![]() |
|
![]() |
|
![]() |
![]() |
![]() |
|
DİL DEMİŞKEN
![]() ![]() “Kar” kavramının İnuit (Eskimo) dilinde birçok karşılığı varken bunun sadece bir karşılığı olan bir dili konuşan kişinin İnuit dilinde konuşan kişiyle anlaşmasına olanak yoktur. Nüanslar yitirildiğinde, düşünce kalıpları siyah-beyaz olarak biçimlenir ve dil anlaşma değil “anlaşamama” aracı olur. Buna bir de ana dili farklı olan insanların nasıl iletişim kuracakları sorunu da eklendiğinde iş iyice çetrefilleşir. Bazıları Kürtçenin %22'sinin Farsça, %21'inin Arapça, %12'sinin Türkçe, %33'ünün Süryanice, Ermenice, Rusça, Rumca, Keldanice ve Gürcüce gibi diğer dillerden geldiğini belirterek Kürtçeyi yok saymaya ya da itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar. Bunun çok basit bir yanıtı var elbette. Bugün dünyada Çince (Mandarin) ve İspanyolcadan sonra en çok konuşulan (ve ikinci dil olarak öğrenilen en yaygın) dili olan İngilizce sözcüklerin kökenlerine bakalım: Fransızca %29, Latince %29, Cermen Dilleri (Eski İngilizce, Eski Norsça vb.) %26, Grekçe %6, diğer diller %6, özel isimlerden türeyenler %4. Toplam %100. Türkçe sözcüklerin %6’sı Arapça, %5’i Fransızca, %1’i Farsça ve %1’i diğer dillerden (İngilizce, Rumca, Almanca, İtalyanca, Latince, Grekçe, Rusça). Yani İngilizce nasıl bir dilse, Türkçe nasıl bir dilse, Kürtçe de öyle. Türkiye’de azımsanmayacak bir azınlığın ana dili olan Kürtçe yalnızca Kürtler tarafından değil, genel nüfus tarafından da öğrenilmesi, yaşatılması ülkenin kültürel zenginliğine katkı sağlayacaktır. Ancak bu noktada bazılarımızın bilinçsizce, bazılarının da kasıtlı olarak iki şeyi birbirine karıştırdığını görüyoruz. “Ana dil eğitimi” tartışmasız, yalnızca Kürtçe için değil, Türkiye’de konuşulan her dil için değerli ve gereklidir, saygı gösterilmelidir, ama “ana dilde eğitim” dendiğinde bir ülkede eğitimini iki ayrı dilde gören kişilerin anlaşmaları, birbirlerini anlamaları ve bir arada yaşama iradeleri tehlikeye girer. Dünyada dil çeşitliliği en fazla olan ve yaklaşık 10 milyon nüfuslu ülke Papua Yeni Gine’de tam 839 dil konuşulmaktadır. Her kabilenin kendi dili vardır ve bir kabile üyeleri komşu kabilenin dilinden anlamamakla kalmayıp onu düşman bellemektedir ve yakın geçmişe kadar iş yamyamlığa kadar varmaktaydı. Ve Papua Yeni Gine devleti bu günlerde eğer bir arada yaşayacaksak ortak tek bir dil olmasa da, en azından ortak birkaç dilimiz olsun diye uğraşmaktadır. Çünkü klişe bir deyimle “dil, toplumların çimentosudur”. Resmi dili tek olmayan ülkeler var mı? Var. Buna belki en iyi örnekler iki resmi dilli Kanada ve dört resmi dilli İsviçre olabilir. Bunları örnek gösterip “bakın, bunlar bölünmüyorlar, Türkiye’nin de iki resmi dili olursa biz de bölünmeyiz” diyenler gibi bir de “bölünmeye yol açacaksa açsın”, ya da (kuşkusuz kendini herkesten akıllı sanan Apo’nun düşündüğü gibi) “bu bölünmenin ilk adımıdır” diyenler de vardır ve olabilir. Bu noktada ister istemez uluslararası konjonktüre bakmamız gerekmektedir ve emperyalizmin yeni tanımı küreselleşme (globalisation) olgusunu göz ardı etmememiz, bu perspektifi yitirmememiz gerekir. Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük sömürgeci emperyalist güçlerinden olan İngiltere’nin (öteki de İspanya) ve II. Dünya Savaşı sonrası bu mirasa sahip çıkan ABD’nin hiç eskimemiş ve geçerliliğini yitirmemiş doktrini “böl ve yönet” (“divide and conquer” aslında “böl ve fethet” anlamına gelse de) yönteminin sonuçlarını dünyanın birçok ülkesinde görmemek için kör olmak gerekir. “Emperyalizmin bir ülkeyi kontrol altına alıp sömürmesi için her zaman bölmesi mi gerekir, bir ulus devleti de kontrol edemez mi, etmiyor mu?” derseniz elbette haklısınız. Emperyalizm bunun da yollarını bulmuştur elbet ama emperyalist sömürüye direnilecekse bir ulusun bölünmeden direnç göstermesi olasılığı güç te olsa vardır ama bölündüğünde bu olasılık neredeyse sıfırdır. İngiltere Hindistan-Pakistan ayrışmasında nasıl Müslüman-Hindu aracını kullandıysa (bu iki ülke hala kaynaklarını birbirleriyle didişmeye harcamıyorlar mı?) bugün ABD de ırk, din, dil, mezhep, coğrafya farklılıklarını kullanmayı öğrenmiştir. Sovyetler dönemi sonrasında SSCB’den kaç ülke çıktığını ve o zamana kadar dünyada bir güç dengesi oluşturan (seversiniz, sevmezsiniz) SSCB yerine bugün nasıl tek kutuplu (ABD ve suç ortakları ile) bir dünya oluşturulduğunu unutmamamız gerekir. “Peki, bu neden Kanada veya İsviçre için tehlike oluşturmuyor da bizim için tehlike olsun?” diyebilirsiniz. Bunu derseniz bugün dünyanın çok uluslu şirketlerinin dünyayı nasıl yönettiklerini, bundan kimlerin ve hangi ülkelerin nemalandıklarını ve Kanada ve İsviçre gibi ülkelerin sömürülenler değil sömürenler safında yer aldıklarını göz ardı edersiniz. Belki biraz kaba saba olacak ama “emperyalist sömürüye karşıysanız ulus devleti korumamız ve savunmamız gerekir. Bu ulus devlet bugün emperyalizmin baskısı altında olsa da, ulus devlet olmadan bununla mücadele edilemez. Ana dil eğitimine ve kültürel çeşitliliğe ve zenginliklere gönülden evet, ana dilde eğitime kesinlikle hayır”. Emperyalizme, Suriye’nin, Irak’ın, Kıbrıs’ın bölünmüşlüğüne haklı olarak itiraz edenler şimdi beni “ulusalcı” (ne demekse) ya da Kürt düşmanı diye mi yaftalayacaklar? Hadi canım!
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
![]() ![]()
| Tüm Yazarlar |
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() |
![]() |
|
![]() |