A Yorum
  Acilis Sayfasi Yap Sik Kullanilanlara Ekle  

   
A yorum Kurum
iletisim
login
yayin ilkeleri...



yazi dizileri

Yazı karekteri : (+) Büyük | (-) Küçük

Erzurum'dan Bir Anı Öykü - Dişlerin Dostu

Kategori Kategori: Yaşam | Yorumlar 6 Yorum | 21 Aralık 2008 22:58:01

Çekiyorum arabayı Erzurum'un ünlü cağ kebapçısına... Erzurum'a herhangi bir sebeple gelen her ünlü kişi, bu cağ kebapçısına uğrarmış. Kimlerin fotoğrafları yok ki duvarlarda... Kim bilir "Buralardan geçmişlerdi!" diye bizim de adımız anılır belki bir gün...

Nihat Ziyalan'a
 
 
Dişlerin Dostu
                                              
 
Tam da ahmak ıslatan yağmuru!
 
Kapıdan çıkmamla girmem bir oldu. Erzurum’da sonbahar yağmurları öyle bir başladı ki… Bakıyorsun günlük güneşlik, bakıyorsun kova kova su dökülüyor gibi tepemizden. Sıcak bir odada pencere önünde oturuyor olsak tadına doyum olmazdı ya, üzerimizde akla en son gelebilecek giysiler, yanımızda koca bir sirk arabasıyla, bir çocuk evinin kapısındayız. Üstelik oradan çıkmama şansımız yok. On beş dakika sonra iki sokak ötedeki bir başka çocuk evinde olmak zorundayız.
 
Bir hışımla çıkıyoruz. Timsaha benzeyen ‘mikrop’ kostümümle en önde ben. Ardımda iki sevimli palyaço. Onları kirli bir diş, diş macunu, diş fırçası, anne ve küçük kız takip ediyorlar. Sapından sürüklemeye çalıştığım oyun arabasının tekerlekleri çamura battıkça palyaço kıyafetlerinin içindeki Nursen “Eyvah!” diyor sesli sesli… Çocuk evinin bal dök yala halılarını düşünüyor olmalı böyle feryat ederken… Nerden bilirdik bardaktan boşanırcasına yağacağını… Vakit de yok ki tekerlekleri silmeye. On dakika sonra oyuna başlayacağız. Daha perdeler asılmamış, dekor kurulmamış…
 
Arabayı kaldırıma sürükleyip küçük su birikintilerinden geçirmeye çalışıyorum. Ne kadar temizlenirse o kadar iyi.  Kapıda bırakalım desek olmaz. Perdelerimiz, aksesuarlarımız, müzik sistemimiz, küçük dekorumuz onun içinde… Üstelik oyunun bazı yerlerinde kullanılıyor da… Ahh şu yağmuru bu kadar sevmesem… Şimdi bir saçak altına sığınıp titreye titreye hayaller kurmak vardı…
 
Kırmızı benekli mavi şemsiyesinin altında tonton bir teyze fark ediyor bizi. Ağır aksak yürüdüğü yolda durup kamburunu doğrultmaya çalışarak tuhaf tuhaf bakıyor… Yağmurun altında belli belirsiz görünen, balonlarla, kedi merdiveni jelatinlerle süslenmiş bir arabayla, garip kıyafetli bu insanlar nereden gelip nereye gidiyorlar diye düşünüyor olmalı… Her gün gördüğü onlarca hayalden biri mi, yoksa gözünde canlanan çocukluk anılarından biri mi sanıyor bilmem, başını önüne eğip yoluna koyuluyor...
 
Çocuk evinin kapısı göründü. Ha gayret geldik sayılır! Dönüp ardıma bakıyorum. Palyaçoların makyajı boğazlarından aşağıya doğru akıyor. Diş hafiften ıslanmış. Macun ve fırçanın yüzleri kostümlerine gömülü… Anne, bluzunun kapüşonunu başına geçirmiş. En arkadan kız çocuğu geliyor. Örgülü saçlarından, pembe yanaklarından pırıltılı damlalar süzülüyor. Ben mikrop olduğumdan her türlü kirlilik yakışıyor kostümüme.
 
Bir adam oyunun hem yazarı hem de kötü kahramanı olur mu? Oluyor işte… Oyundan bir gün önce mikrobu oynayan arkadaşımız provanın yarısında randevum var deyip kaçarsa olur! Hem de onuncu provada. Ertesi gün iki ayrı yerde on beşer dakika arayla sahneleyeceğimiz umurunda mı! Çaresiz role ben talip(!) oluyorum. İki prova daha alıyoruz. Sanki oyunu yazan ben değilim... Replik falan hak getire… Uyduruyorum ha bire.
 
