![]() |
|
![]() |
|
![]() |
![]() |
![]() |
|
Selanik Yolunda (1)
![]() Gece yarısının artık çok uzak olmadığı bir saatte biniyoruz taksiye. Kadıköy yakasından gelenleri alıp Taksim’e götürecek, geziye Avrupa Yaka’sından katılanlarla birleştirecek olan otobüs, Kadıköy Evlendirme Dairesinin oralarda bir yerde bizi bekliyor. Taksiden iniyor, bekleyenlerle selamlaşıyoruz. Valizlerimizi bagaja verip, geciken üç beş yol arkadaşımızı beklerken “iyi akşamlaşan”ları izlemeye, birbirini tanımayan ama aynı hedefin birleştirdiği bu insanların bölük pörçük sohbetlerine kulak kabartmaya, çoğunlukla sorulan aileniz Yunanistan’ın neresinden sorusuna verilen cevapları dinlemeye, bana sorulan sorulara cevap vermeye başladıkça yolculuk havasıyla sarıp sarmalanıyorum. Yunanistan’a doğru yola çıkmak üzereyiz. Günün moda deyimiyle köklerimizi bulmaya. Hepimizin değilse de (eşinin ailesi mübadil olduğu için geziye katılan annem ve asıl amacı Atatürk’ün doğum yerini görmek olan teyzem gibi birkaç kişi var) çoğunluğun ataları Yunanistan’ın Kuzey Doğu topraklarında bir yerlerde doğmuş, Lozan Barış Antlaşmasında verilen mübadele kararıyla Anadolu topraklarına yollanmışlar. İkinci üçüncü kez gidenler var otobüste. Annelerinin babalarının ya da büyükanne, büyükbabalarının topraklarını bir kez görmenin yetmemiş olduğu kişiler. O topraklara yeniden ayak basmak, o yoğun duyguları bir kez daha duyumsamak için yola çıkmış olanlar. Merak ediyorum... Bu kişileri, tatillerini değişik yerlerde geçirmek yerine iki kez, üç kez atalarının köylerine, kasabalarına götürten nasıl bir duygu? Benim ilk gidişim, ilk öncesi duyguları, düşünceleri biliyorum, anlıyorum. İkinciyi... Üçüncüyü... Henüz değil. Geceyarısına çok az kala Taksim’e varıyoruz. Gezi Oteli’nin önü kıpır kıpır. Çok eskiden yıllar önce Gezi otelinin lobisinde içmiş olduğum kahveyi hatırlıyorum. Ne tuhaf... Kim ya da kimlerle birlikte oturup içmiştim kahveyi, anımsayamıyorum. Geziyi Lozan Mübadilleri Vakfı düzenliyor. 2001 yılında kurulan vakıf, kitaplar yayınlayarak, söyleşiler, anma günleri, paneller hazırlayarak, Yunanistan’a geziler düzenliyerek hem mübadillerin zengin kültürlerini yaşatmayı hem de iki ülke halkının yakınlaşmasına hizmet etmeyi amaçlıyor. Sabaha karşı sınıra varıyoruz. İpsala’daki fazla uzun sürmeyen pasaport kontrolünden sonra Yunanistan sınır kapısındayız. Pasaportlarımızı beklerken ağarmakta olan gökyüzüne bakıyorum. Buradan bir adım öncesinin üzerinde Türkiye göğü, bir adım ötesinin üzerinde Yunanistan göğü mü var yani? Şu dolaşan sıska köpek Türk köpeği değil de Yunanlı mı? Böylesine kesin mi bu sınır? Bu kadar kolay mı bu ayrımı yapmak? Politik sınırları, kara sahasını, hava sahasını belirlerken belki evet ama ya başka şeyler? Sabahın erken saatlerinde Gümülcine (Komotini)’ye giriyoruz. Yollar boş. Kimi kahveler yeni yeni açılmaya başlamış. Pek çoğu daha kapalı. Börekçiler varmış Gümülcine’de. “İsterseniz kahvaltı edebilirsiniz börekçilerde,” diyor vakfin genel sekreteri ve geziyi düzenleyen, bizimle birlikte seyahat etmekte olan Sefer bey. “Bizim çay gibi çay bulabileceğiniz en son yer burası,” diye de ekliyor. “Bundan sonraki duraklarımızda bizim çayı bulamazsınız. Bitki çayları içerler.” İnanamıyorum. Kahve kültürümüz böylesine ortakken, bir yanda Türk kahvesi öte yanda Yunan kahvesi denilse de aynı kahveyi içerken... Nasıl olur da aynı çayı içmezler? Mübadele kararı verilirken İstanbul’daki