A Yorum
  Acilis Sayfasi Yap Sik Kullanilanlara Ekle  

   
A yorum Kurum
iletisim
login
yayin ilkeleri...



yazi dizileri

Yazı karekteri : (+) Büyük | (-) Küçük

SÜREÇ VE TARİHSEL ÖZNE

Kategori Kategori: Felsefe | Yorumlar 0 Yorum | Yazar Yazan: Mustafa Alagöz | 01 Ocak 2024 11:15:34

Tarihi özneler yaratır, ama özneler de tarihe ve tarihten doğarlar. Öznelerin belirleyici olduğu bir süreç, yani tarih aynı olgunun basit tekrarı olamaz. Öznelerin tutkuları, amaçları ve karakterleri tarihsel sürecin ruhu ve yaratıcı enerjisi olarak görülmelidir. Her şeyin bir geçmişi vardır, ancak tarihi yoktur: Doğada sadece görünüşlerin akışı ve bu sürecin ürünü olarak ortaya çıkan olgu ve olaylar vardır.



Ancak bunlar Varlığın bir süre görünüşte parlayıp yerini bir başkasına bırakarak sönümlenmesi biçiminde devinmesidir. Görünüşler sürece bağlı olarak ne denli farklı biçimler halinde ortaya çıksa da bir ardardalık sergilerler. Bu ortaya çıkış ve yok oluş zamana bağlılık şeklinde göründüğü için bir tarihselliği olduğu anlayışını doğurur.

Ancak gerçek olan görünüşler değil onların arkasındaki kuvvetlerin hareketleri ve zorunlu bağlantılarıdır. Görünüşler de kendilerinde gerçekler, birer varoluşlardır, ama özlerini oluşturan doğal yasallığın hükmü altında bir süreliğine ortaya çıkıp kaybolurlar. Bu anlamda Doğanın hep bu zorunlu doğal yasaların hükmü altında varolduğu için tarihi değil ama geçmişi olduğu söylenir.

Bu hakikat insanlık bilincinin daha ilk dönemlerinde sezgisel düzeyde olsa da fark edilmiş ve dile getirilmiştir. Sofokles ‘Antigone’de şöyle der: “geçmişten geleceğe bir yasa sürüp gider.”

“Güneş doğar, güneş batar; hep doğduğu yere koşar. Rüzgâr güneye gider, kuzeye döne döne eserek hep aynı yolu izler. Güneşin altında yeni bir şey yok” (Süleyman/ Vaiz 1)

Görünüşler ne denli farklı ve akışkan, varolma süresi ne olursa olsun her koşulda onları bilebiliriz; nasıl? Oluşumlarının gerisindeki yasayı bilip kavramış olmakla… bizden milyarlarca ışık yolu ötedeki yıldızların uzaklığını, hareketlerini, kimyasını, ısı derecelerini… vd. biliyoruz. Nasıl? Daha gerçekleşmezden önce gelecek günlerde havanın nasıl olabileceğini kestirebiliyoruz; doğalarının değişmez yasallıkları ve bunların hükmü ile.

***

Tarihe gelirsek: Tarih kavramı özce Tin’e özgüdür. Merkezinde düşünce ve onun kudreti ile insan üzerinden yaratıp yapılandırdığımız bir dünya; ama doğaya aşkın, kendi içinden belirlediği ilkelerle kendini sürekli yenileyen kişisel ve toplumsal bir süreç olarak…

Zorunlulukları bilen; ama ona boyun eğen, bu yolla hem de hâkim olan bir varlığın edimleriyle yaratılan insansal bir “Doğa” olarak kültür ve tarih. Böyle olmakla doğadan özsel olarak ayrılan, kendi varolma olanağını ve varoluş sürecinin ilkelerini kendinden veren iradi bir dünya.

Her ne kadar tarihin tarihselliğe bürünmesinin olanağı insanda toplanmış olsa da nesnellik kazanması kendiliğinden olamıyor. Düşüncenin de, insanlık bilincinin de tohumunu çatlatıp filizlenmesi iradi ve amaçlı bir eylemlilik yoluyla olabiliyor. Bu eylemlilik silsilesi tarihin yaratılması, inşa edilmesi ve kuşaktan kuşağa aktarılmasıdır. İlkellikten, doğal verili halinden adım adım sıyrılarak bireysel insanın ortaya çıkışı da bu yolla gerçekleşiyor. Ben bilinci ve doğaya aşkın, giderek sorumlu ve özgür bir varlık olduğunun fark edilmesi, binlerce yıl süren çabalar sonucu elde edilebilmiştir.