Altı ay önce Nursen okul öncesi çağındaki çocuklar için bir oyun yazmamı istediğinde “O da iş mi? Bir haftada çıkarırım!” demiştim… Nerde!… Tam tamına dört ayımı aldı. Çocukların dilini yakalamak, onlar gibi düşünmek, oyunun bir parçası olmalarını sağlamak, beğenmediklerine en acımasız eleştirmenden daha acımasız burun kıvırdıklarını bilmek, eğlendirirken, eğitici bir mesaj vermek, çözüm anlarında onları da işin içine katmak… Üstelik bütün bunları yaparken sahnede olanların hem oyun olduğunu hissettirmek, hem de hayatlarının en vazgeçilmez şeyi olan ‘oyun’u oturdukları yerden izlemelerini sağlamak… Kaç kere beceremeyeceğimi düşünerek vazgeçmek istedim de yiğitliğe gölge düşmesin diye devam ettim. Böylece dünyanın en zor şeylerinden birinin de çocuk oyunu yazmak olduğunu öğrendim.
 
Çocuk evinin aşçısı kapıyı açtığında hayatında ilk kez karşılaştığı bu manzaraya bakakaldı. Ayılmasını bekleyemedik. Arabayı da peşimizden sürükleyerek daldık içeriye. Aşçı kadının dili mi tutulmuştu ne, boş gözlerle baştan aşağı süzüyordu bizi. Merdivenlerden inen çocuk evi müdiresi elinde olmadan makaraları koyuverdi. Krize girdi sanki. Katıla katıla gülüyor. Nursen’in çantasından çıkardığı peçetelerle kurulanıyoruz. Birbirimizin yüzüne alık alık bakıyoruz ve biz de koyuveriyoruz kahkahayı… Hem de ne kahkaha! Aşçı kadını bile güldürüyoruz.
 
“Afedersiniz! Hoş geldiniz!” gülmesini tutmaya çalışan müdire söylüyor. “Salonu hazırladık.”
 
Arabamızın tekerleklerini bir güzel temizleyip salona geçiyoruz. Sandalyeler dizilmiş. Perdeler kapatılmış. Sahne olarak kullanacağımız alan boşaltılmış. Çocuklar üst kattaki salonlardan birindeler. Ara sıra kapı açılıyor, meraklı bir çift göz görünüyor ve arkadan merdiven patırtısı duyuluyor. Hemen üstümüzdeki salona girdiğini ve bizim geldiğimizi haber verdiğini duyuyoruz. Neşeli bir gürültüden sonra hep birlikte zıplamaya başlıyorlar. Az sonra meraklı başka gözler de sırasıyla bakıp gidiyorlar.
 
Bir önceki çocuk evinde acemiliğimi attığımdan perdeyi, müzik sistemini, ışıklandırmayı, dekoru göz açıp kapayıncaya kadar kuruyorum. Perdenin kapattığı sahnenin küçük köşelerinden birinde makyajlar tazeleniyor, kostümlere çeki düzen veriliyor.
 
“Ooo, bu ne hız? Siz hazırlıkları bitirmişsiniz.” diyor müdire hanım salona girerken. Ekliyor: “Çocukları alalım mı?”
 
“Alabilirsiniz.” Nursen perdenin yanından sevimli palyaço yüzünü göstererek söylüyor bunu. “Ama öğretmenleri yanlarında olsun.”
 
Perdeyi kapatıp giriş müziğini açıyorum. Çocuklar tapır tapır koşuşarak geliyorlar. İlk girenler doğruca perdenin yanındalar. Aralayıp arkasında ne olduğuna bakıyorlar. Gülümseyerek el sallıyoruz. Az sonra öğretmenleri de geliyor. Çocukların yerlerine oturduklarını ve sessizce perdenin açılmasını beklediklerini duyuyoruz. Oyunu Nursen başlatacak. Giriş müziğini yükselt, düşür ve perde!...
 
Oyun başlıyor. İki beceriksiz palyaço bin bir maskaralıkla çocukların dikkatini sahnede olacaklara çekiyorlar. Biz perdenin arkasında yan yana dizilmiş sessizce bekliyoruz. Diş fırçasını canlandıracak arkadaşımızın sahnedekilerle birlikte replikleri tekrarladığı gözümden kaçmıyor. Oyunun tamamını ezberlemiş sanırım.
 
