmeye karşı seçenek sunma iddiasındaki popülist, ırkçı, milliyetçi ve otoriter liderliklere eğilimli siyasi toplumsal akımlar güçlendi.

Yeni silahlanma yarışı olasılığı işte böyle bir ortamın içinde gündeme geliyor. Başka bir deyişle, aslında gerileyen lider/süper gücün, yükselmekte olan yeni güçlerin karşısında duyduğu korku ve güvensizliğin ürünü olarak gündeme geliyor da diyebiliriz.

Şöyle ya da böyle, olası bir silahlanma yarışının halihazırda istikrarsız olan bir uluslararası ortamın istikrarsızlığını derinleştirmesi ve giderek daha tehlikeli bir ortama dönüştürmesi kaçınılmaz görünüyor.



Nükleer güvenlik mimarisi çöküyor

Bu tehlikelerin başında bir nükleer çatışma olasılığı var.

ABD, 11 Eylül saldırılarının ardından şekillenen Yeni Ulusal Güvenlik stratejisi kapsamında, kendi manevra alanının hareket serbestisini genişletmek, iradesini tüm olası rakip güçlere dayatabilmek amacıyla Anti-Balistik Füze Anlaşması'ndan çekilmişti.

Bush döneminde uygulanan, neo-con damgalı, tek taraflı, dayatmacı dış politika, Obama döneminde yerini tekrar çok taraflı, müttefikleriyle birlikte davranma politikasına bıraktı.

Bu da beklenen sonucu alamadı; üstelik diğer güçlerin yükselmesi devam etti. Şimdi, Trump döneminde, Washington Post'ta Brian D'Haeseleer'in işaret etiği gibi neo-con ekibin ulusal güvenlik danışmanı John Bolton ve Eliot Abrahams gibi isimlerle birlikte, dış politika alanında yeniden inisiyatifi ele geçirdiklerini görüyoruz.

Bu ekibin etkisiyle Trump önce İran'la yapılmış nükleer silahları engelleme anlaşmasından çıktı. Bunun ardından Şubat başında Trump'ın, ABD'nin Rusya ile Soğuk Savaş döneminde yapmış olduğu INF Anlaşması'ndan çekileceğini açıklamasıyla, 2010 yılında Obama ile Medvedev yönetimleri döneminde imzalanan ve 2021 yılında süresi dolacak olan Stratejik Nükleer Silahların İndirimi Anlaşması'nın (START) yenilenmesi tehlikeye girdi.

Eski Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel'in Project Syndicate sitesindeki bir yorumunda vurguladığı gibi, eğer START yenilenmezse, nükleer silahların yaygınlaşmasını önlemeyi amaçlayan "Non-Proliferation" (nükleer silahların yayılmasını önleme) anlaşmasının yaşaması olanaksız hale gelir.

Bu anlaşma çökerse, kendini ya komşu ülkeler ya tarihsel-bölgesel rakipleri ya da büyük güçler karşısında güvende hissetmeyen, Suudi Arabistan, İran gibi ülkelerin nükleer silahlar, füzeler geliştirmesinin ya da edinmesinin önündeki yasal engeller kalkmış olur.

Böyle bir güvensizlik ortamında, Alman Der Spiegel dergisinin bir araştırmasında işaret edildiği gibi, NATO'nun geleceğine ilişkin sorular artmaya başlar; Almanya, Japonya, Güney Kore gibi ülkelerin nükleer silahlara bakış açısında önemli değişiklikler başlayabilir; Avrupa nükleer silahlar edinmeye başlayabilir.

Dahası uluslararası yasal sınırlamalar ortadan kalktığında, "büyük güçler" ellerindeki nükleer silahları, kendi ittifak zincirleri içindeki ülkelerle paylaşabilirler. Böyle bir ortamda da nükleer silahların yayılmasını engellemek için askeri-siyasi baskıdan başka yol kalmaz.



