![]() |
|
![]() |
|
![]() |
![]() |
![]() |
|
YAZ-IN SÖZLÜ TARİHLE YAZ-IN SÖZLÜ TARİHLE YÜRÜMEK
![]() ![]() Ne güzel “çene çalardık”. Anlatamam. Bilemezsiniz. Çocukluk çağımdan kalan an(ı)larımda yazılı o söyleşiler. Derinden derine duyumsadığım. Zaman zaman anımsadığım. Yeri asla doldurulamayan an(ı)lardır bunlar. Çocukluk gecelerini hele bir türlü bitmeyecek gibi karlı ve soğuk kış gecelerini süsleyen, donatan ve ısıtan masalları. Sadece masallar da değil elbette. Şimdi düşünüyorum da ne kadar çok, ne kadar çok konuşacak konu(muz) var. İsterseniz gelin birlikte şöyle bir sıralamaya çalışalım: Sözlü tarihimizle birlikte yürümek için gerek bunlar: Bağ bozumuna gitmek. Her eylül ayında okullar açılmadan, hemen önce. Bulamaç, pekmez, pestil ve sucukların yapımı. Pekmez ki tadına doyum olmaz. O pestiller ve o sucuklar soğuk kış gecelerinde besleyicidir. Isıtıcıdır. Zaman geçiricidir. Kürtçede Eylül ayına rezber adının verilmesi bir rastlantı değildir. Rez üzüm bağı, ber ürün demektir. Eylül ayına tamıtamına uyar. Anamın bana "kabul günlerini" anlatmasını da isterdim. Hala isterim. Kimler davet edilir? Mahalle kadınları aralarında nasıl görev bölümü yaparlardı? Pastalar kimden gelecek, bir dahaki sefer kimin evinde toplanılacak? Acaip, olağanüstü, fantastik, inanılmaz hikayeleri kim, ne biçim, hangi aşamada anlatacak? Ve daha bir dizi konu. "Hedik dökülmesi", nişanlar, evlenmeler, kına geceleri, sünnet düğünleri. Ve bunların her biri için ayrı ayrı ve özel olarak hazırlanan binbir yemek. Bütün köyün, bütün mahallenin biraraya geldiği, halay çekilen günler ve geceler. Türküler, ağıtlar, şarkılar, ninniler... Güzellemeler, beddualar... Ölü yıkamalar, yaslar, cenaze törenleri, mezarlık ve sonrası... Başsağlığı ziyaretleri, içilen, tutulan ve bitmeyen sigaralar... Çocuk doğurmalar. O günlerde erkeklerin esamesinin okunmaması. Erkeklerin, yani sırasıyla eşlerin, babaların, erkek çocukların amca, teyze, hala, dayı evlerine gönderilmesi. Komşu ve akrabaların kendiliğinden ve en doğal biçimde a'dan z'ye bütün doğum işini üstlenmesi. Bembeyaz bezlere sarılan yeni bebek. El bebek gül bebek. Yeninin "eskilere" tanıtılması. Ve isim koymak için yarışmalar. Kimin "isim" önerisi "kazanacak"? Ve sonrası günleri, zamanları. "Kurbanın olayım oğlum, kızım" günleri, zamanları. Kasara gitmek: Yani bütün akrabaların ve bütün komşuların hep birlikte çamaşıra gitmesi. Bizde Hirbihaçer'e gidilirdi. Piran yolunda... Başka yörelerde mutlaka bir ırmak, bir nehir bulunurdu. Kilimleri ve ağırlıkları yıkamak için. Böyledir bizde bu işler: Kadınlar dere yataklarında yün yıkarlar. Yorgan ve yatak yıkarlar. Ortaklaşa. Bir tür imece. Herkes birarada ve birlikte. Ve o yemek fasılları. Ve o tadına doyum olmaz yemeklerin yapılmaları. Yoksa yaratılmaları mı demeli? Kadının bizim “memleketlerde” "iş hayatına pek girmediği" söylenir, yazılır. Aslında bu hem doğrudur, hem de değil. Doğrudur: Çünkü Batı'dan Doğu'ya bakılınca kadının sanayi, ticaret ve serbest işlerde Batı’daki oranlarda çalışmadığı saptanabilir, söylenebilir, yazılabilir. Ama kadının gıda-beslenme-yemek işini başından sonuna üstlendiği unutulur bu bakışta. Bugün pekçoğu bakkaldan veya süpermarketlerden satın alınan ürünlerin, evde, neneler, analar, bacılar, sevgililer tarafından üretildiğini bize ancak analar, neneler, bacılar, ve sevgililer anlatabilir. Tarımsal alanda yaptıklarını saymasak bile... Ve nitekim yine Batı'dan alınan ulusal ürün-üretim ve/veya ulusal varlık hesaplarında, bu ürünler dikkate alınmadığı için bizim toplumlarımız olduklarından daha fakir gözükürler, gösterilirler. Gözüküyorlar. Gösteriliyorlar. Bunu yadsıyan en güzel belge işte evde üretilenlerdir. İşte sıralıyorum: "Ev yemeklerini": Kurabiyeler, baklavalar, börekler, her türlü tatlılar. "Rus gelinlerinin" ve Ermeniler'in bulundukları, gittikleri ve/veya gitmek zorunda kaldıkları her mekanda, her cografyada ve her tarihte öğrettiği vişne, şerbet ve likör üretimi... Evet o yazın serinletici hani bilirsiniz o kırıcı sıcaklarının bayıltılarından kurtarıcı şerbet harikaları... Meyan kökü şerbetini unutmak olası mı? Hani bir bilenimiz olsa ABD'lerden getirilen ve ilk getirildiklerinden beri ve pazarı ele geçirmeleriyle doğru orantılı