Heyecanlıyım!.. Hem de bugünkü ikinci oyunumuz olmasına rağmen. Çocuk oyununda da bu kadar heyecanlanılır mı? Bir de ekibimizin en tecrübelisi benim sözde. Arkadaşlarımı yatıştıracağıma… Müziği kumanda eden ellerimin titremesini durduramıyorum bir türlü. Derin derin nefes alıyorum, yok! Sakinleşmeye çalışıyorum olmuyor. Neyse ki sahnede işler yolunda gidiyor. Çocuklar yüksek sesle güldükçe ben gevşiyorum.
 
Oyun yavaş yavaş asıl konusuna yaklaşıyor. Palyaçolardan biri diğerine o günün bilmecesini soruyor:
 
Bin bıyıklı, uzun saplı, dişlerin dostu, üstü macun kaplı.
 
Diğer palyaço düşünüyor, taşınıyor, bulamıyor cevabı. Çocuklardan yardım almaya karar veriyor. Bilmeceyi bir de onlara soruyor. Aralarından biri ayağa fırlayıp: “Kaşınmak.” diye bağırıyor. Çocuklardaki çağrışımlara şaşırmamak elde değil. Replikleri içinden tekrar eden diş fırçası bile bir an durup bu cevabı düşünüyor. Kostümümün küçük cebindeki not defterimi çıkarıyorum. Alelacele tek cümlelik bir not düşüyorum: Çocukların hayal gücüne hazırlıklı ol!
 
Bilmecenin cevabı bulunur bulunmaz palyaçolar bir masal anlatmaya başlıyorlar. Masal bu ya; küçük bir kız çocuğu annesinin öğütlerini dinlemeyip dişlerini fırçalamadan uyuyakalıyor. Rüyasında yeşil tüyleri, uzun tırnakları, sırtında sarı pürtükleriyle mikrobu görüyor. Onun, dişlerinden birini çürüteceğini öğreniyor. Bu sırada sahneye diş geliyor. Dişi canlandıran arkadaşımız benden de heyecanlı. Sahneye girmeden önce gözlerini kapatıp bir şeyler mırıldanıyor. Derin derin nefes alıp kendini sahneye atıyor. Sesinin tüm tatlılığıyla: “Bilin bakalım, ben kimim?” diye soruyor. Çocuklar hep bir ağızdan “İneek!” diye bağırmazlar mı? “Eyvah oyun gitti!” diyorum içimden. Daha doğrusu içimden söylediğimi sanıyorum. Yanımdakiler garip garip yüzüme bakınca toparlamaya çalışarak: “İnek, dediler duydunuz mu?” diye sırıtıyorum. Diş, bir anlık şoktan sonra çabucak rolüne geri dönüyor. Biz de derince bir ‘Oh!’ çekiyoruz.
 
Ardından mikrop –yani ben- sinsice sahneye süzülüyorum. Tam dişi sıkıştırmışken çocuklar fırçayı ve macunu sahneye çağırıyorlar. Kendilerini oyuna öyle kaptırıyorlar ki, öğretmenleri izin verse sahneye dalıp beni bir güzel pataklayacaklar. Çocukların yardımıyla diş kurtuluyor, mikroba dersi veriliyor. Ve mutlu son! Selam ve dans faslıyla oyun sona eriyor. Perdenin arkasında dansın bitmesini beklerken etrafa saçılan topları, oyuncakları toparlıyorum. Sırtıma dokunan küçük bir el hissediyorum. Ardıma baktığımda birkaç haşarı çocuğun hınzır bakışlarla beni süzdüklerini görüyorum. İçten bir gülümsemeyle: “Siz neden dans etmiyorsunuz bakiyim?” diye soruyorum. Hiç oralı değiller. Birden bire kostümümün kuyruğumdan tutup etrafımda öyle bir dönmeye başlıyorlar ki, bıraktıklarında ayaklarım dolaşıp yüz üstü kapaklanıyorum. Sırayla üzerime atlamaya başlamazlar mı! Kıkırdamalar, çığırışlar eşliğinde bir güzel boğuşuyoruz. Öğretmenleri zorla götürmese akşama kadar inmeyecekler tepemden. “Yine gelin!” diye diye gidiyorlar. Geliriz çocuklar, siz çağırırsınız da gelmez miyiz hiç? Hadi şimdilik hoşça kalın!...
 
