A Yorum
  Acilis Sayfasi Yap Sik Kullanilanlara Ekle  

   
A yorum Kurum
iletisim
login
yayin ilkeleri...



yazi dizileri

Yazı karekteri : (+) Büyük | (-) Küçük

“KADERİMİZ DIŞARDAN YAZILAMAZ - DIŞARI KADERİ BELİRLEYEMEZ…”

Kategori Kategori: Felsefe | Yorumlar 0 Yorum | Yazar Yazan: Mustafa Alagöz | 16 Temmuz 2024 07:20:34

Kapsamalı bir genelleme yaparsak iki türlü düşünce olduğunu söyleyebiliriz: açıklayıcı düşünceler ve yaratıcı-kurgusal düşünceler. Birincisi kendine konu edindiği nesneyi onun sınırları içinde nedenselliklerini ortaya koyma amaçlıdır; bu anlamda açıklayıcı düşünce, neden-görüngü-sonuç bağlamında kendini koyar. Bu yolla doğanın ve ele aldığı olgunun nedenselliklerini, içsel yasallıklarını açığa çıkarmaya çalışır.

İnsana, gereksinimleri doğa tarafından hazır olarak sunulmadığı için doğanın olanaklarının bu gereksinimleri karşılamak üzere dönüştürülmesi gerekir, ancak doğanın direnci karşısında insanın fizik gücü yetersizdir. Bu yetersizlik  yaratılan teknolojik araç ve yöntemlerle aşılır.



Araçlar, teknolojik olanaklar ve bunların kullanımı maddi gereksinimlerin karşılanmasına hizmet eder; kısaca daha konforlu ve güvenli bir ortam oluşturmaya olanak sağlar.

İkincisi: etkin-yaratıcı olan; doğal arzuların, içgüdüsel dürtülerin değil doğaya aşkın, anlam arayışı, tinsel değerlerin tutkusu ve çekimiyle var olan düşünceler.

Doğal-içgüdüsel arzular salt kendi gereksinimlerini karşılayacak nesnelere erişmek ve tüketmek isterler; böylece insan pek çok suçu işlemeye, haksızlık yapmaya eğilimli hale gelebilir. Çünkü burada sadece verili arzuların doyumunu sağlayacak nesne arayışı vardır, dolayısıyla dışsal her şey bu dürtülerin karşılanmasının, ele geçirilmesinin aracı olarak algılanır.

Toplumsal yaşamda her bireyin kendine özgü talepleri, arzuları, ilgi alanları ve hırsları vardır. Bu durum toplumsal ilişkilerde değişik nitelikte pek çok çatışmanın temelini oluşturur. Çelişkilerle yüklü çatışmalı bir süreç; hem birlikte yaşamak zorunda kalmak hem de çekişerek, karşılıklı mücadeleler içinde olmak toplumsal yaşamda olumsuzmuş gibi görünse de aslında her türlü gelişmenin ve özgürleşmenin dinamik olanağıdır da.

Bu durum tarihin devindirici gücü, toplumsal yaşamın içsel yasallığıdır. Çatışkının yaratacağı kargaşa ile toplu halde yaşamaktan doğan çelişkili süreç gelenekler, kurallar, hukuksal ilkeler ile aşılır. Kargaşanın doğurduğu yıkıcı enerji, düşünceden doğan ilke ve yöntemlerin düzenleyici ve yaptırımcı iradesiyle yapıcı ve üretken hale getirilir. Söz konusu kurallar, ilkeler, yöntemler doğada bulunmaz, ancak düşünsel belirlenimlerle oluşturulur; adalet, özgürlük, kültürel değerler, hukuk, devlet, vb. kurumlar. Tarihe ve toplumsal süreçlere bağlı olarak sürekli değişmekte olan bu kurum ve kurallar politik düzenlemelere ait sorunsallar dünyasıdır.

Tekil her birey hem doğal ortamın hem de tarihsel-toplumsal süreç ve güçlerin içine verili olarak doğar, ama kendini bulduğu haliyle bırakamaz; verili içsel dürtü ve tinsel itkilerle etkinlikler, amaçlı eylemler ortaya koymak üzere itilir. Bu bağlamda her insan doğaya aşkın yetilerle donanımlı olarak, tarihsel bir kimlik edinir, içinde yaşadığı sürecin hem öznesi hem de nesnesi olarak kendini ortaya koymuş olur.

