A Yorum
  Acilis Sayfasi Yap Sik Kullanilanlara Ekle  

   
A yorum Kurum
iletisim
login
yayin ilkeleri...



yazi dizileri

Yazı karekteri : (+) Büyük | (-) Küçük

Buralar Hep Bizim Artık

Kategori Kategori: Yaşam | Yorumlar 5 Yorum | Yazar Yazan: Deniz Günal | 03 Temmuz 2013 03:46:28

Elbette İstanbul'daki ikinci günümün önceliği Taksim'e gitmekti. Kadıköy, Karaköy, Tünel, İstiklal caddesi üzerinden Taksim... Yollarda her zamanki kalabalığı gördüm sanki, alışveriş edenler, duvar kıyılarında çalgıları ile para toplamaya çalışanlar, gençler, çocuklar, yabancı gezginler, çevik kuvvet polisleri ikili üçlü gruplar halinde, muhtelif noktalarda polis oldukları ellerindeki telsizlerden gelen seslerden belli olan siviller...

Melbourne’dan uğurlanırken biber gazı, cop yemeden gelmeyin demişti arkadaşlar. Direnişin şanından biber gazı, cop, olmadı küfür yemek. Bilmiyorum kısmet olacak mı?

Hava hoştu. Şiddet beklentisi yoktu. Korku, tedirginlik duyar gibi değildi hiç kimse. Hatta birkaç gün öncesine dek burada yüz binlerce insan yürümüş, biber gazı, cop yemiş, barikatlar kurup kendilerini polisten korumaya çalışmış gibi de değildi.  Duvarlardaki direnişe ait sözler resimler de  silinmiş, belli ki iyi bir temizlik yapılmış.



Taksim’de Atatürk Anıt’ın altında buluşacaktık Safiye ile. AKM’nin önündeki kalabalığa girmedim. Anıt’ın çevresi, gölgesinde oturanlar, resim çektirenlerle doluydu. Safiye, Gezi’nin arkalarından geldi. Yalnızca Gezi’yi değil Taksim’i, İstiklal’i, arka sokakları da artık evi bellemiş, köyünde tarlasında yürüyen bir insanın rahatlığı içindeydi. Nerede oturup çekincesizce konuşabiliriz diye sorunca, merak etme dedi, buralar hep bizim.

Bir yıl önce başlamışlardı Taksim’de imza toplamaya, Gezi’yi betonlaşmadan, halkın ortak belleğinden silip, sermayeye açacak projeden korumak için. Son zamanlarda ise gösteriler, şenlikler düzenlemişler, bir ay boyunca parkta yatıp kalkarak nöbet tutmuşlardı. Ülkenin başındaki bir efendi onlara, doğaya, şehrin kültürel mirasına sahip çıkan bu insanlara üç beş çapulcu demişti. Tomalarla, biber gazıyla, copla sökülmüşler Gezi’den, çevre sokaklara kaçmışlar,  evlere, dükkanlara, apartman boşluklarına sığınmışlar, birbirlerini tutup kaldırmış, yine öne atılıp yine girmişlerdi Taksim’e, Gezi’yi yine sahiplenmişlerdi…

Ne son bir yılda ne son bir ayda aralarında yoktum uzaktan izlemiştim ama ben de bir çapulcuydum yürekte, Havaya pek çabuk girdim. Buralar hep bizimdi ya artık, çevreme bakışım değişti, yürüyüşüm  rahatladı, yavaşladım. Güneşe değil de sevince boğulmuştu sokaklar.  Çocuklar bizimdi, köpekleri kedileri ailedendi. Dost sokaklarda dost insanlar arasındaydım, ön yargısız, vicdanı olan, cana saygı duyan,  güvenilir, temiz, dürüst… Korkacak, çekinecek bir şey yoktu.

