
Mısır tarihinin her bölümü incelenmesi gereken bilgilerle doludur. Bu medeniyet ülkesinde, dünyanın yedi harikasından biri bulunmaktadır. Diğer harikaların ikisinin ülkemizde olduğunu kaç kişi hatırlar bilmiyorum. Efes Artemis Tapınağı ve Halikarnas Mozolesi’ni herkesin hatırlamasını beklemeyiz. Mısır’ın firavunlar döneminde, MÖ 1350’li yıllarda 18. Hanedan firavunları tarafından yönetildiği bilinir. Genelde firavunların isimlerinin başına I, II hatta III rakamları gelir, sonra da AMENHOTEP gibi isimlerle anılırlardı. Çok tanrılı din anlayışının yaşandığı Mısır’da, uhrevi değerlerin ön planda olduğu bu ülkede her tanrısal gücün rahipleri bulunurdu.
Genelde inançlar üzerinden insanlara tanrıların baskıları anlatılır ve rahipler bundan beslenirdi. Yani uhrevi hayatın gazabından insanları koruyanlar onlardı. Her şeyi vaat edip gücü ellerinde tutmaları, halkın onlara güvenmesini sağlardı. O dönemde Nil Nehri ülkenin yaşam kaynağıydı. Nil yılda iki kez taşar, toprağa bereket getirirdi. Ancak bu taşma büyük boyutta olursa “Nil’in gazabı” olarak nitelendirilir, ona adaklar adanırdı. Rahipler her zaman hem halkı hem de firavunları, sahip oldukları güçleriyle kontrol ederlerdi.
Ülke yönetiminde “güç”, bir anlamda din tüccarlarının elinde istedikleri gibi oynayabilecekleri bir enstrüman haline gelmişti. Hani bugüne gelelim, “Ne değişmiş?” diye kendimize soralım derim her zaman.
III. Amenhotep’in eşi Kraliçe TİYE’den doğan çocukları Thutmosis ve IV. Amenhotep, Mısır’ın gelecekteki firavunları olarak görülüyordu. Ancak Thutmosis genç yaşta ölünce, III. Amenhotep’in ölümünden sonra IV. Amenhotep, MÖ 1353’te firavun ilan edildi. İsimlerinin başı hep “AMEN” ile başlayan firavunların bu hecesi, birçok dinde ibadet sırasında karşımıza “Amen” veya “Amin” olarak çıkmaktadır.
IV. Amenhotep, firavun olduktan sonra ismini değiştirip, döneminin 5. yılında “AKHENATON” olarak anılmak istedi. Akhenaton ayrıca çok tanrılı dini bırakıp tek tanrılı bir dini yerleştirmek için başkent TEB’i terk ederek, yeni inşa edilen TEL EL AMARNA’ya taşındı. Yerleştirdiği yeni dine de “ATON Dini” adını verdi. İşte kıyamet burada koptu. Ellerindeki güçlerini kaybeden rahipler halkı isyana kışkırttı. Yeni yerleşim yeri Tel El Amarna’da zengin ve fakir aynı mahallelerde yaşamaya başladı. Halk bundan mutluydu, ancak rahipler güçlerini kaybettikleri için çok öfkelendi. Tel El Amarna, sadece Nil Nehri üzerinden ulaşılabilen, korunaklı bir şehirdi.
Akhenaton, burada çok büyük bir tapınak inşa ettirdi. Bugün bile birkaç sütunu ayakta olan bu tapınakta yalnızca tek tanrıya ibadet edilirdi. Aton dininde rahiplerin yerini din adamları aldı. Tapınaktaki dini ayinleri onlar yönetirdi. Akhenaton’un eşi, Mısır tarihinde iz bırakan bir kraliçe olarak bilinen NEFERTİTİ idi. Onun oğlu ise dünya tarihine altın harflerle geçen firavun TUTANKHAMON’dur.
Ancak eski rahipler güçlerini kaybettikleri için firavuna karşı nefretle doluydular. Özellikle tek tanrılı dini kabul etmediklerinden her türlü hileye başvurarak tekrar güç kazanmaya çalıştılar. Çok genç yaşta ölen Akhenaton’un kaybına halk üzülürken rahipler sevinç duydu.
Eski başkent Teb’de farklı bir hava, Tel El Amarna’da ise büyük bir hüzün vardı. Nefertiti, Mısır’ı oğlu Tutankhamon firavun olana dek yönetti. Oğluna danışarak tek tanrılı dini terk edip yeniden çok tanrılı dine dönmeyi kararlaştırdı. Bu kararda oğlu Tutankhamon’un da etkisi vardı. Rahiplerin desteğiyle Tel El Amarna’yı yıktılar ve Teb’e geri döndüler.
Tutankhamon, 9 yaşında tahta geçti ve Mısır’ın en ünlü firavunlarından biri oldu.
Yıllarca firavunların mezarları arandı; hâlâ bulunamayanlar vardır. Bu mezarların en önemlisinin Akhenaton’un mezarı olduğuna inanıyorum. Onun tek tanrılı dini sırasında tanrı için yazdığı şiiri mutlaka biliyorsunuzdur. Mezarındaki duvar süslemelerinde yer alan bu şiir çok şey anlatır. İşte birkaç satır:
Tanrı uludur, Tanrı uludur ve birdir, tektir.
Ondan başkası yoktur.
Bir tanedir, odur her varlığı yaratan.
Bir ruhtur, Tanrı görünmeyen bir ruh.
Ta başlangıçta vardı Tanrı, tek varlıktı o.
Hiçbir şey yokken o vardı, her şeyi o yarattı.
Ezelden beri gelen varlığı ebediyete kadar sürecek.
Gizlidir Tanrı, kimse görmemiştir onu.
Arabistan’da Müslümanlığın kabulünden sonra, ibadet sırasında namaz için Bilal-i Habeşî’nin okuduğu ilk ezanın sözleri:
Tanrı uludur, Tanrı uludur.
Tanıklık ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur.
Yine tanıklık ederim ki Muhammed Allah’ın elçisidir.
Haydi namaza, haydi namaza.
Tanrı için ibadet çağrısını okuyan Bilal-i Habeşî’nin, Akhenaton’un şiirini mutlaka okumuş olduğuna inanıyorum. Ancak bu cümlelerin her birinin ayrı yöne okunması gerekirken, bugün kendi dilimde ibadet edemediğim ülkemde, sonuna kadar açılmış hoparlörlerle her yöne aynı cümlelerin okunması, birbirine çok yakın 4 camiden aynı anda ezan yükselmesiyle ses kirliliğinin doruğa çıktığı şehirlerde yaşamanın günde beş kez sancılı olduğu gerçeği, kanımca dinle uğraşanların bildiğine inanmamaktayım, diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.