Birey birey olarak verili yetilerle donanımlı halde dünyaya gelir: Bilgi edinme, dönüştürücü etkinlikler yapabilme, sanatsal ve bilimsel yaratımlarda bulunma, düşünsel ilkeler ve değerler belirleme, kurallar ve kurumlar oluşturma gibi…  Bunlar doğada bulunmazlar, kendiliklerinden de varoluşa gelmezler; ancak insan emeğiyle, düşünsel belirlemeler ve ussal yöntemlerle gerçekleşebilirler.

Bütün eylemlerimiz sonuçta bir gereksinimin karşılanması için yapılır. Ancak gereksinim dediğimizde insan ve diğer tüm canlılar arasında bir ayrım yapılması gerekir. İnsan dışındaki tüm canlılar sadece beslenme ve üreme için etkinlikte bulunurlar, her durumda doğal fizyolojik uyarılar ve itkilerin hükmü altında yaşalar. Bu temel dürtüler insan için de geçerli, ancak insan bunlardan daha fazlasıdır; düşünme yetisi, özgür irade sahibi, doğal arzularına sınır kayabilme kudreti ile donanımlı tinsel varlık olmasıyla.

Her tekil birey bu iki yanın kutupsal gerilim hattında bir ileri bir geri gezinip durur. Doğal yanımızın çekimi ile tinsel kudretimizin itkisi arasında inişli-çıkışlı bir yaşam sürecinde olmak kaderimizdir. Bu süreçte kader defterine neler yazılacağı, hangi düzeyde olursa olsun yaşama alan açan, katkı sunan eylemler ortaya koymak bireyin iradesine kalmıştır. Attığımız her adımı içinde bulunduğumuz ve kullanabildiğimiz olanaklar çerçevesine atarız, edindiğimiz amaç ve seçtiğimiz araçlarla, böylece kendimize bir kader yolu belirlemiş oluruz. Kader dışarıdan yazılamaz, koşullar da kaderi belirleyemez. İnsani yetilerimizle koşulların sunduğu olanakların birliğe getirilmesiyle kaderimizi, yaratıcı girişimlerimizi gerçek kılarız.

Eylemler ortaya koymak bireyin kendini gerçekleştirme yolculuğudur. Bu yolculuk doğal arzu ve içgüdülerin taleplerini karşılama yönünde de olabilir kendini var etme, kim olduğunu, varlığının anlamının ne olduğunu sorgulama yönünde de olabilir.

Kendi varlığımızı farklı etkiler yoluyla duyumsarız ; “Varım” diyebiliriz, bunun her vesileyle fark edebiliriz, ancak “varım” kendinin kanıtlanmasını da talep eder. Varlığımızın başkalarınca onanmasını, kabul edilmesini bekleriz, çünkü insan kendi insani niteliklerini ancak diğerleriyle ilişkiler yoluyla açığa çıkarıp test edebilir. Bu karşılıklı onanma ve kabul görme çatışmalı-çelişkili bir süreçtir, yaşamımızın her evresinde bunun gerilimini deneyimleriz. Bu evrensel yaşam ilkesinin bizlerde devindirici enerji olduğunu, verili halimizin ötesine geçmeye itildiğimizi de duyumsarız.

 İnsanın doğasının ikili yapısı binlerce yıldır değişik söylemler biçiminde dile getirilmiştir. İnsanlık tarihinde ilk yazılı metni olarak kabul edilen Gılgamış destanının 1. Tabletinde şöyle söylenir: “Gılgamış doğuştan başkaydı: üçte ikisi tanrı etinden, üçte biri insan etinden” (I. tablet).  Bu hakikat tarih boyunca mitolojilerde, dinsel metinlerde, şiirlerde… vd. kendilerine özgü ifadelerle tasarımsal, sezgisel söylemler, sanatsal betimlemeler, felsefi tanımlamalar biçiminde dile getirilmiştir.

İnsan anlam varlığıdır. Anlamlı bir şey yapmakla anlamlılık gerçekleşir. Ancak o hazırda bulunan, satılıp-alınan, değiş-tokuş edilecek, birisinden miras alınacak herhangi bir şey olmadığı gibi başkalarından öğrenilecek, ödünç alınacak bir şey de değil.