İnsanın bir şehrin sokağında, evinin bahçesindeymiş gibi rahat güvende her taşını benimseyerek dolaşması, yalnızca çocukluk yıllarımda Tokat’ın bir kazası olan, annemin memleketi Erbaa’ya gittiğimizde yaşadığım duyguydu.  Kendi halinde insanların yaşadığı küçük bir kasabaydı sonuçta ama, insanları tanıyor, onlara güvenebiliyor, değişmeyen yapılarını, evlerini, duvarlarını, çevresini dolanı giden Yeşilırmağı; kuzeyindeki güneyindeki dağlarının, sokaklarındaki ağaçlarının gölgesini biliyordum. Oradayken oraya ait olabilmek doğaldı. Hem de hiç kimseyle aynı düşünceleri aynı özlemleri paylaşmadan. Kimseye bir şey kanıtlamadan, kimseye hesap vermeden.   

Bir aileye, bir okula, bir sokağa ya da bir vatana ait olabilmenin ön koşulunda olmalı diye düşünüyorum şimdi, koşulsuzca kabul edilip korunacağını bilmenin verdiği özgüven ile o yeri ve zamanı paylaştığın  başkaları için kendi benliğinde de aynı koruyucu, gözetici sevgiyi duyabilmek. Yalnızca insanlar için değil hem de, ağaçların, ırmağın, hayvanların da o yaşamın bir parçası olduğunu tüm benliğinde duyumsamak.

Düşünüyorum da, bütünlüklü bir insan olabilmek için ya da varlığın tüm oluşları ile bütünlenen bu koca yaşama ait olabilmek için önce bir vatana ait olmalı insan.

Safiye diyordum, güzel bir esnaf lokantasına götürdü beni. Temiz, ferah, hesaplı. Balık güzel salata nefis bira içebiliyorsun yanında… üstüne çay… haşhaşlı revani bir de… daha önce ne yedim ne duydum. Tadı bir harika.

Bir yandan Safiye’yi tanımaya çalışıyorum. İnsanları anlamanın ön koşulu düşünceleri ile eylemlerine tanıklık etmek. Onlara inanmak içinse düşünceleri ile eylemlerinin birliğini görmek yeterli.

Safiye’nin kendini doğanın ve insanın yaşam alanlarının korunmasına adama serüveni iş hayatından emekli olması ile başlamış. Bazı insanlara rahat batar. Aslında o rahatın batması değildir, hayata değer katmadan rahat edememektir. Sekiz yıl önce Hasankeyf’i ziyaret eder. Ilısu barajının yapımına başlanacağı yıllar. Batman’da tanıdığı, zekalarına hayran kaldığı gençleri üniversitede okutabilmek için para bulmaya karar verir. Onları üniversiteye başlatıp ilk yıllarını okumalarını sağlarsa gerisi gelir nasıl olsa diye bir yıl boyunca pazarcılık yapar. Her sabah eşi, onu ve torbalarını bırakır pazara. İncik boncuk ne varsa, toplanmış, bağışlanmış, takıya dönüştürülmüş süslüyor tezgahını. Kendi geçimi için değil, genç insanları okutabilmek için bunca çabası. Pazarcılar ona sosyetik abla demişler. Bu özverinin çabanın karşılığı  yerini bulmuş. Gençler başlamış üniversiteye.

Sırada Loç var. Halkın cahil, çaresiz kaldığı, ne yitireceğini bilmediği direnemeden yitireceği bir güzellik için kamp kurar çevrecilerle birlikte. Halkla konuşurlar ama daha çok dinlerler. Halksız direniş  olur mu? Yaşam alanları ne için, halk için değil mi? Yaşamın, kültürün sahibi halk değil mi?


Dert Etmek

Halkı, hayat olan doğayı, doğa olan canlıları dert edineceksin. Sevecek, kıyamadan hayranlıkla yaşayacaksın onu.

Yollara düşeceksin onun için. Doğaya duyduğun saygı aşk olacak. Aşık olunca Ferhat Şirin için dağları delmedi mi? Mecnun çöllere düşmedi mi?

Sırada Büyük Anadolu Yürüyüşü vardır. 2011 yılında doğayı insan yaşamının en yüce değeri olarak gören, Anadolu’ya sorumlulukla, aşkla bağlı bir avuç insan düşerler yola.

