Şairi tanımlayabilmek için dünya kadar şey yazıldı. Şiire neden ihtiyacımız olduğu üzerine de. Şiirin tanımlanması konusunda da. Her “şiirin” şiir, her şiir yazanın şair olup olmadığı konusunda da. Saati gelince şair ve her zaman uyanık Abidin Dino da gününde bu meselelere ilişkin makaleler, kısa ve öz yazılar kaleme aldı. Bunlardan birini, Yeni Edebiyat dergisinin 1 Temmuz 1941 tarihli 18. Sayısında yayınladığı, “Şair lafı” başlığını taşıyanı, bir fikir vermek üzere ve yazım biçimine hiç dokunmadan, aynen aktarıyorum:
“San’attan bahsetmeke ısrar ediyorum, yaz sıcaklarına, şehir gürültüsüne ve kâinatın giriştiği kavgaya rağmen.
Hâlis şairin lâfı kalelerden daha fethedilmez bir nesnedir.
Başka türlüsüne rastlarsanız, gördüğünüz ve duyduğunuz şiir değil, kalpazanlık mahsulü (ürünü. mşg) bir tekerlemeden ibaret.
Hakiki şair geleceklere mektup yazmakla meşgul; geleceklere hepiniz namına en güzel mektubu postaya attığından dolayı şaire teşekkür etmeliyiz.
Yalnız tahrifsiz şiir, halkın şiiri, müstevlinin (istila edenin. mşg) hakkından gelir.
İhtiyat kuvvetlerin membat, binlerce şehidin biricik abidesi olan mısralar bilirim.
Şair lafını yabana atmayın.
Halkın gönül cephesinde vaziyeti öğrenmek isteyenler hakiki şairin resmi tebliğini okusun.
‘Giden gelmiyor, acep nedendir?’ mısraı emperyalizmin peşinden sürüklenmiş insanın acı şarkısıdır.
‘Anasız yavruları deftere yazdım
Şehit olanları tarihe yazdım’
Mısraları emperyalizme karşı istiklâl harbine girişenlerin haklı intikam hissini aksettirir.
Motörize kuvvetlerden, zaman içinde daha süratli; pike tayyarelerinden (uçaklarından. mşg) daha ömürlü mısralar ezberimde.
Şiirin başka türlüsünü çöp tenekesine atabilirsiniz.
Yeryüzünde olan bitenlere lâkayt (kayıtsız. mşg) bir rasathane memuru, yeni bir kuyruklu yıldızın göklerden geçtiğini haber verdi; yıldızı da kuyruğu da kendinin olsun. Kuyruklu yıldız keşfile meşgul olan şaire veya rasathane memuruna kimin tahammülü kaldı?
Kürek yarışlarına dikkat ettiniz mi? Kâh ileri, kâh geri küreklere asılanlar kan ter içinde çırpınırken dümendeki delikanlı ciyak ciyak bağırır, tempo tutar, kürek çekmediği halde ileri geri yatmakla iş görür; iş görmüyorsa kayıkta işi ne?
Yarışa giren her kayıkta kürek çekmiyen bu delikanlının sıkleti ufak, sesi kocamandır; sesi hız verir.
Teşbihte hata olmaz; şairin bindiği sandala binenler, şairin hız veren mısralarına muhtaçtır, kürek çekmese de hedefe dönmüş olan odur, şairdir.
Halk, şairden ses vermesini bekler. Hakiki şairin temposuna muhtacım, yaz sıcaklarına, şehir güültüsüne ve kâinatın giriştiği kavgaya rağmen.”
Bu kısa ve öz yazının yayınlanmasından bugüne seksen bir yıl geçmiş. Abidin’in aramızdan ayrılmasından bu yana ise tam yirmidokuz yıl. Abidin’i anarken anlattıklarını unutmayalım derim: İşte şairin, “hakiki şairin” tanımı burada yazılı. Dahası da var. Unutmadığımız.