Bir şeyin ne olmadığını söylemek onun yarısını gösterir, ne olduğunu söylemekle açıklama kendi içinde tamamına erebilir: “Anlam” kavramını nasıl tanımlayabiliriz? Öncelikle anlam yaratımla, ortaya bir ürün ( nesnel, sanatsal, düşünsel, törel…) genel olarak yaşama alan açmakla ilgili tutum ve eylemlerle yaşanan değerlerdir. Bu bağlamda “anlam” hep gelecekle bağlantılıdır. Geçmişten anlam gelmez, geçmişten değerler gelir. Değer ise suret kazanmış hakikattir; törel yaşama sinmiş, eylemlerde ve ilişkilerde yol açıcı işlevi olan evrensel ilkelerdir.  Bu nitelikleriyle değerler anlamın gıdası, ilkesi, yol gösterici enerjisi olabilir. Anlamlı yaşam da değerleri güncele taşıyıp canlandırırken değerlere değerler katmanın da dayanağı olur. Anlam bütünsellik, değerler onun içerikleridir, diyebiliriz.

Eylemler bireylerin kendi yeti ve anlayışlarının, bulundukları ortamda kendilerini nasıl konumlandırdıklarının bir göstergesidir. Bu süreçte, onun varlığında bulunan doğal ve içgüdüsel arzuları ile kendisinin belirlediği ilkeler ve amaçları arasındaki çelişkide nerede duracağı, konumunun belirleyicisi olur.

Doğal arzuları ve içgüdüsel dürtüleri doyurmak, ona dayatılan gereksinimleri yerine getirmek için yapılan etkinlikler ve buradan elde edilen ürünlerle insansal (tinsel) tatmin yaşanamaz, sadece geçici mutluluklar ve hazlar elde edebilir.

Gerçek insani tatmin öncelikle insanın kendini gerçekleştirmesiyle olabilir; yetilerini dışlaştırarak, eylemleri, söylemleri, tutum ve davranışları ile başkalarının dünyasına özgürleştirici ve anlamlı yaratımlar ortaya koyarak. Bu, ancak evrensel değerlere dayalı, beklentisiz, şöhret hırsı olmaksızın, övgü avcılığı hevesine kapılmadan içten gelen bir sorumluluk ve duyarlılıkla olabilir.

Kendi varlığımızı eylemlerimiz ve ortaya koyduğumuz ürünlerle gösteririz; bunların başkaları tarafından onanması, insanı hoşnut kılar, belirli bir tatmin verir. Gerçekte duyulan tatmin ortaya konulan üründen dolayı değil, o ürün aracılığı ile bir yetimizin görünüşe çıkmış olmasındandır. Bunun somut örneğini, sanatçıların sürekli yeni eserler ortaya koyma tutkusu ile dolu olmalarında görebiliriz.

Yetenekler sonsuzca yeni ürünler ortaya koyabilme potansiyeli ile yüklü olarak dışlaşmak ister. Bu içsel istek kişiyi hep kendi sınırlarının ötesine geçmek üzere uyarır. Sınırı aşmak derinlikli, anlamlı, duyarlığı yüksek; kendi yaşam sevincini kendinde bulmak, içsel enerjinin taşmasıyla yaşamaktır. İrademiz dışında bizi uyaran etkilere karşılık vermek kendiliğinden varlığımızın derinliğine dokunmayan tepkilerle karşılanır. Bu, yaşamın yatay boyutudur, diğeri ise dikey boyut.  

Kendini sınırlarının ötesine taşıyamayan yaşam rutinleşir, nicelik çokluğunun içerisinde ne denli gezinirse gezinsin özlenen o içsel tatmini, sevincin tazeliğini deneyimleyemez, anlam bulamaz.

Anlamsızlık ve değersizlik duygusu insan için ruhsal olarak katlanılması güç bir hal yaratır. Modern yaşam bu hakikatin somut olarak yaşandığı ve gözlemlendiği deneyimlerle dolup taşıyor. Bunun yanında kendi olmanın iradesine erişmesi, kendi yaşamı hakkında bağımsız karar verebilme olanaklarına kavuşması, istediği bilgiyi kolayca elde edebiliyor olması onu bağımsız ve özgür birey olarak ortaya çıkardı. Ancak özgürlük her zaman edimsel bir süreç olarak yaşanır ve sorumluluğu da bireyin kendi omuzuna yüklenmiştir. Evet! birey olma özgürleşmedir, ama öte yanda da yalnızlaşmanın karanlığında boğulma riski de buna eşlik eder.