Derler ki:
"Son on yıl içinde tüm sularımız enerji şirketlerinin eline geçti. Üzerlerine binlerce HES ve baraj kuruluyor. Dağlarımız maden şirketleri tarafından parsellendi, delik deşik ediliyor. Yaşamımız, nükleer ve termik santrallerle tehlike altında. Feryadımızı duyan yok. Binlerce yıldır ekip biçtiğimiz tohumlar, yok olmaya başladı. Ormanlarımız, parça parça kesiliyor."

 Yürümeye başlarlar  eşekleri, atları develeri ile.

Derler ki:
“İnsanımız, doğduğu bereketli topraklarda artık doyamıyor. Köyünü, ata toprağını terk ediyor. Binlerce insan şehirlere göç ediyor ve kadim Anadolu kültürleri birer birer yok oluyor. Hızla kalabalıklaşan şehirlerimizde yaşamak her geçen gün daha da zorlaşıyor, maddi ve manevi bedeli artıyor.”  

Anadolu’yu yaşatmak için kendi halk irademizi kullanmaya karar verdik birleşiyoruz diyen, vicdan, sorumluluk sahibi doğaseverler, birer ırmak gibi yedi ayrı koldan akarak, 40 gün 40 gece Ankara’ya yürürler. Safiye de Doğu Karedeniz kervanındadır.

“Geçmişe olan saygımız ve çocuklarımızın geleceği için, doğanın hakları ve yaşam hakkımız için yürüyoruz.” Diye teperler onca yolu Ankara’ya...  Ta Gölbaşında durdurulana dek. Yine polis, yine çevik kuvvetle çevrelenir, rengarenk çadırları ile Gölbaşı’nda gelincik açarlar. Ama devlet kararlıdır hükümet hatta muhalefet de ciddiye almazlar bu girişimi. Halkın desteği de ne yazık ki çok sınırlı olur.

Olağanüstü özverili bu girişimin o günlerde çarptığı duvar, içine apolitik gençliği de alan bir halk hareketine dönüşebilirdi. Dönüşseydi belki de başbakan Recep Tayip Beyefendi’nin ve partisinin astığım astık kestiğim kestik tutumu bu kadar pervasızca böylesine bir kibirle sürmeyecekti. Hükümetin tüm ülkeyi, binlerce yıllık kültür varlıkları ile, koca bir halkın geleceğini hiçe sayarcasına talana açışının önü kapanacaktı.

Halkın özellikle gençlerin ayağa kalkışı o zaman gerçekleşmedi. Aradan geçen iki yıl içinde halkın öz kaynaklarına, derelerine, ırmaklarına, ormanlarına, koylarına el konmasının yanında, kibir ve büyüklenme ile bu halkın neye nasıl inanıp nerede nasıl davranacağına, ne yiyip ne içeceğine karışabileceğini düşünen, padişahlık özlemi içinde bir başbakan ile onun sayısız dalkavuğu insanların aklı, vicdanı, geleceği üzerinde hak iddia ettiler. Kadınların kaç çocuk doğuracağı, doğurup doğurmayacağı, normal mi sezaryenle mı doğuracağı başbakanın özel sorunu haline geldi. İnsanların ne zaman nerede alkol alabileceği başbakanın dini inançlarının gereğine göre düzenlenir oldu.  Başbakan aymazlık içinde, mülküymüşçesine kaynaklarına el koyduğu Türkiye Cumhuriyet’inin kurucularına bir mahalle serserisi ağzı ile iki ayyaş diyebildi.