İnsanlık kendi özüne dair belirlemeleri en ilkel dönemlerde de sezgisel olarak farkına varıp mitsel bir yolla ortaya koymuştur: Tarihin ilk yazılı metni olarak bilinen Gılgamış Destanın girişinde şöyle dile gelir:
O ki her yeri tanıdı, her şeyi bildi
Açığa çıkardı her yerde bütün gizleri
Her şeyi kavrayan o bilgeler bilgesi
Gizli olan her şeyi gördü ve aktardı saklı olanı. (1. TABLET)

“Çünkü örtülü olup da açığa çıkarılmayacak, gizli olup da bilinmeyecek hiçbir şey yoktur. Size karanlıkta söylediklerimi, siz gün ışığında söyleyin.” (Matta.10/26)

“Gaybı da, görülen âlemi de bilendir. O, hüküm ve hikmet sahibidir, (her şeyden) hakkıyla haberdardır. (Enam/73)

Hegel aynı hakikati felsefi boyutta; “Us’un yöntemi karşısında hiçbir şey örtük kalmaya direnemez”, der.

Bu söylem biçimiyle öncekiler dinsel-sezgisel, diğeri felsefi nitelik taşıyorlar. Bunlar, bir hakikatin tarihsel süreçte tinin yetkinlik derecesine bağlı olarak düşünsel ifadeleridir.

“Gerçek kendinde nasılsa öyledir”, keşfedilmesinden bağımsız olarak kendindedir. Keşfedildiği kadar ele geçirilen gerçek vardır. “Kendinde” olmaktan bilince konu olmadığı, düşüncede açık edilmediği durumu anlaşılır. O hep oradadır, aslında kapalı değil, biz ona açılırız; düşünce gerçeğe erişerek biz ona kavuşmuş oluruz.

Gerçek “kendine” olmakla hak; var olduğu haliyle hakiki, kavranmış haliyle hakikattir.  Hak olan niteliklerinin toplamı olarak bilinçle buluşup kavrandığında somut olarak kendi bütünlüğüne, kemaline ermiş olur. Bütünlük nitelikler birliği olarak ve niteliklerinin çokluğu nedeniyle ayrımlı birliktir, ki ayrımlı birlik olması onun farklı ve geçici görünüşler halinde dışlaşabileceğinin temeli olur.  Onun için “Hakikat tek gerçek çoktur” diyebiliyoruz. Yaşamın çok renkliliğinde ve akışkanlığında bunu her daim gözlemleriz.

Varlık hep bir form altında gerçektir; hangi görünüşte, hangi kapsamda, kipte olursa olsun her şey bir başka şeyle ilişki içindedir. Her şey kendi varlığını bir başkası ile ilişki içinde gerçekleştirir. Ancak bu ilişkinlik bir başıbozukluk, dağınıklar yumağı değil, dizgesel bir bütünlüğün, zorunlu bağlantılığın hükmü altındadır. Zorunlu bağıntıdan söz etmek bir yasallık içerdiği, bu yolla ussal olarak kavranabilir anlamına gelir. Doğal varoşlar alemi, doğa yasaları alanı olup sebep-sonuç bağlamında determinedir, doğa kuvvetlerinin hükmü altındadırlar.

Ancak insan ve topluma geldiğimizde durum böyle mi? Öyle olup olmadığı düşünürlerin, filozofların, binlerce yıl bilgelerin gündemi ve sorgulamalarının konusu olagelmiştir.
 