            Çocuk evinden çıktığımızda aydınlık bir ilkbahar havasıyla karşılaşıyoruz. Sanki bir saat önce bizi sırılsıklam eden yağmur hiç yağmamış... Güneş tam tepemizde parıldıyor. Oyun arabamızı sürükleyerek çıkıyoruz. Arabayı park ettiğim yerde küçük su birikintileri oluşmuş. Onlar da olmasa yağmur yağdığına inanamayacağız. Oyun arabasını bagaja yerleştirip, yedi kişilik ekibimizle sıkış tepiş biniyoruz arabaya. Hepsine tek tek bakıyorum dikiz aynasından. Yorucu fakat güzel vakit geçirmiş olmanın tatlılığı ışıyor yüzlerinde. Turneye çıkmışız sanki.. Hadi üstüne iki oyun daha koyalım desem güle oynaya kabul edecekler. Tiyatronun büyüsüne kapıldılar artık. Zor kurtulurlar bu amansız hastalıktan!…
 
Sahne gerisinde yaşanan komikliklerden, unutulup uydurulan repliklerden, çocukların verdiği şaşırtıcı tepkilerden konuşarak ilerliyoruz. Arabanın radyosunda cızırtılı seslerden sonra kıpır kıpır, neşeli bir şarkı yükseliyor:
 
Bak bir varmış bir yokmuş, eski günlerde
Tatlı bir kız yaşarmış, Boğaziçi'nde…
 
Hep birlikte eşlik ediyoruz. Kendimizi öyle kaptırmışız ki; arkamızda duran arabanın camından beline kadar sarkan adamın el kol hareketlerinden, tükürükler saçarak bağırmasından yeşil ışığı unuttuğumuzu fark ediyorum. Vitesi doğrulttuğum gibi gaza yükleniyorum. Az sonra uzunca bir korna eşliğinde yanımızdan geçip gidiyor. Umurumuzda mı!...
 
Çekiyorum arabayı Erzurum’un ünlü cağ kebapçısına… Erzurum’a herhangi bir sebeple gelen her ünlü kişi, bu cağ kebapçısına uğrarmış. Kimlerin fotoğrafları yok ki duvarlarda… Kim bilir ‘Buralardan geçmişlerdi!’ diye bizim de adımız anılır belki bir gün… Nursen’le göz göze geliyoruz. Düşündüklerimi anladı mı? Sağ kaşını kaygısızca kaldırıyor. “Anılmasa n’olur!” demek istiyor olmalı. Garson’un elindeki şişler bir kılıç gibi bölüyor bakışlarımızı. Düşüncelerim sabun köpüğü gibi dağılıveriyor. Şimdi kebap zamanı. Lavaş ekmeğin arasına lokum gibi cağ kebabı, bir parça tatlı soğan, közlenmiş biber, üstüne de yayık ayranı… Gerisi hikâye…
 
                                   
Aralık 2008, Erzurum
 
Ümit Köreken


Facebook'ta paylaş   |   Twitter'da paylaş


 | Puan: 10 / 5 Oy | Yazdırılabilir SayfaYazdır

Yorumlar

nihat ziyalan { 26 Aralık 2008 13:01:28 }
YILBAŞI ARMAĞANI

tiyatro dalında önemli çalışmaları olan ümit koreken'in, yakın bir gelecekte oyun yazarı olarak

anıyı dönüştürerek yazdığı bu öykü bana yılbaşı armağanı oldu.

tazelik içeren sıcak bir öykü.

bu öyküyle ciddi sanat dergilerinin kapısını aralayağına inanıyorum.

yakında da kütabı çıkar umarım.

çok teşekkürler.

sydney'den anamın memleketi erzurumu'a, oradaki dostlara selam-sevgiler.

sydney'den dostlukla.

nihat ziyalan
yeliz erdoğan { 25 Aralık 2008 09:40:31 }
ümit abi tek kelimeyle harika kendimi o oyunun içinde hissettim bütün öykülerinde orada olamasak da bizi de oyuna katman dileğiyle sevgiler
deniz { 23 Aralık 2008 16:18:34 }
sevgili ümit, yaşamınızın, deneyimlerinizin içinden damıttın, neşeyle, içtenlikle bizlerle paylaştın.

bu çok şey söyleyen sevimli öykü için teşekkürler.

sevgilerimle, deniz
ali algül { 22 Aralık 2008 17:15:11 }
hocam cok güzel
ender filiz { 22 Aralık 2008 11:10:00 }
abi anı öykün çok güzel
İnan Cem CENGİZ { 22 Aralık 2008 08:11:35 }
Evet...
Diğer Sayfalar: 1.