Başka bir ülkedeki iktidarı yıkabilmek için açık açık teröristler desteklendi, beslendi, hatta öyle şımartıldı ki, kendi topraklarımızda katliam yapabilme cesareti bile buldular. Ne yazık ki katiller bulunmadı belki de korundu ama  aynı başbakan bu  katillerin cehenneme ölenlerin ise cennete gideceğini bildirerek konuyu kendince kapattı. Kadına şiddet durmadı. Çocuk gelinlerin sayısı arttı. Ülke bir AVM ve TOKİ cehennemine dönüştü. Dünyada bir ilk gerçekleşti. Ülkenin anayasası ile güvence altına alınmış varlığına, değerlerine karşı savaşan bir terör örgütü ile anlaşmalar yapıldı, bu terör örgütünün üyeleri ellerini kollarını sallayarak dolaşır hale geldiler. Bir yandan binlerce iktidar karşıtı,  öğrenci, gazeteci, akademisyen, ordu öğrenci mensubu hukuk dışı olarak içeri alındı. Ülkenin eğitim politikaları, çağdaş uygarlığın amaçladığı soran, araştıran, yaratan beyinler yetiştirmek için düzenleneceği yerde tam tersine, bir dinin belli bir mezhebinin belli bir hayat yorumunu olduğu gibi kabul eden ve tüm kişisel ve kamu yaşamını buna göre biçimlendirecek kuşaklar yetiştirmek üzere elden geçirildi.


Son Damla
 
Artık çok ama çok açık anlaşıldı ki bu iktidar bu ülkeyi yalnızca satmaya değil parçalamaya, cumhuriyeti yok edip ondan kendilerine kişisel krallıklar çıkarmaya gelmişti. 2000 yıl boyunca krallara, sultanlara kulluk etmiş Anadolu halkının, Türkiye Cumhuriyeti ile kazandığı eşit yurttaş olma, fikri vicdanı irfanı hür birer insan olma haklarından geri dönüşü hızlanmıştı.  Son olarak, Başbakan Recep Tayyip Beyefendinin, İstanbul’a 3. köprüyü yapma kararı, köprünün adının alevi katili bir Osmanlı sultanından alınması, iktidarın halkın değil yalnızca bir mezhebin o da cahil bir yorumunun temsilcisi ve fırsatçısı olduğunu kanıtlar. 

Tüm halkın ortak yaşam alanı olan, Cumhuriyetin ortak belleğini oluşturan Taksim Gezi Parkı’nın, ısrarla bir alış veriş merkezi ve lüks bir yerleşkeye dönüştürülmek istenmesi, yeşili korumak için canını tam anlamıyla dişine takarak kendini kepçelerin önüne atan 50 kadar doğa severe uygulanan polis şiddeti ise, bir türlü tepki vermeyen sabırlı suskun halkın kabını taşıran son damla olur.

Hep beklediğimiz ama niye olmadığını, bir türlü anlayamadığımız halk hareketinin başlamasına neden olan o son damladır Taksim Gezi Parkı.

Kap dolarken, son damla ile taşarken Safiye oradadır. Çektiği resimleri, düşüncelerini, korkularını, gözyaşlarını paylaşır. Bir yandan sevdiklerini, Gezi’ye sahip çıkan gençleri, çocukları korur gözetir. Onlarla birlikte umudu, sevinci yaşar, paylaşır.


Bir direnişçi bir günde yetişmiyor.


İktidarın polisinin orantısız güç ve şiddet uygulaması,  yandaş ve ana akım basının ya sessiz kalması ya da eylemcileri karalamaya kalkışması ile halk hareketi çılgınca büyür.

Özellikle gençlerin, kadınların başı çektiğini görürüz eylemlerde. Olağanüstü zeka, yaratıcılık, gülmece, insancıllık, şiddetten uzak yalnızca kendini korumaya yönelik akıl ve çevikliğin var olduğu, siyasi partilerin, oluşumların, ezeli düşman futbol taraftarlarının kolkola omuzomuza yollara dökülüp kendini  biber gazının önüne attığı bu halk hareketi dünya tarihine bir ilk olarak geçecektir. Belki de başka hiçbir toplum hiçbir kültür böyle bir halk hareketi yaşamayacak. Gerek de yok, belki olmasın, ama  ‘Her yer Taksim her yer Direniş’  eminim daha on yıllarca toplum bilimcilerce incelenecektir.

Bir direnişçi aslında bir günde yetişmiyor. Önce hak duygusu gerek: Vicdan yani. Günlük çıkarlarının altında kalmayacak özü som aşk olan. Sonra cesaret: Adaleti bilen, savunan insanın korkusuzluğu. Ve utanma… Bir yerde bir kötülük yapıldığında sen yapmışsın gibi utanacaksın.