Bu soruna yanıt ister istemez nesne-özne, madde-ruh, varlık-düşünce ikilemleri çerçevesinde ele alınmasını gündeme getirmiştir. Sorunsala sağlıklı çözüm insanın özünün, evrende yerinin ne olduğuna yanıt verilmesiyle ilişkili olduğu görülmüştür. İnsan-doğa, zorunluluk-özgürlük, özgür irade-kader gibi pek çok varoluşsal konuları da içine alacak şekilde konular tinsel bilimlerin gündeminde yer edegelmiş oldu. Bu bağlamda insana dair pek çok tanım yapıldı. Tanım çeşitliliğini burada bir yana bırakarak, varılan şu sonuç insan tanımlarının merkezi noktasına oturmuştur. İnsanı tüm varlıklardan ayıran ayırt edici nitelik düşüncedir, bir ben bilincinin olmasıdır.

Düşünce “kendinde” potansiyel anlamda mutlak özgürdür. Bundan kasıt, kendi belirlenimlerini kendinden vermesi, her şeyi, üstelik kendisini de kendine konu edinmesidir; varlığını edimselleştirmesi kendi içsel gücünden gelmesi, her şeyi gündemine alıp belirlemesi ile tekrar kendine dönüp kendinde kalmasıdır. Kendinden kalkıp kendine dönmesi salt doğa yasalarının hükmü altındaki dünyadan ayrı bir dünya olduğunu gösterir. “Dünyadandır, ama dünyalı değildir”.  Doğal içgüdülerine, arzularına gem verebilen ve iradesini istediği şeye yönlendiren doğaya aşkın bir kudrettir.

Bu hakikatin insanlık bilincinde ilk belirişlerini tinin o günün edimsellik düzeyine bağlı olarak nasıl ifade edildiğini görmek mümkün.

“Gılgamış doğuştan başkaydı: üçte ikisi tanrı etinden, üçte biri insan etinden” (I. tablet) bilincin çocukluk evresine karşılık gelen sezgisel bir biliş, mitsel bir söylem niteliğinde. Burada tanrı-insan arasındaki oranlama bir yana niteliksel bir ayrıma tanık oluyoruz. Tanrısal yan güç yetmezliğin, hükmü kesin olan bir kudreti; insan eti ise düşünsel yanı simgeler: “Uruk’un suruna çık, bir dolaş, incele temeli, gözden geçir tuğla duvarı, gör pişmiş tuğladan mı, değil mi, Yedi Bilge koymuş mu koymamış mı temellerini” (I. Tablet)
 
Tarihsel süreçte aynı nitelikleri dönemin karakterine uygun olarak başka yerlerde de ifade edildiğini şahidiz: “İnsanı kendi suretimizde, kendimize benzer yaratalım. (Tevrat, yaratış. 1/6)

“Rabbin meleklere, "Ben, kupkuru bir çamurdan, değişken, cıvık balçıktan bir insan yaratacağım."..."Onu, amaçlanan düzgünlüğe ulaştırıp öz ruhumdan içine üflediğim zaman… “(Hicr: 28-29)

“İnsan birbiriyle çelişen iki dünyada yaşamak zorundadır, öyle ki bu çelişkide bilinç de çırpınır durur, bir yandan öbür yana itilip çekilerek, şurada ya da burada doyuma ulaşma gücünü bulamaz “. Gerçektende, insanı bir yandan günlük edimselliğe ve dünyanın zamansallığına kapılmış, gereksinim ve sefillik altında ezilmiş, doğanın tehdidiyle yüz yüze kalmış, amaçlara ve zevke saplanmış, doğal içgüdülerinin ve tutkularının egemenliği altında sürüklenir durumda görürüz. Öte yandan insan, ebedi İdelere, bir düşünce ve özgürlük ülkesine yükselir; kendisine irade olarak yasalar ve tümel belirlenimler verir;” (Hegel))


Facebook'ta paylaş   |   Twitter'da paylaş


 | Puan: Henüz oy verilmedi / 0 Oy | Yazdırılabilir SayfaYazdır

Yorumlar


Henüz Yorum Yazılmamış

Yorum Yazın



KalınİtalikAltçizgiliLink  
Simge Ekle

    

    

    

    







İSTİHAB HADDİ
Türbülans vakaları iklim değişikliği etkisi mi?
Dünyanın gözü kulağı Ortadoğuda: İran-İsrail gerilimi tırmanıyor.
İsrail, Gazze'de yardım konvoyunu hedef aldı: Biri Avustralyalı 7 kişi öldürüldü
DEVLET-ULUSTAN FEDERASYONA, ekitap