Bireyleşme, bireyleşen özneyi tekleşebilme sorumluluğu ile yüz yüze getirir. Tekleşmeyi beceremeyen birey yalnızlaşır. Her insan soyut bir varlık anlamında özgür, biricik ve tek olarak doğar, ama büyüdükçe yalnızlaşır ve sonra yeniden Tek olabilmesi onu özgür birey kılar.

Yalnızlık anlamsızlık doğurur, bireysel ilişkiler bir paylaşım değil sığınma düzeyinde yaşanır. Günübirlik yaşam yüzeysel, dokunmatik etki-tepki çerçevesinde devinip dolanır, bunun getirisi ise yalnızlık, anlamsızlık, tatminsizlik, depresif yorgunluktur. Anlamsızlığın ve yaşam sevincinin kaynağı kişinin kendisinden yaratılmadıkça dışarıdan siparişlerle satın alınarak elde edileceği umulur.

Her durumda bir değerimiz olduğunu, başkalarının gözünde bir anlam taşıyor olduğumuzu görmek isteriz. Bir insana rencide edici pek çok belirlemede bulunulabilir (aptal, beceriksiz, tembel…vb.) ama hiçbirisi “hiç değerin yok, beş para etmezsin” söylemi kadar onu mutsuz ve düşük hissettiremez. İçsel duyumsamalar iradeyle, düşünerek, sorgulayarak yaşanan deneyimler değildir.  Duygularımız eylemlerimizin ve seçimlerimizin bir yansıması olarak başımıza gelir, ayrıca duygular önceden tasarlanarak, sipariş edilerek de oluşturulamaz: onları mantıksal yargılarla var edemediğimiz gibi ortaya çıkmasının da önüne geçemeyiz.

İnsanın kendi öz-varlığını tanıması için en verimli fırsat içsel duyumsamalarıdır: öfke, sevinç, hırs, gösteriş, üzüntü, vicdan acısı, vd. İçsel duyumsamalarımız; tüm algılarımızın, yargılarımızın, dışarıdan gelen etkileri değerlendirme ölçülerimizin, bilinç durumlarımızın, varoluşsal yaşam güçlerimizin bir kesişme noktasıdır.

Günlük yaşamımızda dışsal ve içsel sayısız uyarıların etkilerine maruz kalırız. Her etki içimizde zihinsel ve duygusal uyarılara, duyumsamalara yol açar. Bu duyumsamalar mercekten kırılarak geçen ışınların geride bir odak noktasında buluşması gibidir. Işın demetleri mercekten kırılarak geçer ve odak noktası dediğimiz bir yerde kesişirler. Odak noktasından geriye doğru gidersek merceğe, daha geriye gittiğimizde mercekten kırılarak geçen ışın demetlerine varırız.

Odak noktası yaşadığımız hal; mercek ise anlayışımız, olayları algılama ve değerlendirme ölçümüz, bilinç durumumuz; ışık demeti ise maruz kaldığımız etkiler yığını. Merceğin yapısını ve ışık demetlerini alış açısını değiştirdikçe odak noktasının yeri de değişir. Bizler de maruz kaldığımız etkiler karşında ölçülerimizi değiştirdikçe yargılarımız, tepkilerimiz, anlayışımız da değişir. İşte bu anlamda deneyimlerimiz, duyumsamalarımız, duygusal dalgalanmalarımız bizzat kendimizi kendimize konu etmek için bereketli bir fırsattır.

Varlığımızın doğası gereği ikili, kutupsal bir yapıya sahip olduğunu sıkça belirtiyoruz: bir yanımız doğa bir yanımız tin, bir yanımız hayvansal (canlı olmak anlamında) bir yanımız tanrısal (yaratıcı, dönüştürücü olmak anlamında). Seçimlerimizi ne yönde yaparsak eylemlerimizle o yanımızı besleriz. Kısaca kendimiz kendimizden kendimizi yapılandırırız. Yücelere yönelmek te, aşağıların aşağısına (esfeli safilin) düşmek de bireyi kendi sorumluluğuna bırakılmıştır.

Temel sorun “Hak”ta olup olmamakla bağlantılıdır. Hak derken söylenmek istenen, varlığın kendiliğini, onu o yapan varoluşsal niteliklerini anlamak ve buna göre ilişki kurabilmektir.