Soğuk Savaş'tan farklı, daha belirsiz ve tehlikeli

Soğuk Savaş bitip iki kutuplu dünya geride kalırken şekillenen yeni güvenlik mimarisinin dağılmaya başlaması, Soğuk Savaş döneminin "karşılıklı imha garantisine" dayanan denge ortamını andıran ama oldukça farklı, daha belirsiz ve tehlikeli bir ortama yol açıyor.

Kabaca 3 farklılık noktası saptanabilir.

Birincisine, ünlü bir fizik-mekanik problemine (Çinli kurgubilim yazarı olan Cixin Liu'nun başyapıtı 'Üç Cisim Problemi'ne) atıfla "üç kütle sorunu" diyebiliriz: Soğuk Savaş döneminden farklı olarak, bu kez iki süper gücün karşılıklı dengesi yerine, Çin'in de süper güç düzeyine yükselmesiyle birlikte, üç merkezli, adeta fizikteki "üç cisim problemi"ni anımsatan bir belirsizlik durumu oluştu:

ABD ile Rusya rekabet ediyor, Rusya, ABD'ye karşı direnebilmek için Çin ile yakınlaşıyor. Buna karşılık ABD ile Çin arasında derin ekonomik, finansal bağlar, girift tedarik zinciri ağları var. Aynı zamanda Çin'in nükleer silahlarını ve füzelerini geliştirme hızı, "Tek Kuşak-Tek Yol" projesi, mali gücü, Rusya'yı da kaygılandırıyor.

Dolayısıyla bu "üç kütlenin" andaki durumuna, etki yapan parametrelerin çokluğunu da düşünerek bakınca, bir sonraki aşamadaki göreli konumlarını öngörmek adeta imkânsızlaşıyor. Bu durum, güçler dengesi ortamının ilişkilerini giderek daha da belirsizleştiriyor.

Putin Rusyası'nın, "belirsizlik yaratma" taktiğini "hibrid savaş" modelinin bir aracı olarak kullanma eğilimi; her "üç kütlenin" de, siber saldırılarla doğrudan ya da sosyal medya üzerinden sahte bilgi ve algı yaratma, rakiplerinin bilgi kaynaklarını hedef alma, iç politika süreçlerini maniple etme kapasitesi, konjonktürleri daha da karmaşıklaştırıyor.

İkincisi, birden fazla işleve sahip çifte kullanıma olanak veren teknolojilerin varlığı, gelmekte olan füzelerin ya da bombardıman uçaklarındaki kapasitenin nükleer mi konvansiyonel mi olduğunu saptamayı zorlaştırarak, yanlış cevap verme, gereksiz bir "ilk vuruş" ile bir nükleer çatışmayı tetikleme olasılığını artırıyor. Denetim ve izleme sistemleri giderek daha çok uydulara bağımlı hale geldiğinden, uzay yeni bir potansiyel çatışma alanı olarak beliriyor.

Üçüncü fark da teknolojik gelişmelerin, karmaşıklaşma hızının getirdiği belirsizliklerle ilgili. Hipersonik hıza ulaşabilen, gerektiğinde 50-100 metre irtifadan uçarak radardan gizlenebilen, yön değiştirebilen orta ve uzun menzilli füzelerin devreye girmeye başlamasıyla, ülkelerin bir nükleer saldırı karşısında, gelen aracı tanıma ve cevap verme süresi giderek kısalıyor.

Bu hızlı karar verme gereksinimine bağlı olarak "yapay zekâya" dayalı modelleri giderek daha çok uygulama eğilimi, insan iradesinin, kavrama, karar alma hızının çok ötesinde, inisiyatifinin dışında süreçlerin gelişme olasılığını, yapay zekâya dayalı komuta merkezlerinin (bilgisayarların) otonom davranarak, süreçleri karşılıklı tırmandırma riskini artırıyor.



Yeni silahlanma yarışı

Bu koşullarda, teknolojik ilerleme ve sürekli yeni, daha hızlı, daha güçlü silah türleri yaratma ve edinme arzusu giderek güçleniyor. Durgunluk ortamı, küresel çapta tüketici talebinin zayıflığı, silah piyasalarının önemini daha da artırıyor.