 

Yorum Yazın



KalınİtalikAltçizgiliLink  
Simge Ekle

    

    

    

    







Dünyanın gözü kulağı Ortadoğuda: İran-İsrail gerilimi tırmanıyor.
İsrail, Gazze'de yardım konvoyunu hedef aldı: Biri Avustralyalı 7 kişi öldürüldü
DEVLET-ULUSTAN FEDERASYONA, ekitap
Dünyada altın madenciliği nasıl yapılıyor, kazalar ne kadar yaygın?
Afganistan: Aktivistlerden kadınlar için online dergi

AB, Türkiye'ye verdiği mülteci fonunun nasıl harcandığını öğrenemiyor.
Avustralya Dışişleri Bakanı Wong: Filistin'i tanımaya hazırız.
İngiltere'de polis, silah ruhsatı almak isteyenlerin eşleriyle de mülakat yapmaya başladı.
Beterin beteri var!
Sağ popülistler ilk kez AB Parlamentosu'nun kontrolünü ele geçirebilir…

Türkiye AB’nin 6 milyar Euro mülteci yardımını nasıl harcadı, AB Sayıştayı’nın eleştirileri neler?
Yoksulluk sınırı bir yılda 24 bin TL arttı.
Türkiye son 20 yılda faize 563 milyar dolar ödedi
Uber Avustralya'da taksi şoförlerine 178 milyon ABD dolar tazminat ödeyecek
Çin 2024 ekonomi hedeflerini açıkladı

Fahri Kiamil
İki annenin başlattığı akıllı telefon karşıtı hareket çığ gibi büyüdü
Afganistan'da onlarca arkeolojik alan buldozerle yıkılarak yağmaya açıldı.
Franz Kolschitzky: Viyana Kuşatması'ndan Kalan Kahveleri Değerlendiren Girişimci
Kış güneşi arayan Britanyalıların adresi Türkiye

"İNEK BAYRAMI" ekitap
Dünya tarihini şekillendiren 6 içecek türü
Taş Kağıt Makas Oyunu (Jan Ken Pon)
"DUHOK KONUŞUYOR" ekitap
ENTERNASYONAL

KİBİRLİ GÜÇ ZEHİR - ERDEMLİ BİLİM PANZEHİR
KARARLILIK - KİŞİSEL ALTYAPI
TARİHSEL KİŞİLİK
TARİHSEL İNSAN
SÜREÇ VE TARİHSEL ÖZNE

'Yeşil İslam' Endonezya'yı iklim çöküşünden kurtarabilir mi?
İsviçreli kadınlar AİHM'de görülen iklim değişikliği davasında zafer kazandı.
Yorgun dünya artık yavaş dönüyor
Avustralya’daki dev yosun ormanlarını yapay zekâ koruyor
2023'te sıcaklık rekoru kırıldı

Apple otomobili ABD'de üretime bir adım daha yaklaştı.
Yaşgünün Kutlu Olsun James Webb Uzay Teleskobu
Su ve deterjan olmadan çalışan bir çamaşır makinesi
Akıl okuyabilen robot tasarladılar
Sanal Gerçeklik, Artırılmış Gerçeklik , Metaverse, Sanal Uzay Nedir?

Bilim insanı Matthieu Juncker ekosistemi gözlemlemek için ıssız adada 8 ay tek başına kalacak.
Beynine çip takılan kişinin düşünceleri 25 dakika boyunca okundu.
14 Mart Pi Günü, Günün Kutlu Olsun Pi !
Tüm canlılar için en ideal sıcak
Avustralya’da 350 kişinin konuştuğu yeni bir dil gelişti

Türkiye artık yabancılar içinde ucuz değil…
2023'te 282 milyon insan açlık yaşadı.
Servet dağılımı adaletsizliği: Türkiye'de %1’lik kesim servetin %40’ını alıyor
BM Raporu: İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırısında soykırım suçu iddiası
Doğurganlık oranında 'büyük düşüş': Ülkelerin % 97'sinde nüfusun azalması bekleniyor

GEÇİTKALE'DEN GELİYORDU...
GENÇ BİR YAZARA BİRKAÇ TAVSİYE
DEĞİŞİYOR, YOKSULLAŞIYOR
“KİRAZ ZAMANI” SERÇELER, KİRAZ AĞACIMIZ, RAZZİA
Enflasyon Rehberi

UCUZ ET
Hesap
---İST
SANDIK
TAKSİ DURAĞI

İskandinav Göçleri ve Vikinglerin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Hümanizm Nedir?
Osmanlı’da kahve kültürü, Osmanlı’da kahve isimleri..
Amerika’da Ayrımcı Politikalar ve Siyahi Mücadele Tarihi
Dünyanın İlk Destan Kahramanı: Gılgamış


kose yazarlari En Cok Okunanlar
Son 30 günde en çok okunanlar
En Cok Okunanlar










Basa git