Bu harekete uzaktan bile olsa tanıklık etmek güzel ama hareketin tam içinde olan insanlarla tanışmak, söyleşebilmek insanın içindeki o direnişçi ruhunu besliyor, büyütüyor. 27 mayıs pazartesi gece 10:45de,  ne hikmetse çalışmaya başlayan kepçenin önüne geçip, durduran ilk kişi ile tanışmak  örneğin… Sessiz, durgun, alçakgönüllü bir insan Mustafa Cevdet Arslan, düşüncelerini güvenle paylaşıyor, insanın en yüce değeri olarak gördüğü yaşam alanları için verdiği savaşım ile bütünleşmiş gibi kişiliği. Gezi Direniş tarihinin ilk sayfasında ilk satırında olmanın, o tarihi yaşamanın gururu var  gözlerinde.
 
Bir ağacı kurtarmak için gece yarısı birilerinin ilk aklına gelen olmak, koştura koştura gidip kendini o kepçenin önüne atmak… Bu, seviyorum öyleyse varım demek değil mi? Bu varoluşun en güzel hali değil  mi?

Mustafa Cevdet Arslan’ın savaşımı 1985 yılında başlıyor. Ekolojik mücadelenin gereğini fark edip ekoloji politikalarının geliştirilmesi üzerinde düşünce üretiyor. Yeryüzüne Özgürlük – Hayvan Özgürlüğü derneklerinin kurucularından. Türkiye’de doğal yaşamın korunması, hayvan haklarının tanınması konularında ciddi çaba gösteren çok sayıda insan yoktu belki ama bu derneklerin ve üyelerinin her zaman yankı bulan ısrarları ve önemli eylemleri olduğu da bir gerçek.


Mustafa Cevdet Arslan’a yaşamını ekolojik mücadeleye adamış bir insan olarak, Gezi Parkı direnişinin örgütsüz yüz binlerce insanı nasıl bir araya getirdiğini soruyorum.  Bu hareket ne kadar birdenbire ne kadar örgütsüz başlamış gibi görünse de orantısız polis şiddeti ne kadar halkı harekete geçiren en önemli etken olsa da, yıllar boyunca çeşitli derneklerin verdikleri kimi zaman basına da yansıyan mücadele ile çok sayıda insana ulaşmayı başardıklarını, örgütsüz büyük kitlelere karşı örgütlü az sayıda insanın hareketin çekirdeğini, toparlayıcı gücünü oluşturduğunu belirtiyor.

Israrla atılmış doğaya saygının tohumları. Doğasız insanın da var olamayacağı gerçeği belki içgüdülerimizde belki de doğaseverlerin çabaları ile hem bilinçaltımıza hem bilincimize yerleşiyor.


Gezi’den öğrendiklerim var

Önümüzdeki günlerde, doğal yaşam alanları ile yurttaşlık haklarına, bireysel özgürlüklerine  sahip çıkan bu halk hareketinin neler başaracağını hep birlikte göreceğiz.

Talana açılan ormanlarımızı, derelerimizi, kültürel miraslarımızı birer birer kurtarabilecek miyiz?

Demokrasinin ne olduğunu bilen, onu hak ettiğini kanıtlayan halkımız, gerçek anlamda demokrasiye kavuşacak mı? İradesi tam anlamıyla sandıktan çıkabilecek mi?

Hem devletin hem terör örgütlerinin, hem de eğitimsiz, sevgisiz bırakılmış psikopatlaşmış insanların uyguladıkları şiddetten, baskıdan yılan gençlerimiz, özlediği, hak ettiği barışa, güvenli, umutlu bir geleceğe yürüyebilecek mi?

Gezi ile başlayan tüm yurda büyük ölçüde yayılan bu eylemlerin bana gösterdiği şu. Politikacılar, uluslararası sermaye, ağalar, aşiret reisleri, dinci oluşumlar  ellerini halkın üzerinden çekseler, bu gençlerle, onların anneleri babaları ile barış da kardeşlik de özgürlük de üstelik yaratarak, üreterek, paylaşarak, eğlenerek yaşanabilecek bu memlekette.

