
Kalamış ve Fenerbahçe kıyılarının bugünkü tartışması, sadece bir “yat limanı revizyonu” değildir. Bu, yüzyıllardır halkın nefes aldığı bir alanı, ticari rantın soğuk betonuna teslim etme girişimidir ve bunu söylemek için tarih bilmek yeterlidir. Bu Kıyılar Bir Günden Bir Güne Oluşmadı. Kalamış ve Fenerbahçe sahilleri, İstanbul’un en eski yerleşim hatlarından biridir. Bizans döneminden beri Fenerbahçe Burnu’nun bulunduğu bölge, şehrin doğu savunma hattında sayılan, aynı zamanda doğal koyları nedeniyle sığınak olarak kullanılan bir alandı. “Fener Bahçesi” ifadesi bile köklüdür—bölgedeki deniz feneri ve etrafındaki geniş bahçelik alanlardan gelir.
Osmanlı dönemine gelindiğinde Fenerbahçe ve Kalamış, saray çevresinin ve İstanbul elitinin mesire alanı olarak yüzlerce yıl boyunca korunmuş, halkın da denizle buluşabildiği ender kıyı hatlarından biri olmuştur.
Kalamış Koyu, Osmanlı denizcilerinin doğal liman olarak kullandığı, rüzgardan korunaklı yapısıyla bilinen bir bölgeydi.
19. yüzyılda ünlü seyyahların çoğu bu kıyıları “İstanbul’un en huzurlu, en temiz ve en doğal sahil bandı” olarak tasvir eder.
Cumhuriyet döneminde ise bu kıyılar, kentsel belleğin ayrılmaz parçası oldu:
Fenerbahçe’nin plajları, İstanbul halkının denize girdiği kamusal alanlardı.
Kalamış korusu, çocukların oyun alanı, ailelerin piknik yeri, balıkçıların ekmek kapısıydı.
1950’lerden itibaren yapılan marina projeleri bile bölgenin kamusal kimliğine zarar vermeden, halkla birlikte var olabilecek şekilde tasarlanmıştı.
1970–2000 arasında bölge, “Kadıköy’ün nefes borusu” olarak anılıyordu.
Bu kıyı, 1500 yıllık bir kamusal alan geleneğinin ürünüdür.
Şimdi bu mirası, birkaç paragraflık bir “revizyon raporuna” mı kurban edeceğiz?
Bugün Masaya Konan Proje, Tarihi Silme Operasyonudur
Benim perspektifimden konu çok net:
Bu proje, planlama jargonuyla yumuşatılmaya çalışılan bir kamusal alan gaspıdır.
Ve tarihten habersizce yapılan her müdahale, yalnızca bugünü değil, geçmişi de yok eder.
Kalamış ve Fenerbahçe kıyılarında yapılacak her değişiklik,
Bizans’ın liman hafızasını,
Osmanlı’nın mesire kültürünü,
Cumhuriyet’in özgür sahil yaşamını,
Kadıköy’ün ortak belleğini
ortadan kaldırır.
Bu kıyılar, İstanbul’un en önemli doğal ve toplumsal dokularından biridir.
Ama bugün masaya sürülen proje, bu bütünlüğü parçalayan, kıyı çizgisini sermayenin ihtiyaçlarına göre yeniden eğip büken bir taslaktır.
Ve herkes bilsin:
Bu sadece “bir imar meselesi” değil, kent etiği meselesidir.
Sessizlik Artık Masumiyet Değil, Suç Ortaklığıdır
Bugün bu projeye sessiz kalan herkes, yarın kıyıya konulacak kilitlerin, bariyerlerin, turnikelerin sorumluluğunu da taşır.
Çünkü hibrit bir gerçeklik var:
Kıyılara beton dökmek, halkın hafızasına beton dökmektir.
İDK toplantısında verilecek her karar, sadece teknik bir dosya değil, bu kentin geleceği adına alınmış siyasal bir pozisyondur.
Benim için mesele çok açık:
Kalamış kıyıları bir şirketin bilançosuna değil, halkın yaşamına aittir.
Kalamış ve Fenerbahçe Kıyıları Halkındır. Çünkü Tarih Bunu Böyle Yazdı
Bu kıyılar,
sabaha karşı balığa çıkanların,
gün batımına karşı yürüyenlerin,
oyun oynayan çocukların,
sahil boyunca özgürce nefes almak isteyen herkesin hakkıdır.
Bizans’tan Osmanlı’ya, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e…
Bu kıyılar hep halka aitti.
Ve bugün de öyle kalacaktır.
Çünkü bu kıyılar bir "proje alanı" değil;
İstanbul’un kalbidir, belleğidir, nefesidir.
Kalamış ve Fenerbahçe kıyılarını savunmak,
geçmişi korumak,
bugünü sahiplenmek
ve geleceğe onurlu bir şehir bırakmak demektir.
Ben bu mücadelede tarafım.
Sessiz kalmayacağım.
Çünkü bu kıyılar halkındır — ve öyle kalacaktır.