![]() |
|
![]() |
|
![]() |
![]() |
![]() |
|
Karınız Çok mu?
![]() Bir akl-ı evvelin, Türkçedeki a, u ve i gibi bazı harflerin üzerindeki şapkayı kaldırmaya karar vermesi üzerine (ilginçtir, Türkiye’ye göndermiş olduğum bir çeviriyi elden geçiren akl-ı evvel çömezleri bu şapkanın “yasaklanmış” olduğunu söylüyorlardı. Eh, ne de olsa biz herşeyi yasaklarla çözmeye çalışan bir millet değil miyiz?) kar ile kâr, hala ile hâlâ karıştırılır oldu, lâf sözcüğü “yulaf”ın ikinci hecesi gibi telaffuz edilir oldu, silâh sözcüğü, lâhmacun sözcüğü, helâl, fellâh, salâh sözcükleri şapkasızlıktan lala paşanın palası gibi suratımıza çarpar oldu. Geçenlerde bir karikatür gözüme ilişti. Birkaç yüzyıl önce ellerinde palalarıyla Avrupa’ya giden -görüş açınıza göre saldıran veya fetheden diyebilirsiniz- biz çok bıyıklı Türkler, ikinci karede ellerimizde döner bıçaklarıyla Avrupa’yı kuşatmış görünüyorduk. Döner bıçaklarının aslında palalardan daha etkili ve de daha kârlı olduğunu nihayet anlamış bulunmaktan her Türk’ün övünç duyması gerektiğinin altını mutlaka çizmeliyiz. Avrupa’nın her karlı zirvesine bir döner ocağı dikerek kârlı fütuhatta bulunmak atalarımıza yaraşır bir davranış olarak –bu arada köfteli ekmek satışları fena halde etkilenen Amerikalı fâtihlerin canını fena halde sıksa da- tüm dünyanın hayranlığını kazanmakta, biz Türklerin ne büyük millet olduğumuzu kanıtlamaktadır. Lâf (laf değil) nereden nereye geldi. Oysa bugün sizlerle karlı dağlardan değil, kârlı girişimlerden, bu kârların ne menem bir kargı anlamına geldiğinden söz etmek istiyordum. Efendim, hepimiz artık biliyoruz ki, sosyalizmden hâlâ söz eden bizcileyin özürlü dinozorlar dışında bugün dünyada ekonominin kâr temeline dayandığını, kâr temelinin harcının da insanların açgözlülüğü olduğunu kimse inkâr edemez. Muhasebede, bilanço çıkarıldığında kâr-zarar diye iki sütun oluyor. Yâni kâr madalyonunun öteki yüzü de zarar. Birisi kâr ediyorsa, bir başkası zarar ediyor demek oluyor. Ben kendi başıma ürettiğim birşeyi, mal veya hizmeti bana mal olandan daha fazlaya satarsam kâr etmiş oluyorum. Kâr ettim diye daha fazla üretiyorum, bu işin kârlı olduğunu görünce Ahmet Efendi de aynı şeyi üretmeye başlıyor, üretim artınca (arz-talep hikâyesi) fiyat düşüyor, kârım azalıyor. Piyasa ekonomisi denen sihirli değnek işlevini görmüş oluyor. Oh ne âlâ! (Alabalık’ın “ala”sı değil “âlâ”sı). O kadar da âlâ değil, Muallâ! Ben kârımın azalmasından elbette hoşnut olmuyorum; diyorum ki Ahmet Efendiye: “Yahu birader, bak sen bu işe girdin gireli kârım azaldı. Gel seninle anlaşalım, fiyatı belirleyelim, ikimiz de daha çok kâr edelim. İsmail efendi de bu işe girişirse kısa bir süre fiyatı düşürüp onu iflâs ettirir, sonra yine keyfimize bakarız”. Ticaret denen olayın kurallarını koyan Eski Ahit günlerinden beri bu iş böyle. Ama kalkıyor bir Sayın İsa, tapınaktaki tefecilerin tezgâhlarını darma duman ediyor. Kalkıyor bir Sayın Muhammed, “faiz haramdır” diyor. Hiçbiri kâr yasaktır veya haramdır demiyor, tefeciliğe, faizciliğe karşı çıkıyorlar. Peki faiz denen olay ne, kârdan ne farkı var? Faiz paranın fiyatıdır. Paranın fiyatı mı olurmuş? Cingöz Çinliler kağıda birşeyler basıp “bu paradır” diyene kadar bir malın değerine denk bir parça altın veya gümüş kullanırmışız. Herşeyi takas etmek güç olduğundan (ineğinizi sırtlayıp eşek sırtında taşınan beş çuval buğdayla takas etmek yerine) bu altın veya gümüş parçaları (bazı yerlerde renkli kuş tüyleri veya deniz kabukları) epeyce kolaylık sağlamış. Eskiler buna “kaime” (yâni altın yerine kaim olan, onun yerine geçen) demişler, halk ağzında bu “kayme/gayme” olmuş. Büyük şirketler her üç ayda ya da yılda bir ne kadar kâr ettiklerini açıklar. Kârı artmışsa o şirketin hisse senetleri değerlenir, kârı düşmüşse değer kaybeder. Bir mal veya hizmet sağlayan şirketler bir yandan (fiyatlarını fazla yükseltmeyerek ya da daha iyi mal veya hizmet sağlayarak) müşterilerini yitirmemeye, öte yandan (fiyatlarını yükselterek ya da masraflarını, ücretleri düşürerek, çalışan sayısını azaltarak) hisse senedi sahiplerini hoşnut etmeye çalışırlar. Örneğin Qantas bu yıl bir milyar dolar kâr ettiğini açıklar. Bu dengeyi tutturabilirse şirket serpilir, gelişir. Peki para ticareti yapan şirketler, yâni faizciler, tefeciler, yâni bankalar ne yaparlar? Bir kere bankalar ne mal, ne de hizmet sağlarlar. Senin paranı az faizle alıp çok faizle bana ödünç vererek tefecilik yaparlar. Sırada daha az sıra beklemeyi, ya da veznedarın güler yüzlü olmasını bize hizmet diye yutturmaya kalkarlar. Avustralya’nın 4 büyük bankasından biri geçenlerde 4 milyar dolar kâr ettiğini açıkladı. Bu banka piyasanın yaklaşık yüzde yirmisini elinde tutuyor. Diğer bankaları da hesaba katarsak demek ki bankaların yıllık kârı 20 milyar dolar civarında. Yani çoluk çocuk, genç ihityar, Avustralya’daki her kişi bankaların dipsiz dilek kuyusuna ortalama 1000’er dolar cuplamışız. 18 ile 65 yaş arası, yâni 47 yıllık bir çalışma hayatımız varsa herbirimiz bankalardan 47,000 dolar kadarlık bir kazık yemiş oluyoruz. Yâni eli yüzü düzgün, lüksçe bir arabayı herbirimiz bankalara hibe ediyoruz. Kazıklı Voyvoda daha insaflı idi. Kevin07, Mr James Bond gibi bunların hakkından gelecek mi dersiniz? Balık kavağa çıkınca!
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
![]() ![]()
| Tüm Yazarlar |
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() |
![]() |
|
![]() |