![]() |
|
![]() |
|
![]() |
![]() |
![]() |
|
İKİ DİRENİŞ
![]() ![]() Sultan sırrını açıp zalimin zulmünü sona erdirmek istediğini söyleyince, Mevlana şöyle der: “Adalet öyle bir şeydir ki; adil olan için uçsuz bucaksız bir köprüdür, adil olmayan içinse kıldan ince, kılıçtan keskin bir sırattır. Tezat şu ki, insan çoğu zaman kendi kabahatini göremeyecek acizliktedir. Anlayana ise kurtuluş yolu görünmeye başlar. 'Kendini bilerek' kurtulursun. Kendini bilirsen nefsini bilirsin; nefsini bilirsen Rabbin’i bilirsin; Rabbin’i bilirsen adillerin en adilinin adaletini anlarsın. Ben sana ne dinini, ne mezhebini, ne de soyunu sordum. Ben yalnızca derdini sordum.” Annemden dört yıl sonra doğmuş, ondan sadece on beş ay sonra bu dünyadan göç etmiş birinin ölümü yüreğimde büyük bir acı uyandırdı. Nereden başlayacağımı bilmeden yazıyorum. Bu acı, annemin kaybıyla duyduğum o derin duygunun bir benzeri. Çünkü o da annem gibi, değerlerinin en başına “insan” ı koyan, en büyük davası gönül kırmadan adaleti sağlamak olan, bu dünyanın çilesine daha fazla dayanamayıp erken göçenlerdendi. Annem de paylaşmanın en büyük erdem olduğuna inanırdı. Babam ona “Sen siyasetten ne anlarsın?” diyerek takılırdı ama o, “Ben kendi aklımca halkların kardeşliğine, eşitliğe inanan bir komünistim” derdi. Mezhebince bir ilişkisi vardı Yaradan’ıyla. Dilini duasız hatırlamam. Yediği her lokmada olmayana da diler, paylaşalım diye beslenmemize fazladan yiyecek koyardı çocukken. Milliyetçiydi diyemezsiniz belki ama vatanına ve milletine derin bir sevgi beslerdi; milli bayramlarda bizi marş okunurken oturma odasının ortasında hizaya sokar, bir asker gördüğünde hiç dayanamaz, “ana kuzusu boyundan büyük tüfek taşıyor” diye gözleri dolardı. Futbol maçlarında karşı takımın oyuncularının düşmesine bile kıyamaz, “iyi oynayan kazansın” derdi. Her nerede dini, dili, rengi,ırkı yüzünden zulme uğrayan birini görse, zalimi Allah’a havale ederdi. Pastanın büyük dilimini komşunun çocuğuna verir, dilenciye, harcadığından kalanı değil, özel olarak ayırdığı parayı uzatırdı. Eşyayı kimsenin mülkü değil, herkesin hakkı sayardı. Yolda bulup dalından kopardığı yapraklar bile toprağa tutunur, ağaca dönüşürdü sanki. Hayvanlar peşinden ayrılmazdı. Şairliği anı defterlerimize yazdığı manilerde kalmıştı ama “Okusaydım edebiyatçı olurdum” derdi. Sofrada bir pirinç tanesi bile ziyan olmasın isterdi. Yaşımız ilerleyince tabaklarımızda kalanı nimetten sayıp çöpe atamadığı için “Analar taş yer, yarımşardan beş yer” diyerek artıklarımızla doyururdu karnını. Kovboy filmleri izleyip Kızılderililerle barış hayali kurardı. Kürtçe türkülere anlamasa da ağlar, “Duygusu anlamama yeter” derdi. Kızlarla erkeklerin dostluk kurmasının, farklıların birlikte sofraya oturmasının barışa açılan kapı olduğuna inanırdı. Savaşanların, savaş çıkaranların, kötülüğü seçenlerin cehennemine acırdı. Haklı olanın haksız olana şiddetini de onaylamazdı, cana kıyamazdı. Ona göre savaş insanın ruhunda başlar, vicdanı cehennem yeri olan hatasını çoğaltırdı. Hayvan kendini koruyamaz korunmalıydı, ağacı kesmek idamdan farksızdı. En büyük zevkin nedir, deseler, filmleri söylerdi. Sırrı Süreyya Önder, annemin tersine mücadeleden korkmayan, erk sahibi bir erkek versiyonu gibiydi benim için. Annem gibi hem mizah yönüyle neşeli, hem yanık bir türkü gibi duygusaldı. İnsan seven, hem de çok sevilen. Çok sosyal, özgüvenli görünen, ama kendinden menkul bir tevazuyla şaşırtan. Unutmaz ama kin tutmaz. Kim olursa olsun yardım isteyeni geri çevirmez. Coğrafyaları aşan bir ülke, ibadetleri aşan bir din, kalıpların dışında bir siyaset, olgunluğun içinde yaşanmamış çocukluğun çocuksuluğu, paraya ihtiyaç duymayan bir ekonomi, halkları birleştiren bir sanat demekti ikisi de. Kızı Ceren kardeşimi çok iyi anlıyorum. Ben de genç yaşında annemi kaybetmekten korkar, geceleri ağlardım. Hastalıklarına rağmen torunlarının düğününe yetişeceğine kendimi inandırmıştım bir şekilde. Olmadı. Senaryosunu yazdığını ölümünden sonra öğrendiğimiz Cumhuriyet Şarkısı filminde “Türkülerin gücü buradan gelir. Bir kedere ya da bir sevince yerinden dokunduysa; Muş olarak da Huş olarak da söylenir.” dedirtiyor Mustafa Kemal’e. Evet giden gelmiyor. Umarım gittikleri yerde rahatları yerindedir…
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
![]() ![]()
| Tüm Yazarlar |
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() |
![]() |
|
![]() |