Türkiye destekli Suriyeli savaşçılar Nijer'de ne yapıyor?
GÜNEŞE YOLCULUK
Cumhurbaşkanlığı seçimini reformcu Pezeşkiyan kazandı.
EKŞİ, "ERİK" TADINDA
BİR TUR DAHA

Türkiye'de açlık sınırı 20 bin TL'ye dayandı
Tayland esrarı yeniden yasaklıyor.
İstanbul kirada Avrupa’nın lideri
Türkiye AB’nin 6 milyar Euro mülteci yardımını nasıl harcadı, AB Sayıştayı’nın eleştirileri neler?
Yoksulluk sınırı bir yılda 24 bin TL arttı.

Fahri Kiamil
İki annenin başlattığı akıllı telefon karşıtı hareket çığ gibi büyüdü
Afganistan'da onlarca arkeolojik alan buldozerle yıkılarak yağmaya açıldı.
Franz Kolschitzky: Viyana Kuşatması'ndan Kalan Kahveleri Değerlendiren Girişimci
Kış güneşi arayan Britanyalıların adresi Türkiye

"İNEK BAYRAMI" ekitap
Dünya tarihini şekillendiren 6 içecek türü
Taş Kağıt Makas Oyunu (Jan Ken Pon)
"DUHOK KONUŞUYOR" ekitap
ENTERNASYONAL

“KADERİMİZ DIŞARDAN YAZILAMAZ - DIŞARI KADERİ BELİRLEYEMEZ…”
Niyetime İlham
KİBİRLİ GÜÇ ZEHİR - ERDEMLİ BİLİM PANZEHİR
KARARLILIK - KİŞİSEL ALTYAPI
TARİHSEL KİŞİLİK

Dünyanın ekolojik kaynakları haftaya tükeniyor.
Ormanlara yasal haklar verilebilir mi, tüzel kişiliği olan ormanlar var mı?
'Yeşil İslam' Endonezya'yı iklim çöküşünden kurtarabilir mi?
İsviçreli kadınlar AİHM'de görülen iklim değişikliği davasında zafer kazandı.
Yorgun dünya artık yavaş dönüyor

Türkiye, kişisel verileri en çok sızdırılan 19.ülke
Apple otomobili ABD'de üretime bir adım daha yaklaştı.
Yaşgünün Kutlu Olsun James Webb Uzay Teleskobu
Su ve deterjan olmadan çalışan bir çamaşır makinesi
Akıl okuyabilen robot tasarladılar

Kırık Camlar Teorisi
Dünyanın en eski şarabı 2000 yıllık Roma mezarında bulundu
Otizmin arkasından Neandertaller çıktı.
Beynimiz uykuda geleceği tahmin etmeye çalışıyor.
Bilim insanı Matthieu Juncker ekosistemi gözlemlemek için ıssız adada 8 ay tek başına kalacak.

Türkiye’den göç eden Türklerin sayısında 5 yılda %243 artış
BM: Dünya nüfusu 2084'ten itibaren gerileyecek
Dünya nüfusunun ruh sağlığı giderek bozuluyor
Haberleri takip etmeyenlerin sayısı artıyor…
İstanbulluların %44'ü kıt kanaat geçiniyor

"RAHATI KAÇAN" ADAM
GÜZİN'LE
GEÇİTKALE'DEN GELİYORDU...
GENÇ BİR YAZARA BİRKAÇ TAVSİYE
DEĞİŞİYOR, YOKSULLAŞIYOR

DEVENİN BOYNU
Çarpık Eğitim
Ziyafet
Kim Aptal, Kim Akıllı
SİVAS

Mimar Sinan: Bir Dehanın Yükselişi ve Osmanlı Mimarisinin Zirvesi
İskandinav Göçleri ve Vikinglerin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Hümanizm Nedir?
Osmanlı’da kahve kültürü, Osmanlı’da kahve isimleri..
Amerika’da Ayrımcı Politikalar ve Siyahi Mücadele Tarihi


kose yazarlari En Cok Okunanlar
Son 30 günde en çok okunanlar
En Cok Okunanlar










Basa git