
Bugün tarihten bir sayfa açmak istedim sizlere. Mutlaka tarih dersleri, benim olduğu kadar sizin de ilginizi çekmiştir. Ortaokulda Faruk isminde bir Tarih hocamız vardı. Hafta başında Kayseri’den Talas’a okula gelir, ilginç tavırları olurdu. Kot pantolon giyilmesine kızardı, hatta Ahmet’in yepyeni Amerikan kot pantolonunu bir bıçak darbesiyle giyilmez hale getirmesine her ne kadar biz isyan ettiysek de pek işe yaramadığını hatırlarım. Tarih dersleri hikâyeden öteye gitmez, üzerinde fazla da durmazdık. İmtihan zamanında ise sorular uzun cümlelerle sorulur, cevabı ise bir veya iki kelime olurdu. Hatırladığım bir soru sanki şiir gibiydi; bugün gibi hafızama kazınmış: “Ben-i Ahmer Devleti’nin başşehri olan Gırnata’nın yerini tayin ediniz.”
Aslında başşehir Granada. Seneler sonra bu şehri gezmeye gittiğimde hayran kalmıştım. Bu sorunun cevabına “İstanbul’un batısında” demeniz yeterli olmaktaydı. Enteresan bir karakterdi Faruk Bey.
Lise sürecimde de tarih öğretmenlerim oldu. Tarsus’ta hocamız İbrahim Akış vardı, tarihi bir hikâye gibi bize anlatırdı. Okulda dersi veren hocayı severseniz, o dersi de sevmeniz doğaldı. Son sınıfta bir başka yerde tarih hocamız kadındı. İsmini hatırlarım, hatta bütün mezunların unutamayacağı bir isimdi: Tarih öğretmeni Emine Hanım. Bu hocanın bana olan güveni çok fazlaydı.
O senelerde lise bitirme sınavına girerdik. Tarih dersinden sözlü sınava girdiğimde, tarih öğretmeni Emine Hanım diğer mümeyyiz öğretmenlere dönerek:
“Hah işte Metin, alın istediğinizi sorun,” deyince olduğum yerde kaldım. Sınıfın en son talebesi idim; 4182 okul numaramdı. Hiçbir öğretmen soru sormadı ve notum karneye 10 olarak geçti. Ayrıca Emine Hoca, lise son sınıf balosuna kızını benim götürmemi istedi ve ben tarih öğretmenimin kızıyla baloya gitmek mecburiyetinde kalmıştım.
Tarih daha sonraları da benim en çok ilgimi çeken bir konu oldu. Çünkü medeniyetlerin beşiği olan ve hatta medeniyetlerin doğduğu topraklarda yaşamaktaydım. Bu nedenle bu topraklarda ne kadar devlet yaşamış, hangi kültür kalıntılarını bırakmış, hangi destanlar yazılmış, hangi büyük savaşlar yaşanmış hep düşünürüm. Anadolu’da ilk parayı kim bulmuş, Hıristiyanlığın beşiği neredsi imiş, hangi imparatorluklara vatan olmuş gibi konulara bigâne kalmanın, bu vatanda yaşarken aslını inkâr etmek olduğuna inanırım.
Hoş, başka ülkelerin tarihlerinde de birçok olay yaşanmıştır. Bilhassa Fransa tarihindeki çalkantılar, imparatorluklar, onların yönettiği bir ülkenin iç problemleri, Osmanlı Devleti ile ilişkileri çok önemlidir.
Bakın, bir olay mutlaka sizin hafızanızda da bir iz bırakmıştır. Benim bu olayı unutmam mümkün değil:
XVI. Louis döneminde, 1789 senesinde Fransa çok büyük bir ekonomik kriz geçirir. Amerikan Devrimi ile ilintili olan bu dönemde Fransa’da ağır vergilendirme, yoksulluk, halkın sefalet çektiği bir süreç yaşanırken; saray ve saraya yakın burjuva takımı ise zevk ve sefa içinde yaşarlardı. Halkın bu yoksulluğu, halkın canına tak ettiğini tarihçiler dile getirir. Hatta XVI. Louis’in eşi Marie Antoinette, halkın ekmek bulamadığına dair söylenenlere meşhur cevabı verir:
“Halk ekmek bulamıyorsa pasta yesin.”
Bu sözünün kendi hayatının sonunu hazırladığına inanırım.
14 Temmuz 1789’da halk isyanı başlar ve yoksulluğa mahkûm edilmiş kızgın halk Bastille Hapishanesi’ne doğru yürüyüşe geçer. Aslında hapishanede yalnızca 7 mahkûm ve kalpazanlıktan yargılanmayı bekleyen 21 suçlu bulunuyordu. Ancak onlara direnen ordu birliklerinin ateş açmaları sonucunda isyancılar ölünce, ayaklanma başka bir boyuta taşınmış ve gece boyu sürmüştür.
Sabah, Kral Louis yanına gelen La Rochefoucauld Dükü’ne:
“Bu bir isyan mı?” diye sorar.
Dük’ün cevabı tarihe geçer:
“Hayır efendim, bu bir isyan değil, bu bir devrimdir.”
1789 yılı ve sonrası, ağır mali sorunlarla ve adaletsiz bir yönetimle bunalan halkın baskısı sonucu Kral XVI. Louis Genel Meclisi toplamak zorunda kalır. Versay’dan ayrılıp Paris’e giderek isyancıların baskısıyla hem Kral XVI. Louis hem de karısı Marie Antoinette yargılanır ve 1793 yılında ikisi de giyotinle idam edilir.
Fransa’da 14–15 Temmuz 1789, tarihçilerin de kabul ettiği gibi yeni bir dönemin başlangıcıdır.
Adaletsiz yönetim, halkın sefaleti, ülke gelirinin tabanda değil tavanda paylaşıldığı bir düzende halkın isyan etmesi doğaldır. Tıpkı Fransa’da 1789’da olduğu gibi.
Hani bir bilen vardı bu ülkede, her zaman güzel sözler söylerdi, değerli Süleyman Demirel.Onun “Boş tencerenin yıkmayacağı hiçbir iktidar yoktur.” diye bir sözü geldi aklıma söyledim hem nalına hem mıhına.