Yunus Emre’nin, Mevlana’nın, Şeyh Bedrettin’in, Pir Sultan’ın ocağında yakılan bu ateşin her kıvılcımında Anadolu insanının insancıllığı, barışseverliği, özgürlük aşkı yansıyor.

Bunu bile görmek, yaşamak çok güzeldi; insana, Anadolu’ya güvenmek için yetti.

Gerisi kederlerle sevinçlerin ilmek ilmek örüleceği, belki özgürlük mavisi belki de kan kırmızı bir kilim olacak.

Rasgele, aşkola diyorum.
 

Facebook'ta paylaş   |   Twitter'da paylaş


 | Puan: 10 / 6 Oy | Yazdırılabilir SayfaYazdır

Yorumlar

pinar ozkan { 15 Temmuz 2013 09:43:46 }
Denizleri astin geldin buralara, gordun buralar bizim, o guzel yuregin artik hep bizimle deniz kizi...direnis gunleri.... Cemil Eren Heybelide bekler bizi, yarin simidimizi bol alalim martilara da atmak icin...
Ozlem Yilmaz { 04 Temmuz 2013 04:00:09 }
Deniz abla, cok guzel bir yazi olmus. Tebrikler
Safiye Yüksek Öcal { 04 Temmuz 2013 00:36:53 }
O kadar gaz yedim,vücuduma darbe yedim,acı hissetmedim,Hissettiğim ızdırap ve yürek acısı gençlerin ve çocukların Gezi ile ilgili yaptıkları yaşama alanını savunma ve özgürlük mücadelesinde ,uğradıkları haksız iftiralar ve kayıplarıımız dı..
Sevgili Deniz,bizleri sen ve senin gibi canlılar ayakta tuttu...
Kalemine emeğine yüreğine sağlık.
Adaletin,Hukuk un tez zamanda tecelli etmesi dileğiyle,
meltem hincal { 03 Temmuz 2013 08:31:30 }
Diline, gonlune, gecene saglik. Doga hayvan insan ulke bayrak millet sevgisi kolay yetismiyor..kendi ulkesine kendi milletine kendi vatanina kendi dogasina ihanet edenleri de dış mihraklar kolay yetistirmiyor..ama cok kolay gozden cikarabillr. Dersin bu kismini ogretmiyorlar onlara, onlar da vazgecilmez gozden cikarilamaz saniyorlar kendilerini...ne gaflet..emsallerinin sonlarindan ders bile alamayacak kadar kibire dusenler onlar..aşkola.
Sedat Erdemir { 03 Temmuz 2013 04:06:01 }
Cok guzel bir yazı Deniz çok etkilendim guzel bir özet yada herseyi ortaya tarafsız durustce ortaya koymussun teşekkür
Diğer Sayfalar: 1.

 




Papa Françesko yaşamını yitirdi.
Yunanistan Türk yatırımcıların adalara ilgisinden endişeli
Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi'den Avrupa'ya İmamoğlu ile dayanışma çağrısı
Yüzlerce öğrenciden ABD'yi terk etmeleri istendi.
Avrupa'da İmamoğlu çıkmazı: Çıkarlar mı değerler mi?

Hindistan - Yeni Zelanda: Sessiz ama Kritik Bir Ortaklık
Gazze'de gıda stokları tükendi: Açlık krizi derinleşiyor
Suriye nasıl kutsallaştırıldı? Suriyeliler umutlu olabilir mi?
Penguen ve foklara da vergi uygulaması…
Trump'ın politikaları ABD'nin 50 eyaletinde protesto ediliyor.