İnsan-insan ilişkilerinde ise başkasının “Ben” sınırına saygı duymak, ötekini kendine itmek, yetilerini keşfetmesine, kendi olmasına destek olmaktır. Bu özgürleştirici, özgün olma yolculuğudur.

Biyolojik evrim varacağı son aşamaya ermiş, bilinçli ve özgür irade sahibi insana varmıştır. Bu, insana sunulan en büyük armağandır; çünkü içgüdülerinin, doğal dürtülerinin bağımlılığından kurtarmış onu iki ayağı üzerinde şaha kaldırmıştır. Seçimlerinde özgür bırakarak, iyiyi kötüden ayırma yetisi ile donatmıştır. Sonuç olarak insanı doğanın sıradan bir uzantısı olmaktan çıkarıp doğayı anlayan, dönüştüren, doğada olamayacak olan varlıklar üretme derecesine yükseltmiştir.

Böylece hayat bir macera haline gelmiştir; insanı sürekli keşfe yönelten, önüne geçilemez değişimlerin akışı içinde her gün yeni bilinmezliklerle dolu bir sürecin içine sokmuştur. Varoluşun sonsuz akışı bizi bilmecelerle dolu gizemlerle yüzleştirir. Belirsizlikler doğal olarak korkuyla beraber merak duygusunu uyandırır. Merak varoluş tarafından hayrete düşme halidir. Tersi de söylenebilir, ama küçük bir ayrım yaparak. Hayret varoluşsaldır, beklenmedik durumlarda karşımıza çıkan belirsizlik karşısında yaşanan şaşkınlık, acziyet, geçici çaresizlik duygusudur. Çaresizlik çaresizlikten çıkış arayışına yol açar. Bunun ilk adımı meraktır. Merak insanın karşılaştığı sorunu kavrayıp üstesinden gelmeye yönelik ilk adımdır, keşfin ve öğrenmenin dinamosudur. Bu anlamda “hayret” varoluşsal, “merak” tinseldir diyebiliriz. Hayrete düşüp düşmemek elimizde değil, ama merak edip etmemek bize bağlı.

Sonsuzluk içinde sınırlıyız, ama bu sınırın kendisi her durumda sınırın dışının da olduğunu bize gösterip hatırlatır. Bu çağrıya kulak verip vermemek bize bağlı. Belirlenmiş sınırlar içinde devinip durmak hayatı rutinleştirir, bildik şeylerin kullanılmasının ve yaşanmış deneyimlerin tekrarından ibaret kalır.

Özne olmak, özgür ve özgün birey olmak gizil-içsel hasretimizdir. Anlaşılacağı üzere bu bitimsiz süreç başka öznelerle ilişkiler silsilesi içinde olabilir ancak. Özne başka özneler karşısında ne olduğunu test edebilir. “insan insanın aynasıdır”  özdeyişi buna işaret eder. Her bilinç kendini başka bilinç aynasında görür; farklı düşünceler, eleştiriler, gözlemeler, uyarı ve tepkilerle yüzleşerek. Bu süreç sonsuzca deneyimler yaşamaya açıktır.

Kendi gerçekliğimizi özvarlığımızın derinliklerine dalıp içsel bütünlüğe ve huzura erişmenin en verimli yolu böyle açılabiliyor: kendimizi kendimize konu edinerek, ama özeleştiri dinamosunu işleterek. O halde her insan ilişkisi hangi biçimde, hangi düzeyde, hangi kategoride olursa olsun bunlar deneyim anlamında “benim” için bir nimettir denemez mi?





Facebook'ta paylaş   |   Twitter'da paylaş


 | Puan: Henüz oy verilmedi / 0 Oy | Yazdırılabilir SayfaYazdır

Yorumlar


Henüz Yorum Yazılmamış

Yorum Yazın



KalınİtalikAltçizgiliLink  
Simge Ekle

    

    

    

    







'Büyük Osmanlı Soygunu': 10 maddede Eric Adams davası…
İSTİHAB HADDİ
Türbülans vakaları iklim değişikliği etkisi mi?
Dünyanın gözü kulağı Ortadoğuda: İran-İsrail gerilimi tırmanıyor.
İsrail, Gazze'de yardım konvoyunu hedef aldı: Biri Avustralyalı 7 kişi öldürüldü

