Tatiller ve gezmek, günlük yaşamının alışkanlıklarının dışına çıkma, bir silkinip zorunlulukların boğuculuğundan kurtulma olanağı veriyor. Yaşadığından başka bir ülkeye gitmek, o ülkenin dokusuna karışabilmek bir ayrıcalık. Biz anavatanından uzak ülkelerde yerleşmiş göçmenler için tatillerde ana vatana dönmek duygusal yanı ağır ilginç bir deneyim oluyor.
İnsan yaşadıklarının yoğunluğuna kendini kaptırmadan biraz dışarıda durup kendine baktığında duygusal hallerinin birbirinden farklılığı, yoğunluğu şaşırtıcı oluyor.
Yıllarca önce ayrıldığım doğduğum kente hep geri dönmüştüm. Bu kez 10 saatlik otobüs yolculuğu boyunca duygularıma baktım. Ayrıldığım kentin hayatımdan çıktığını ve bu kopuşu bir gerçek olarak kabul etmekle birlikte doğal bir süreç olarak algılayıp sindiremediğimi gördüm. Ayrılıkla kopuş donmamıştı. Ben değişmiştim kent değişmişti. Kopuşum derinleşmişti.

Elimde olsa hiç dönmeyebilirdim bu kente. Doğmuştum büyümüştüm ayrılmıştık bitmişti.
Bu kadar yalındı ama böyle yalın olmuyordu geri dönüşüm. Otobüs boyunca yalnızca o kente değil hayatımın o bölümüne de geri dönüyordum sanki…
Kah reddedilmiş bir çocuğun kaçtığı evine dönmesi gibi gergindim.
Kah heyecan içindeydim bildiğim, çok çok iyi bildiğim, bir zamanlar bir uzvum gibi benimsediğim mekanlar vardı onları bulabilecek miydim… ?
Yolculuğa başladığımda bir sonraki durakta inip geri dönmeyi bile düşündüm. Midem bulandı. Ter bastı. Üşüdüm. Sonunda tüm hallerimden sıkıldım. Uyudum. Kente yaklaştığımızda uyandım çevreye bakındım. Her şey yine bambaşka olarak değişmişti. Azgın bir değişimin pençesinde bir kente dönmüştüm. Doğduğum kentin adı vardı izi vardı kendi yoktu. Tıpkı yıllar ince bu kentte doğan Deniz gibi… adı vardı izi vardı ama kendi… o hep değişen kendi neredeydi ki… ?
O sabah aile evinde dinlendikten sonra oğlumla birlikte önce Anıtkabir’e gittik. CHP mitinginden dolayı Tandoğan durağında metro kapılarını açmadı. Beşevlerden taksi ile ulaştık Anıtkabir’e
Daha önce hiç girmediğim bir kapısından girdim. Doğruca önce Ata’nın huzuruna çıkmak istedim. Yorulmadan belleğime hiçbir başka gözlem duygulanma tıkıştırmadan önce… Büyük salona girmek Ata’nın yattığı mezar odasının üstündeki temsili mermer taşın önünde durmak kolonların aralığından Ankara’ya, güneşli mavi ışıklar içindeki tepelerine bakmak dinginleştirdi beni. Her şey değişiyordu. Ama bu mekanda dinginlik, güven, umut, arılık vardı. Tüm değişimlere karşın hepsinin içinde, merkezinde, olan biten herşeyin gözlemcisi ve duru yüreği olan bir mekandı burası.
Oğlumla müzeyi gezdik. Etkilendik. Bilgilenmek insan için hep biraz sarsıcı olmaz mı? Bilgilerin tazelenmesi bile olsa… Sonra dinlenme salonunda çay içtik, pasta yedik, güvercinlere baktık. Sakaların resmini çekmeye çalıştık. Sessiz, temiz, özenli, yalın gerçek bir dinlenme mekanı yaratılmıştı müzenin içinde.
Anıtkabir, temizdi. Yalındı. Görkemliydi ama gösterişsizdi. Tarihe ışık tutan bir mekan olarak özenle korunuyordu. Cumhuriyete ve büyük Ata’ya ne kadar yakışıyordu! Ülkeyi saran ateşli bozuşma hastalığının mikrobu oraya girememişti.
Anıtkabir’de başka bir Kemal’le daha buluştuk. Üniversiteden arkadaşım Kemal Doğan’la… Ateşli bozuşma mikrobunun etkilemediği, duru, gösterişsiz, dingin ama yoğun bir insan… Birlikte aslanlı yoldan Tandoğan’a indik. Miting alanına girdik. Arda, Kemal ve binlerce Ankara’lı , elimizde bayraklar Kemal Kılıcdaroğlu’nu bekledik. Miting alanında burukluk ama umut, kırıklık ama cesaret vardı. Kemal Kılıcdaroğlu’nun kürsüye çıkışı ile dalgalandı mitingi alanı… Burukluktan çok umut, kırıklıktan çok coşku ve sevgi ile aydınlandı meydan… Sevgiyle, umutla, cesaretle bir araya gelmiş binlerce kadın, anneler babalar, çocuklar, gençler, nineler, gaziler, aşıklar… dedik ki:
Doğuda ve Batıda
Kuzeyde ve Güneyde
Bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşcesine
Yürüyeceğiz!
Kılıçdaroğlu dönerken otobüsü yanımızdan geçti. El salladık. El sallıyor, elini yüreğine koyuyordu. Alçakgönüllü, dürüst, dingin kişiliği ile içimizde sevinçli bir heyecan uyandırdı.
Bozuşma mikrobunun zehiri yüreklerimizde. Ellerimizde onu kullanacak güç var.
Yıllar sonra bir daha Ankara’ya dönerken kim bilir, belki de halden hale girmeyeceğim.
Bozuşmadan kokuşmadan çoğalacak yurdumun sokakları.
Geçmiş dingin bir bilgeliğe, yaşanan gün sevinçle saygıyla var edilen paylaşımlara,
gelecek heyecanla umuda çağrışımlar yaptıracak…
Kim bilir?
10 Eylül 2010
İzmir