
İki konudan çok korkarım: birincisi deprem, ikincisi ise yangındır. Yıllar önce bir hava fuarına gitme olanağı bulmuştum. Hatta bir uçak firmasıyla yazışmalar yapmaktaydım. Bu firma, iki ve üç motorlu uçaklar üreten bir İngiliz şirketiydi. 1976 Eylül ayında Londra’nın güneyindeki Farnborough Hava Fuarı’nı ziyaret ettiğimde havaalanında onlarca uçak sergileniyordu. Çok heyecanlanmıştım. Savaş uçakları, kargo uçakları, hatta Airbus uçağının ilk kez sergilendiği fuardı bu.
Her gün iki kez uçaklar havalanıyor, teknolojik üstünlüklerini gösteri uçuşlarıyla sergiliyorlardı. Hoparlörlerden hangi üstünlüğün tanıtıldığı anons edilir, izleyiciler bu gösterileri hayranlıkla seyrederdi. Savaş uçaklarının gösterileri sırasında kalkış pistine yaklaşarak, uçağın havalanırken ne kadar güç sarf ettiğine tanık olmuştum.
O yıl Hawker Siddeley firmasının ürettiği Harrier tipi uçağın da sergilendiği bir fuardı. Harrier, dikine kalkış yapabilen ender uçakların ilkiydi. Kalkıştan sonra belirli bir açıyla göğe yükselmesi görülmeye değerdi. İnişte ise pistin üzerinde havada sabitlenip ardından yavaşça yere inmesi, izleyenleri büyülüyordu. Günümüzde F-35’in de benzer bir kabiliyete sahip olduğunu biliyoruz. Uçağın arka egzoz çıkışının esnek yapıda olması, manevra kabiliyetini son derece artırıyordu.
Bir diğer inanılmaz uçak ise Kanada yapımı, De Havilland üretimi CL-215 yangın söndürme uçağıydı. Uçağın yanına gidip pilotlardan bilgi almak istedim. Yakamdaki rozetten Türk olduğumu görünce çok ilgilendiler. Beni kokpite oturtup detaylı bilgi verdiler. Motorların iki adet Pratt & Whitney R-2800 radyal motor olduğunu söylediler. Bu uçağın, düşük hızda tam isabetle yangına 5.436 litre su boşaltabildiğini anlattılar.

Suyu, su yüzeyinde hiç durmadan sadece 12 saniyede alıp tekrar havalanabiliyordu. Yangına en hızlı müdahaleyi yapan ve 5,5 ton suyu doğrudan yangının üzerine bırakarak diğer sistemlerden çok daha verimli çalışan bir uçak olduğunu söylediler. Karaya ve suya iniş-kalkış yapabilmesi, ayrıca çok kısa mesafeden havalanabilmesi nedeniyle rakipsiz olduğunu ifade ettiler. Daha küçük kapasiteli uçak ve helikopterlerin bazı durumlarda kullanılabileceğini, ancak büyük orman yangınlarında tek tercih edilmesi gereken uçağın CL-215 olduğunu belirttiler. Uçaktan inerken bana bir şapka hediye ettiler; hâlâ saklarım.
Fuar alanında dolaşırken postaneden kartpostallar almış, üzerlerinde uçakların fotoğrafları olan bu kartpostalları Ankara’daki çocuklarıma göndermiştim. 10 Eylül’de Ankara’ya dönmeyi planlıyordum; biletim hazırdı. Ancak ofisten gelen bir talep üzerine Hamburg’daki bir firmaya uğramam istendi. Böylece biletimi değiştirip 10 Eylül 1976 tarihli BEA 454 seferi yerine 11 Eylül’deki Londra–Hamburg uçuşuna geçtim.
Fuarın bir köşesinde devasa bir uçak daha vardı: Antonov 225. Bu uçağın burun kısmı kargo almak için yukarı doğru açılıyordu. Açık duran burnu, balinanın ağzını andırıyordu; bir lokomotifi içine alabilecek büyüklükteydi. Kaldırma kapasitesinin yaklaşık 185 ton olduğu söylenmişti; inanılması güç bir rakam.
O gün trenle Londra’ya dönerken, gördüklerim gözlerimin önünden film gibi geçiyordu. Hatta bir F-5 savaş uçağına binip fotoğraf çektirmiş, bir simülatörde iniş yapmıştım. Uçağı sorunsuz indirince bana bir de bröve vermişlerdi.
10 Eylül’ü boş geçirdiğimiz için birkaç arkadaşla etkinliğe gitmiştik. Southampton’dan dönüşte trende karşımdaki adamın okuduğu gazetenin manşeti dikkatimi çekti: “ZAGREB CRASH BEA 454 – 176 DEAD”. Başlığı görünce refleksle gazeteyi elinden alıp okumaya başladım. BEA 454 kazasında ölenlerin 25’inin Türk olduğunu yazıyordu. Özür dileyip gazeteyi geri verdim.
Başımın üzerinden kaynar sular dökülmüş gibi hissettim. Adam, hâlimi anlayıp gazeteyi bana geri uzattı. Yolcu listesini hızla taradım: üç kişiyi tanıyordum… ve bir de kendi adımı gördüm. O an düşündüğüm tek şey, Ankara’daki evimizde kıyametin kopmuş olabileceğiydi. Cep telefonu yoktu; indiğim istasyonda postaneye gidip jeton alarak evi aradım. Telefonda tarifsiz anlar yaşadık. Sevinmeli miydim, üzülmeli miydim bilemedim.
Aylar sonra evimizin posta kutusuna, postacı birkaç kartpostal bırakmış. Heyecanla açtığımda, fuardan gönderdiğim ve Zagreb kazasından kurtarılan o kartpostalların olduğunu gördüm. O an her şey yeniden gözümde canlandı.
O kazada üç dostumu kaybettim. Her ne olursa olsun yaşama tutunmak gerek, diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.