olarak fiyatları gittikçe artırılan boyalı şerbete fark atardı. Neneme ve anama yemekleri nasıl yaptıklarını bana anlatmalarını isterdim. Anlatırken, videoya almak ve unutulmamaları için yapılışlarını da filme çekmek ve saklamak isterdim. İstiyorum. Ortak hafızamızın bir parçası olsun diye. Çaresi yok işte yemekler listesini sürdürüyorum: Meftune, yalancı dolma, mercimek köftesi, güveç, içli köfte, çiğ köfte, kavurma, dolmalar (biber, patlıcan, domates, kabak...), "imam (nasıl) bayıldı", fetir ekmek, türlü çeşitli peynirler, tereyağı, bal, kaymak, yoğurt, maden köftesi... Ve unuttuklarım... Ve diğerleri: Kavurma ve salça yapımı, biber, patlıcan kurutmaları, bulgur hazırlanması, kurutulması ve bütün aşamaları, bulgur pilavı, pirinç pilavı... Şehriye yapımı için mahalleli bütün kadınların toplandığı "şehriye geceleri"... Makarnaların üretimi, pastırmalar... Mutfak ve kiler. Evde kadınların mekanıdır. Neredeyse "erkeklere yasaktır". Gir(e)mez erkekler oralara. Kadının alanıdır. "Özgürlük" alanıdır: İstediklerini istedikleri gibi yapabilmeleri açısından. Hotzotçu kimseler ayak basamazlar oralara. Evde temizlik işlerine sıra gelir sonra. Analar anlatmalı. Kaç kez yıkanır, kaç kez süpürülürdü o yerler, günübirlik. Suyun tulumbadan çekilmesi, mahalle veya köy çeşmesinden taşınması. Erkek çocukların arada bir yardımcı olmaları... Adını söylemeden inceden inceye ve derinden derine komşu kadınların arasındaki "temizlik yarışları". "Benim evim daha temiz. Çocuklarım daha bakımlı. Çocuklarımın giysileri tertemiz..." Anaların kızlarıyla, üvey kızlarıyla, evlatlıklarla, "beslemelerle", ilişkileri anlatılmaya değer konulardır. Sonra, nenelerin özellikle birinci oldukları, masallar, efsaneler, öyküler gelir. Her biri binbir ders doludur. Her biri yaşam ile ilgili öneriler doludur. Her biri bir felsefe dersidir. Binlerce, söylenceler de öyledir. Deyimler, atasözleri de. Beddualar da. Herkese "mevkiine, rütbesine" göredirler... Yazılı olsalardı arşivlenebilirlerdi. Ama ne yazık ki nenelerimiz, analarımız ve bacılarımız okuma-yazmasız bırakıldılar. Bildiğimiz nedenlerle. Okula gideni azdı(r). Okuma-yazma bileni de. Bilenlerin de binbir iş ve koşturmaca içinde yazmaya zamanı yoktur. İşte bu durumda imdadımıza sözlü tarih koşabilir. Sözlü tarih, sözle aktarılanı saklamaya yarar. Nasıl mı? Bizim toplumlarımızda söz önemlidir. O halde sözü alıp saklamalıyız: Kasetlerde. Nenelerimizi, analarımızı, bacılarımızı yukarıda belirttiğim konularda konuşturarak kasetlere kaydetmek. Başka konularda babalarımızı (ağızları sıkıdır, devletten, askerden, kaymakamdan, polisten, jandarmadan korktukları, çekindikleri için. Ama olsun, biz konuşturabiliriz) dedelerimizi, amcalarımızı, ağabeylerimizi, dayılarımızı da konruşturabiliriz ve seslerini saklayabiliriz... Sözlü tarih açısından görselin önemini de unutmamak gerek. O zaman en güzeli kameraları olanlar kameralarınıza hemen. Sadece evlilik, sünnet, nişan düğünlerini değil, ana, nene, bacılarımızı iş başında videolara kaydetmeliyiz artık. Yemek tarifesini verirken. Kabul gününü, bağ bozumunu ve diğer konuları anlatırken onları kameralarımızla alıp ölümsüzleştirmeliyiz. Böylece bize ait olan her şeye sonsuza dek sahip olmak olanağını bulabileceğiz. Gelenek ve göreneklerimiz, yemeklerimiz, giysilerimiz, eğlence ve yasalarımız da kültürümüzün parçalarıdır. Ve kültürümüz bunlara sahip çıktığımız sürece yaratıcı özelliğini koruyabilecektir. Sözlü tarih ve sözlü hafıza sayesinde kültürümüzü bizden sonrakilere en katıksız ve en doğru biçimleriyle miras bırakma olanağını bulacağız. Böylece unutturmayı hedefleyen iktidar(lar)ın uydurma hafızasını, uydurma kültürünü yadsımak olanağını da miras bırakacağız. Miras bırakıyoruz. Biz böyle giyiniyor, biz böyle eğleniyor, biz böyle yas tutuyoruz, biz böyle yemek yapıyoruz demek biz kendimize özgü kültür sahibiyiz demenin en güzel yollarından biridir. Ortak hafıza, bir toplumun bir halkın ortak ağacıdır. Dalını keserlerse bazen, korkmamalı: Çünkü yeniden tomurcuklanır dallar. Ve yaşam, işte o tomurcuklarla o dallardadır Ana!
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
![]() ![]()
| Tüm Yazarlar |
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() |
![]() |
|
![]() |