Trump: Çin'den ithal edilen mallara uygulanan gümrük vergisi oranı % 125'e çıkarılacak
Trump yeni gümrük vergisi tarifelerini açıkladı.
Avrupa’nın en az et yiyen ülkesi Türkiye: Fiyatlar 5 yılda % 1230 arttı!
Türkiye'de ekonomi bir kez daha belirsizlik döneminde
ABD-Çin hattında ticaret savaşı: “Soğuk Savaş’tan beri görülmemiş bir rekabet”

Avrupa gözünü ABD'li akademisyenlere dikti.
Türkiye'de Covid-19 salgını yaşam süresini azalttı.
Uzmanlar uyardı: "Uzun yaşayanlardan tavsiye almayın"
Fahri Kiamil
İki annenin başlattığı akıllı telefon karşıtı hareket çığ gibi büyüdü

JAK İHMALYAN'DAN: “RESİM ANLAYIŞIM”
Jak İhmalyan sergisi İstanbul'da
MADELEİNE RİFFAUD, 1924-2024
KOLLEKTİF OYNAMALI KAZANMAK İÇİN
Oxford Sözlüğü yılın kelimesini seçti: Beyin çürümesi

Yapay Zeka Felsefesi
Tutunarak kalmak mı? Bulanmadan donmadan akmak mı?
Tokyo’dan Hasanlar’a, Kudüs’te bir mahkemeden bizim buralara…
“KADERİMİZ DIŞARDAN YAZILAMAZ - DIŞARI KADERİ BELİRLEYEMEZ…”
Niyetime İlham

Dünyanın hareket halindeki en eski buzdağlarından biri yaban hayatı cenneti ile çarpışabilir
Yarasaların azalmasıyla bebek ölümlerinin ilişkili olduğu ortaya çıktı.
AB İklim İzleme Servisi: 2024 yazı kaydedilen en sıcak yaz oldu.
Akdeniz'deki yaşam yok oluşun eşiğine gelmiş.
Su üzerindeki iklim değişikliği baskısı Türkiye'yi su fakiri olmaya sürüklüyor.

Çin, HDMI ve DisplayPort alternatifini piyasaya sürdü.
Telefonlar depremi 30 saniye önce bildirdi…
Çin'den gövde gösterisi: Yarı maratonda robotlar insanlarla yarıştı…
Çin'in 10 yıllık yüksek teknoloji planı nasıl işledi?
Devrimsel Bir Teknoloji: Kaykay Şasi

NASA'nın en kuvvetli teleskobu, evrendeki beklenmedik gelişmeyi ortaya koydu.
İncil'de sözü edilen mistik ağaç 1000 yıllık tohumla yeniden yetiştirildi.
Karıncaların 66 milyon yıldır tarım yaptığı ortaya çıktı.
Antik Mısır'daki popüler masa oyununun şaşırtıcı kökenleri ortaya çıktı.
At binmenin kökenine dair ezber bozuldu.

Af Örgütü: Türkiye'de yargıya müdahale derinleşti
"Türkiye'de gazeteciler baskı ve yıldırma ile karşı karşıya"
Uluslararası Şeffaflık Örgütü tarafından 2024 yılı yolsuzluk algı endeksi açıklandı!
Türkiye OECD’de gelir eşitsizliğinin en yüksek olduğu 4. ülke
2023 yılında Türkye’de çocukların cinsel istismarı hakkında 40.000'den fazla dosya açıldı.

Post-truth dünyada adalet nedir?
1919-1922'de Bir Mayıs’lar, Gösteriler, Yürüyüşler
Türkiye halkı otokrasiye direniyor. Sessizlikten daha fazlasını hak ediyorlar.
Kakao Endüstrisinde Çocuk İşçiliği: Tadı Kadar Tatlı Değil
Dan O’Dowd, Tesla’nın Zehirli Kültürü, Başarısız Abartı ve BYD’nin Yükselişi Üzerine

KURBANIM BUGÜN
KAZ DAĞI
GÜNÜN HABERİ
NE İSEN O
KILAVUZ KARGA

Mimar Sinan: Bir Dehanın Yükselişi ve Osmanlı Mimarisinin Zirvesi
İskandinav Göçleri ve Vikinglerin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Hümanizm Nedir?
Osmanlı’da kahve kültürü, Osmanlı’da kahve isimleri..
Amerika’da Ayrımcı Politikalar ve Siyahi Mücadele Tarihi


kose yazarlari En Cok Okunanlar
Son 30 günde en çok okunanlar
En Cok Okunanlar










Basa git