Üstelik bu arzu yalnızca nükleer silahlarla ve üç büyüklerle sınırlı değil. İngiliz The Economist dergisinin aktardığına göre silah piyasasında talep hızla artıyor.

Piyasaya Batılı şirketlerin egemen olmasına karşın, alıcıların etkisi giderek arttığından satıcılar arasındaki rekabet keskinleşiyor. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü'nün (SIPRI) silah piyasası verilerine göre 2000-2010 arası arttıktan sonra duraklayan silah satışları ve silah transferleri 2015 yılından itibaren yeniden artmaya başlamış.

Bu piyasada 2017 yılında yüzde 34 payla ABD birinci, yüzde 22 payla Rusya ikinci büyük paya sahip. Bundan sonra sırasıyla Fransa (yüzde 6,7), Almanya (yüzde 5,7) ve Çin (yüzde 5,7) geliyor. SIPRI verileri, Çin'in payının diğer ülkelerden daha hızla artmakta olduğunu gösteriyor. The Economist, rekabet keskinleşirken ABD'nin, diplomatlarına silah satışlarını artırmaları, transferleri kolaylaştırmaları için özellikle baskı yaptığını aktarıyor.

Geçen yılki bir Fransız Le Monde gazetesinin geçen yılki bir araştırması, büyük güçlerin hızla gelecekteki olası deniz savaşlarına hazırlanmakta olduklarını aktarıyordu. Le Monde'a göre, özellikle Çin deniz kuvvetleri baş döndürücü bir hızla gelişiyor. Çin donanması 1,6 milyon tona ulaşmış.

Böylece 1 milyon tonluk Rus donanmasını geride bırakarak ABD'nin 3,3 milyon tonluk donanmasının ardından ikinci sıraya yerleşmiş. Le Monde, "Çin halen Akdeniz'de tüm Avrupa donanmalarından daha fazla gemi bulunduruyor" diyor. Bu koşullarda Japonya da deniz kuvvetlerini geliştirmeye ve modernleştirmeye hız veriyor.

Önümüzdeki dönemde yeni bir silahlanma yarışıyla ekonomik durgunluk, ticaret savaşları ve büyük olasılıkla yeni finansal sarsıntılar çakışacak gibi görünüyor. Ekonomik ve siyasi dinamiklerin, silahlanma yarışıyla ticaret savaşlarının, siber savaşların birbirini beslemesi olasılığı yüksek.

Bu yüzden dünya basınında son dönemde yorumcular - onların sonuncusu, İngiliz Financial Times gazetesinin yazarlarından Rana Faroohar oldu - sık sık, 20. yüzyıl başında bir önceki küreselleşme dalgası azalırken ortaya çıkan jeopolitik kargaşayı ve savaşları anımsıyorlar.


Kaynak BBC


Facebook'ta paylaş   |   Twitter'da paylaş


 | Puan: 8 / 2 Oy | Yazdırılabilir SayfaYazdır

Yorumlar

tayyar eren { 12 Şubat 2019 21:24:57 }
Dünyamız çok kritik ve tehlikeli bir döneme girdi. Süper güçlerin birbirleriyle yarışları dünyamız için bir felaket olabilr...
Diğer Sayfalar: 1.

 

Yorum Yazın



KalınİtalikAltçizgiliLink  
Simge Ekle

    

    

    

    







Dünyanın gözü kulağı Ortadoğuda: İran-İsrail gerilimi tırmanıyor.
İsrail, Gazze'de yardım konvoyunu hedef aldı: Biri Avustralyalı 7 kişi öldürüldü
DEVLET-ULUSTAN FEDERASYONA, ekitap
Dünyada altın madenciliği nasıl yapılıyor, kazalar ne kadar yaygın?
Afganistan: Aktivistlerden kadınlar için online dergi

AB, Türkiye'ye verdiği mülteci fonunun nasıl harcandığını öğrenemiyor.
Avustralya Dışişleri Bakanı Wong: Filistin'i tanımaya hazırız.
İngiltere'de polis, silah ruhsatı almak isteyenlerin eşleriyle de mülakat yapmaya başladı.
Beterin beteri var!
Sağ popülistler ilk kez AB Parlamentosu'nun kontrolünü ele geçirebilir…

