
Ankara Radyosu’nda çok yıl önce, davudi sesli bir program yapımcısı ve sunucusu vardı. Onun programlarını hiç kaçırmazdım. Feridun Fazıl Tülbentçi adını hiç unutmam. “Tarihten Bir Yaprak” olarak sunduğu programı büyük bir ilgiyle dinlerdim. Birçok tarihi olayı hikâyeleştirerek anlatırdı. Hiç unutmam, 1711 senesinde Osmanlı Devleti ile Rusya arasında PRUT’ta geçen savaşın yaşandığı yerden söz ederdi. Tevatür odur ki, Osmanlı ordusunun başındaki Baltacı Mehmet Paşa’nın çadırına bir akşam, Rusya’nın Çariçesi Katherina gelir ve Rus ordusunu kurtarmak adına bir ricada bulunur. Bu isteği kabul eden Osmanlı komutanı Baltacı Mehmet Paşa, emir vererek kuşatmayı durdurur ve orduyu geriye çeker.
Daha sonra Padişah III. Ahmet, Baltacı Mehmet Paşa’yı görevden alır.
Bir süre önce o bölgeye iş için gitmiştim. Moldova’nın Romanya ile sınırını teşkil eden PRUT Nehri’nin, başkent Kişinev’in (Chișinău) güneyindeki bataklık civarlarında yaşanmış bu savaşın yöresini dolaştım. Çariçe Katherina, Rus ordusunu bu bataklıktan kurtarmışsa, gerçekten iyi bir iş başarmış olmalı. O bataklıktan bir orduyu kurtarmak pek kolay olmasa gerek. PRUT Nehri çevresini gezerken ve üzerine yapılmış birkaç köprüden geçerken, düz ovaya bakarak tarih boyunca buralarda neler yaşanıp kaybedildiğini düşündüm.
Bugün radyoda böyle bir program yapılsa, belki unutmaya başladığımız bazı yakın tarihimizdeki olayları hatırlar, onlardan ders çıkarmaya çalışırız diye düşünürüm. Ancak bu dersleri çıkaracak bir devlet aklına ihtiyaç var.
Bakın, bundan tam 75 yıl önce, 30 Haziran 1950’de, başlarında Tuğgeneral Tahsin Yazıcı’nın bulunduğu 259 subay, 18 askerî memur, 4 sivil memur, 395 astsubay ve 4414 er ve erbaştan oluşan 1. Türk Tugayı’nı, İskenderun’a ve oradan da Kore’nin Pusan Limanı’na, dönemin Demokrat Parti Hükûmeti gönderdi. Devrin iktidarı, NATO’ya girme koşulu için bir tugay askeri Kore’ye göndermekte tereddüt etmedi. 5 bin askerimizi bilinmeyen bir karanlığa yolcu ederken ben de o treni Ankara Kurtuluş’taki tren istasyonunda, askerlerimize el sallayıp veda etmek için hazır bulunmuştum. Onları bir meçhule gönderdiğimizi biliyorduk.
Pusan’a varan Türk birlikleri daha bölgeyi tanımadan ve asker dinlenmeden, müttefik kuvvetlere katılmak üzere TOCKHON’a gönderilmiş. Yöreyi bilmeyen Türk birliğinin arkasına sızan Çin birliklerinin bilgisini alan Amerikan ve Güney Kore birlikleri, Türk birliğine bilgi vermeden geri çekilince, Türk Tugayı kendi kaderiyle baş başa bırakılmış. Geri çekilme bilgisi Türk birliklerine ulaşmadığından, etrafı sarılan 3. Tabur askerine süngü takıp çemberi yarma emri verilmiş. Chongchon Nehri boyunca geri çekilmeye başlayan Türk birlikleri bu savaşı sürdürürken, Amerikan ve Kore birlikleri kaçma zamanı kazanmışlar. Ancak Türk birliğinin 9. bölüğünün imha edildiğini bilmekteyiz.
Düşünün: Amerikan askerlerini kurtarmak için feda edilen Türk askeri, kıymetli Mehmetçiklerimiz. KUNURİ’de yok olan bu değerli vatan evlatlarımıza biz “şehit” demekteyiz. Her akşam radyoda Kore’de hayatını kaybeden askerlerimizin adları okunurdu. Hatta hangi köyden oldukları da belirtilirdi. Her bir isim okunduğunda, yüreğim sızlardı.
Ne için öldüler bu vatan evlatlarımız?
Hangi vatanı savunurken verdiler bu canlarını?
Olayı analiz ederseniz, Amerika’nın Komünist Çin kontrolündeki Kuzey Kore’den, Güney Kore’yi korumak adına Türk ordusunu Kore’de heba ettiğini düşünmekteyim. Bu senaryoda Türk ordusunun, Amerika’nın çıkarları için feda edildiğine inanıyorum. Amerika, Çin ve Rusya’dan korktuğu için kendi çıkarlarını korumak adına her ülkeyi harcayabilme kapasitesine sahiptir. Burada Amerika’nın, aynı zamanda İngiltere ile iş birliği yapması olağan bir stratejik ortaklık olsa gerek.
Herkesin şu gerçeği çok iyi değerlendirmesi gerekir: Ortadoğu’daki yeraltı zenginliklerine göz dikmiş, büyük bir iştahla planlar yapan İngiltere ve Amerika, bizim hiçbir zaman dostumuz olmadı, olamaz da. Bunu böyle bilmemiz gerekir.
Ülkemizi uluslararası siyasette zayıf düşürecek her türlü oyunun oynandığını seyretmekteyiz. Yerel seçimleri kaybettikleri bölgelerde, tanımlanamayan bilgilerle tutuklanan yöneticiler, gazeteciler, iş insanları, fikir önderleri ve sade vatandaşlar bu düzene isyan etmekteler. Belki halkın isyan etmesi istenmektedir. Ancak ülkemdeki aydın kesim, kültürlü insanlar bu isyan yerine sabırla, bu hukuksuz icraatların bir gün yargılanmasını beklemektedirler diye düşünmekteyim.
Hani derler ya: “Gün ola, devran döne, umut yetişe…” diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.