
Bayramlar denince, aklıma hep çocukluğumdaki bayramlar gelir. Her biri ne kadar güzel ve değerli hatıralar barındırır… Her bayramda çocuklara yeni giysiler alınır, hatta yeni ayakkabım da genelde bayramlarda alınırdı. Hiç unutmam, yeni ayakkabımı yatağımın başucuna koyar, deri kokusuyla uykuya dalardım. Siz hiç deri kokusuyla uyudunuz mu? O ne muhteşem bir histir, yeni bir ayakkabıya sahip olmak… Bayram sabahı erkenden kalkılır, bayram namazı için camiye gidilirdi. Dini iki bayram, her yıl değişen aylarda kutlanırdı. Bahara denk gelen bir bayram, birkaç yıl sonra yaz mevsimine rastlardı.
En çok da Kurban Bayramı’nda evlerde büyük bir telaş olurdu.
Tarihsel olarak nerede geçtiği kesin bilinmeyen bir hikâyeye göre, Abraham Efendi'nin çocuğu olmaz. Tanrıya her gece “Eğer bir erkek evladım olursa, sana kurban edeceğim” diye dua eder. Gün gelir, İshak dünyaya gelir. Abraham çok sevinir. Ancak bu arada İshak’ı tanrıya kurban edeceğini hatırlar.
Oğlu bir yaşa gelince, konuyu açar ona. Ve bir sabah eline bıçağını alır, kurban ritüeline başlar. Oğlunu yere yatırır. Elinde keskin bir bıçak... Tam kesmek üzereyken melekler gökten bir koyun indirir Abraham’a: “Al bunu kes, evladının yerine” derler.
Böylece İshak bu travmayı atlatır. Daha sonraları kim tarafından nasıl konduğu bilinmeyen bu olay, bir kurban bayramı olarak İslam dinine monte edilmiştir. Her semavi dinde “kurban” konusu işlenmiştir. Hatta çok tanrılı dinlerde, Paganlar’da bile kurban konusu yer alır, mabetlerinde bu iş için sunaklar inşa edilmiştir. Günümüze kadar ayakta kalan Tarsus’taki Donuktaş Mabedi'nde doğuya bakan duvarın içinde, kurbanlar için yapılmış sunak hâlâ duruşunu korumaktadır.
Çocukluğumda, bir Kurban Bayramı’nda Eskişehir’de teyzemlerdeydik. Teyzemin görümcesi Zeliha Zeytinoğlu, bir kamyon dolusu kurbanlık koyunu mahalle halkına dağıtmış, onların da kurban kesmesini sağlamıştı.
Kurban Bayramı’ndan birkaç gün önce kurbanlık koyun aranırdı. Bulunduğunda besiciyle sıkı bir pazarlığa oturulur, eller bağlanır, sallanır, üç aşağı beş yukarı bir fiyatta anlaşılırdı. Eve getirilen koyun kömürlüğe konur, önüne bolca yonca ve bir kova su bırakılır, sonra bayram sabahı beklenirdi.
Bayram sabahı namaza erkenden gidilir, camide bir köşeye oturulurdu. Hoca efendi vaaz kürsüsünden birkaç Arapça cümle okur, ardından bunları açıklamaya başlardı. Bilir misiniz? Kendi dilinde ibadet edemeyen tek halk, Türk halkıdır. Vaazın ardından bayram namazı kılınır, cemaatle bayramlaşılır, sonra halk kurban kesme ritüeli için evlerine dağılırdı.
Milli bayramlarda böyle hazırlıklar olmazdı. O günlerde evlerimizin pencerelerine bayrak asılır, okula gidiyorsak törenlere katılırdık. Hiç unutmam, 1951 yılında Ankara’da 23 Nisan günü, Meclis Başkanı Refik Koraltan, Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes’i ziyaret için okullardan temsilci çocuklar seçilmişti. Okuduğum Kurtuluş İlkokulu’nu temsil etmek üzere ben seçilmiştim. Otobüslerle Meclis’e, oradan Pembe Köşk’e ve Başbakanlığa gitmiş, devlet büyüklerinin ellerini öpmüştük.
Çocukluk bu ya, neye odaklandığımızı bilemezdik.
Yıllar geçti, 27 Mayıs’ta askeri müdahale oldu. Sonrası Kayseri günleri, Yassıada günlükleri ve hazin bir son… Ancak önemli bir tespit şu: 650 sene padişahlıkla yönetilmiş bir ülkede demokrasi kavramını özümsemek beş on senede mümkün olmuyormuş. Çoğunluğu yobaz olan, hatta %75’ten fazlası cahil bir toplumda, demokrasi kişiden kişiye anlam değiştirdiğinden, yüz senede bile işleyişini görmek hayal olabilir.
Bir diğer konu da zihnimi kurcalamakta: Ekonomide, teknolojide ve bilimde temayüz etmiş bir tek Müslüman ülke ismi aklıma gelmemekte. Bunun nedenlerinden biri, dinin yanlış yorumlarla topluma baskı aracı haline getirilmesi olabilir mi? Sözde din bezirganlarının topluma dayattığı anlamsız yaşam değerleri de cabası. Kanımca doğru bir tespit bu.
Yaklaşan bir başka Kurban Bayramı öncesi, ülkemizin din işleri sorumlusu, vekâleten kurban payı almanın ücretini açıkladı: TL 13.500. Bu miktar Diyanet’in kasasına yatırılırsa kurban payı alınabileceğini, hak sahibine de 2 kilogram et verileceğini söyledi. Diyanet’in bütçesi yetmiyor olmalı ki, halktan kurban katkı payı istemekte. Birçok bakanlıktan daha büyük bütçeye sahip bu kurumun, topladığı paralarla ne yaptığı ise meçhul. Harcamaları Sayıştay denetiminden kaçtığı için, kamuoyu bunları bilememekte. Yine bir kurban bayramında, bu kurum bir asgari ücretlinin maaşını istemekte, aynı Kızılay’ın çadır satması gibi diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.