Yoksulluk sınırı bir yılda 24 bin TL arttı.
Türkiye son 20 yılda faize 563 milyar dolar ödedi
Uber Avustralya'da taksi şoförlerine 178 milyon ABD dolar tazminat ödeyecek
Çin 2024 ekonomi hedeflerini açıkladı
Almanya'daki Türk doktor sayısı 2 bin 600'ü geçti

Fahri Kiamil
İki annenin başlattığı akıllı telefon karşıtı hareket çığ gibi büyüdü
Afganistan'da onlarca arkeolojik alan buldozerle yıkılarak yağmaya açıldı.
Franz Kolschitzky: Viyana Kuşatması'ndan Kalan Kahveleri Değerlendiren Girişimci
Kış güneşi arayan Britanyalıların adresi Türkiye

"İNEK BAYRAMI" ekitap
Dünya tarihini şekillendiren 6 içecek türü
Taş Kağıt Makas Oyunu (Jan Ken Pon)
"DUHOK KONUŞUYOR" ekitap
ENTERNASYONAL

KİBİRLİ GÜÇ ZEHİR - ERDEMLİ BİLİM PANZEHİR
KARARLILIK - KİŞİSEL ALTYAPI
TARİHSEL KİŞİLİK
TARİHSEL İNSAN
SÜREÇ VE TARİHSEL ÖZNE

'Yeşil İslam' Endonezya'yı iklim çöküşünden kurtarabilir mi?
İsviçreli kadınlar AİHM'de görülen iklim değişikliği davasında zafer kazandı.
Yorgun dünya artık yavaş dönüyor
Avustralya’daki dev yosun ormanlarını yapay zekâ koruyor
2023'te sıcaklık rekoru kırıldı

Apple otomobili ABD'de üretime bir adım daha yaklaştı.
Yaşgünün Kutlu Olsun James Webb Uzay Teleskobu
Su ve deterjan olmadan çalışan bir çamaşır makinesi
Akıl okuyabilen robot tasarladılar
Sanal Gerçeklik, Artırılmış Gerçeklik , Metaverse, Sanal Uzay Nedir?

Bilim insanı Matthieu Juncker ekosistemi gözlemlemek için ıssız adada 8 ay tek başına kalacak.
Beynine çip takılan kişinin düşünceleri 25 dakika boyunca okundu.
14 Mart Pi Günü, Günün Kutlu Olsun Pi !
Tüm canlılar için en ideal sıcak
Avustralya’da 350 kişinin konuştuğu yeni bir dil gelişti

2023'te 282 milyon insan açlık yaşadı.
Servet dağılımı adaletsizliği: Türkiye'de %1’lik kesim servetin %40’ını alıyor
BM Raporu: İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırısında soykırım suçu iddiası
Doğurganlık oranında 'büyük düşüş': Ülkelerin % 97'sinde nüfusun azalması bekleniyor
Dünya Mutluluk Raporu yayınlandı: Avusturalya listenin 10., Türkiye 98. sırasında yer aldı.

GEÇİTKALE'DEN GELİYORDU...
GENÇ BİR YAZARA BİRKAÇ TAVSİYE
DEĞİŞİYOR, YOKSULLAŞIYOR
“KİRAZ ZAMANI” SERÇELER, KİRAZ AĞACIMIZ, RAZZİA
Enflasyon Rehberi

UCUZ ET
Hesap
---İST
SANDIK
TAKSİ DURAĞI

İskandinav Göçleri ve Vikinglerin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Hümanizm Nedir?
Osmanlı’da kahve kültürü, Osmanlı’da kahve isimleri..
Amerika’da Ayrımcı Politikalar ve Siyahi Mücadele Tarihi
Dünyanın İlk Destan Kahramanı: Gılgamış


kose yazarlari En Cok Okunanlar
Son 30 günde en çok okunanlar
En Cok Okunanlar










Basa git