Ortodoks Rumlarla Batı Trakya’daki Müslüman Türkler bunun dışında bırakılmış. O yüzden Gümülcine, İskeçe ve çevrelerinde çok sayıda Türk yaşıyor. Bir saat vaktimiz var Gümülcine’de. Hem biraz çevreyi görelim, hem börekçi bulalım diye dolaşıyoruz sokaklar arasında. Börekçiler var da, çay yok börekçilerde. Çaysız börek yenir mi? Çay bulunabilecek kahvehane türünden yerlerin hepsi kapalı. Sabahın bu saatinde manavlar açık, kahveler kapalı. Sonunda börek alıyoruz bir Türk börekçiden. Börekçilerin çoğu Türk. Bu mahalle Türklerin yoğun olarak yaşadıkları mahalle olmalı. Bir de cami var çok yakında. Böreklerimizi alıp, börekçinin kırık Türkçesiyle tarif ettiği biraz ilerdeki kahveye gidiyoruz çay bulmaya. Kahve iki otobüsün yolcularından çay isteyenlerle doluyor. Hoşgeldiniz diye karşılayan güleryüzlü çaycı çay yetiştiremiyor. Bu kadar kalabalığa alışık değil galiba. İkinci çayları ısmarlamak istiyoruz. “Bir dakika,” diyor, “şimdi getiremem.” Getirmesine fırsat olmadan da kalkma saati geliyor. Çay parasını ödemeye giden babam takılıp kalıyor, ayaküstü sohbete girişiyorlar iki dönem üst üste milletvekilliği yapmış ve şimdi de kahveci arkadaşına yardım etmekte olan Türk çaycıyla. Kalabalık sokaklarıyla, kap kacakları dışarı taşmış züccaciye dükkanlarıyla, hercai menekşeleriyle, büfeleriyle bir Anadolu kentine benziyorsa da İskeçe, pencerelerinin çevresi beyaza boyanmış kırmızı bir bina ya da mobilet süren bir kadın gördüğünüzde Türkiye’de olmadığınızı anlıyorsunuz. Evet, yalnızca İskeçe’de değil, Gümülcine’de de mobilet süren birçok kadın gördüm. Drama’ya vardığımızda gecikmiş bir öğlen yemeğinin vakti. Ördeklerin yüzdüğü, ağaçların dal verdiği suyun kenarındaki güzel lokantada tanıdık yemekler var. Köfte, tavuk ısmarlıyoruz. Hünkar beğendi istiyoruz bir de ama kalmadı cevabını alıyoruz. Drama’da bir otobüs turu yaptıktan sonra geceyi geçireceğimiz Serez (Serres)’e doğru yola çıkıyoruz. Not: Lozan Mübadilleri Vakfının sitesine www.lozanmubadilleri.org.tr adresinden ulaşılabilir.
Yorumlarayse guven
{ 03 Temmuz 2008 14:14:36 }
Selanik gezisine katilanlardan biri olarak Saba Oymen'in izlenimlerini okurken,geziyi tekrar yasamis oldum.Yasatan, hissettiren bir yazar oldugu icin kendisini kutluyorum.
O topraklari kaybetmis olmanin buruklugu olmasa, vaktiyle bizim oldugunu bilmek guzeldi... O gunki sartlar geregi elimizden kacirmisiz. Tarihimizden ders alarak,bari bu gun,degisik goruslerde olsak bile , milli butunlugumuzun parcalanmasina firsat vermesek.Yasanan bircok seye maalesef seyirci kaliyoruz,veya mecbur ediliyoruz. Biz yuce bir milletiz. İcimizdeki ATATURK VE CUMHURİYET aski ile herseyin ustesinden gelmeliyiz diye dusunuyorum. Ayşen Şentürk
{ 03 Temmuz 2008 12:46:11 }
Beni heveslendirdin Saba''cığım, bende ailemin köklerinin bulunduğu Saraybosna''ya gitmeyi ve annemin dileğini yerine getirmeyi ne çok istiyorum.Seni okurken kendimi oralarda gördüm, gözlerimde yaşlar mı var ne??Paylaşımın için çok çok teşekkürler
nihat ziyalan
{ 03 Temmuz 2008 07:26:54 }
PAYLASMAK
Diğer Sayfalar: 1. Yazarin aile buyukleriyle yaptigi geziyi bizlerle paylasmasi alkislanacak bir tutum. cok tesekkurler saba oymen. tatilinde bizleri dusundugun, kurdugun dusleri edebiyat heyecaniyla bizlere ulastirdigin icin cok sagolasin. nice yazilara. nihat ziyalan
Yorum Yazın
|
![]() ![]()
| Tüm Yazarlar |
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() |
![]() |
|
![]() |