Esnafa konum vergisi: Bu da, 'haritayı kullandın' parası
Hollanda'da kadın düşmanlığına dikkat çekmek için öldürülen ‘cadılar’ anısına anıt dikilecek.
'Dezenformasyon Yasası' bilançosu
Merkel anılarını kaleme aldı…
Avustralya'da 16 yaşından küçüklere sosyal medya yasağı

Türkiye işçiler için bir cehennem
İkinci Trump dönemi: Küresel ekonomi nasıl etkilenecek?
AB, çoğunluk sağlanamamasına rağmen Çinli elektrikli araçlara ek gümrük vergisini onayladı.
Türkiye'de ekonomi politikaları konkordato ve iflasları patlattı.
Türkiye'de açlık sınırı 20 bin TL'ye dayandı

Türkiye'de Covid-19 salgını yaşam süresini azalttı.
Uzmanlar uyardı: "Uzun yaşayanlardan tavsiye almayın"
Fahri Kiamil
İki annenin başlattığı akıllı telefon karşıtı hareket çığ gibi büyüdü
Afganistan'da onlarca arkeolojik alan buldozerle yıkılarak yağmaya açıldı.

Oxford Sözlüğü yılın kelimesini seçti: Beyin çürümesi
"İNEK BAYRAMI" ekitap
Dünya tarihini şekillendiren 6 içecek türü
Taş Kağıt Makas Oyunu (Jan Ken Pon)
"DUHOK KONUŞUYOR" ekitap

Tokyo’dan Hasanlar’a, Kudüs’te bir mahkemeden bizim buralara…
“KADERİMİZ DIŞARDAN YAZILAMAZ - DIŞARI KADERİ BELİRLEYEMEZ…”
Niyetime İlham
KİBİRLİ GÜÇ ZEHİR - ERDEMLİ BİLİM PANZEHİR
KARARLILIK - KİŞİSEL ALTYAPI

Yarasaların azalmasıyla bebek ölümlerinin ilişkili olduğu ortaya çıktı.
AB İklim İzleme Servisi: 2024 yazı kaydedilen en sıcak yaz oldu.
Akdeniz'deki yaşam yok oluşun eşiğine gelmiş.
Su üzerindeki iklim değişikliği baskısı Türkiye'yi su fakiri olmaya sürüklüyor.
Türkiye ve Yunanistan'daki kültürel miras alanlarının en az üçte biri yükselen deniz seviyesinin tehdidi altında.

Türkiye, kişisel verileri en çok sızdırılan 19.ülke
Apple otomobili ABD'de üretime bir adım daha yaklaştı.
Yaşgünün Kutlu Olsun James Webb Uzay Teleskobu
Su ve deterjan olmadan çalışan bir çamaşır makinesi
Akıl okuyabilen robot tasarladılar

NASA'nın en kuvvetli teleskobu, evrendeki beklenmedik gelişmeyi ortaya koydu.
İncil'de sözü edilen mistik ağaç 1000 yıllık tohumla yeniden yetiştirildi.
Karıncaların 66 milyon yıldır tarım yaptığı ortaya çıktı.
Antik Mısır'daki popüler masa oyununun şaşırtıcı kökenleri ortaya çıktı.
At binmenin kökenine dair ezber bozuldu.

2023 yılında Türkye’de çocukların cinsel istismarı hakkında 40.000'den fazla dosya açıldı.
Çalışanların geliri son 20 yılda azaldı.
Türkiye’den göç eden Türklerin sayısında 5 yılda %243 artış
BM: Dünya nüfusu 2084'ten itibaren gerileyecek
Dünya nüfusunun ruh sağlığı giderek bozuluyor

Madeleine Riffaud est partie
GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER
JOYCE BLAU, 18 Mart 1932-24 Ekim 2024
HIZLANAN TARİH
DERTLİ-MİR-DÖNE

BECERİ
Tanrının Buyruğu
HAYATIN PENCERESİ
Nereden Geldi Nereye Gidiyor
Atamın Sözleri

Mimar Sinan: Bir Dehanın Yükselişi ve Osmanlı Mimarisinin Zirvesi
İskandinav Göçleri ve Vikinglerin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Hümanizm Nedir?
Osmanlı’da kahve kültürü, Osmanlı’da kahve isimleri..
Amerika’da Ayrımcı Politikalar ve Siyahi Mücadele Tarihi


kose yazarlari En Cok Okunanlar
Son 30 günde en çok okunanlar
En Cok Okunanlar










Basa git