Anadolu’nun tarihinde sandık önemli bir yer işgal eder. Sandık yapılırken mutlaka özen gösterilmesi gerekir. Aslında Türk toplumunun geleneklerinde sandık vazgeçilmez bir eşyadır. Ben de, evlenmeye karar verdiğimizde eşimle bir ev kiralamıştık. Ankara’da, Tandoğan Meydanı’na yakın Kubilay Sokak’ta bir çatı katıydı. Eve ilk taşıdığımız eşya, eşimin çeyiz sandığı oldu. Sandığın içinde neler yoktu ki? Evin içinde kullanılan her eşyanın üzerine örtülecek bir örtü bulunmaktaydı. Sehpanın örtüsü, masanın örtüsü, mutfakta bulunan rafların örtüsü, hatta bir hamam tası ile sabunluk bile vardı bu sandığın içinde. Sandık, masif ceviz ağacından yapılmış olduğundan oldukça ağırdı. Köşelerinde sarı metalden koruma amaçlı madeni köşelikler çakılmıştı.
Karşılıklı her iki yanında sarı metalden kulpları vardı. Önündeki kapak kilidine bile özenle işlenmiş sarı metalden anahtar deliği çerçevesi vardı. Sandığın ayaklarında, cevizden yapılmış ve üzeri oymalı işlemeler bulunmaktaydı. Bir yerde sanki sanat eseri yaratılmıştı bu sandıkta. Bu nedenle misafir odamızın en mutena yerine koymak gerekmekteydi. Ne de olsa bir gelinin çeyiz sandığıydı.
Sandığın çevresinde ve etrafında kabara çivilerle çakılmış, deriden şeritler vardı. Sandıkla aynı renkte uyum içindeydi. Deri çevrelemenin, ceviz ağacını olası olumsuz durumlardan koruma amaçlı olduğuna inanıyordum. Sandık, evimizin temel taşlarından biri olmuştu.
Evliliğimiz boyunca birkaç ev değiştirdik, taşınırken kamyona giren ilk eşya eşimin çeyiz sandığı idi. Özenle üstü örtülür, iplerle örtü korunur ve hamala verilen ilk eşya olurdu. Taşındığımız her evde bu sandık baş köşede yerini gururla alırdı.
İlk çocuğumuz erkek olmuştu, ertesi sene ikinci çocuğumuz kız oldu. Baba olmanın sevinci vardı bende. Kızımız doğduktan birkaç sene sonra evimize ikinci sandığı aldık. Eşim, “Kız çocukları çabuk büyür, bugünden sandığı doldurmam gerek” diyerek beni bu geleneğe ikna etmişti. Aldığımız sandık ise değişik bir yapıdaydı. Sanki mobilya olarak yapılmış, üstü işlemeli, çeşitli şekilleri içeren bir sanat eseri gibiydi. Seyahatlerimizde, bilhassa nüfus kaydımın bulunduğu Denizli ilinden geçerken, mutlaka döner tekstil çarşısına girip birkaç örtü, işlemeli bezler ve havlular almayı ihmal etmezdi eşim. Bu alınan bütün eşya, dönüşte evdeki ikinci sandığın içine girerdi.
Sandık deyip geçmeyin, tam bir dipsiz kuyu. Koydukça dolacağını düşünürsünüz; ancak bu sandığın, yani çeyiz sandığının, hiç dolmadığını izlemek bana mutluluk vermekteydi. Her seyahat dönüşünde bu sandığa mutlaka birkaç parça eşya girerdi.
Evlilik çağına geldiğinde kızımın eşi ile tuttukları eve taşıdığım ilk eşya, onun çeyiz sandığı idi. Mutluydum, en azından bir sandık mesuliyetinden kurtuluştu bu.
Torunlarımın her ikisi de erkek olduğundan bir üçüncü sandık mesuliyeti üstümde olmadı. Türk toplumunun kültürel mirası olan sandığın, yaşamımızın vazgeçilmez bir parçası olduğuna inancım tamdır.
Bu geleneğin Orta Asya’dan geldiğine inanırım. Seyrettiğim birçok belgeselde çadırlı, otağlı Türkmen çadırlarında da bir sandığın var olduğunu görmekteyiz. Sandık, o çadırın vazgeçilmez bir parçası, mütemmim cüzü oluşturmaktadır.
Daha sonraları dekoratif, çok eski bir sandık daha almıştım. Ancak bu sandığın içine hiçbir şey koymadık. Üzerinde çok güzel işlemeler vardı. Bir sanat eseri gibiydi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Anadolu’nun itilaf devletleri tarafından işgali sürecinde, olağanüstü şartlarda kurulmuş bir meclisti. Bu şartlarda olabilecek en demokratik işleyişle çalışmaktaydı. Her şehirden bir temsilcinin bulunduğu bir meclisti, ilk meclis. İçinde birkaç radikal dinci akım temsilcilerini de barındırmaktaydı.
Rauf Orbay’ın anılarında üzerine basarak belirttiği bir husus, Mustafa Kemal Paşa’nın demokratik, hukuk devleti tesis etmek için vermiş olduğu uğraşının karşısında olanların da meclis içinde var olmasına rağmen, Paşa’nın mutedil kalmasına şaşırmasıdır. Mecliste konuşulan her konuda Meclis’in oylama yapıp alınan kararı kanunlaştırması, bir başka deyişle sandıktan çıkan oy çokluğu ile kararların alınmasının, tam bir demokrasi örneği olduğuna inanmaktayım. Hatta konuların oy birliği ile alındığını Meclis kayıtlarında bulabilirsiniz.
Mustafa Kemal Paşa’nın, 28 Ekim 1923’te Çankaya’da yemekte, “Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz” sözleri, yenen yemeğin tatlısı gibiydi. Mecliste “Manda” konusunun ciddi boyutta tartışılmakta olduğu bir dönemde, böyle bir kanun maddesinin sandıktan nasıl bir oylama ile geçeceği merak edilmekteydi. Ancak bu tek madde ile verilen önerinin 29 Ekim günü Meclis’te oy birliği ile kabul edilmesi, sandığın önemini anlatmaya yetmişti.
Cumhuriyet tarihimizi bilmeyen bir faninin “Cumhuriyet sandıkta kurulmadı” diye absürt bir cümle kurmasını, özünde sandığı inkâr eden seviyesiz bir cümlenin sahibi olarak tanımlarım diye bir sözüm geldi, söyledim hem nalına hem mıhına.