A Yorum
  Acilis Sayfasi Yap Sik Kullanilanlara Ekle  

   
A yorum Kurum
iletisim
login
yayin ilkeleri...



yazi dizileri

Yazı karekteri : (+) Büyük | (-) Küçük

Yaşam Akıp Giderken

Kategori Kategori: Bir Ressamın Yaşamı | Yorumlar 2 Yorum | Yazar Yazan: Cemil Eren | 01 Temmuz 2009 12:04:21

Emeklediğim zamanları nasıl anımsayım! Yine de küçük bir fotoğraf var gözlerimin önünde: akşamdı, ocağa doğru gittiğimi, orada büyülenmiş gibi kalıp geri dönemediğimi, birisinin beni kucağına alıp geri çektiğini görür gibiyim. Yürümeye ne zaman başladım bilemiyorum.


Kardeş Geliyor

Bir gün dolabın bir gözünde deriden yapılmış bir külah bulmuş da sormuştum, bu kimin, diye. Senin, demişlerdi. Başıma dar gelmişti; küçükken giyermişim.
 
Yaşam akıp giderken önemli bir olay oldu. Bahtiyar babam, yetim bir çocuk var onu alacağım, dedi. Hıra köyünde altı aylık bir çocuğun anası ölünce babası, çocuğu isteyen birine vermeye karar vermiş. Bunu duyunca babam heveslenmiş, karısı ile de konuşup anlaşınca adama haber gönderilmiş.
 
Bir yaz günüydü. Hafız babamla komşularımızdan İpek efendi gidip çocuğu getirdiler. O geldiğinde ben, henüz kaldırılmamış olan sobanın önüne oturmuş yağda yumurtadan ibaraet olan öğle yemeğimi yiyordum. Üç yaşında olmalıyım.  Kıvırcık saçlı esmer bir oğlandı, sevimliydi. Adı Hasan’mış. Ağlıyordu, hemen bakıma alındı ve o günden sonra evin gözdesi oldu. Çok ağlardı. Ne yapsalar susmazdı. Geceleri kimseyi uyutmuyordu. Annem kucağına alır, sokaklarda gezdirirdi; çocuk neden sonra bitkin düşer, uyurdu. Sanki durmadan ağlayan bir çocuk olarak anımsıyorum.
 
Hasan 1930 doğumluydu. Biraz büyüyünce daha sevimli olmuştu. Gözümün önünde fotoğraf gibi imgeler var. Yürümeye başladığında yaramazlığı daha tehlikeli hale gelmişti. Ona koyu renkli bir fistan dikilmişti, kahve rengi, zeytin yeşili karışık bir rengi vardı. Nedense o fistanın rengi beni çok etkilemiş, diğer elbiselerinin arasında sadece onun rengini anımsıyorum.
 
Hasan ayaklanınca onu kollamak gerekiyordu, her şeyi karıştırıyor, deviriyordu. Bütün ilgiler Hasanın üzerindeydi, ben unutulmuş gibiydim. Yalnız Satı anam beni sahiplenirdi. Hasan’ın yaramazlıklarının cezasını çok kere ben çeker olmuştum. Özellikle annem beni gözünden çıkarmış gibi idi. Ben bu evde olmasam daha iyi olacaktı.
 
Hasan büyüdükçe yaramazlıkları artıyor, ele avuca sığmaz oluyordu. Bir gün yine çok yaramazlık yaptı, yaramazlıklarına engel olmak isterken ben suçlu durumuna düşmüş olmalıyım ki annem o kadar kızdı ki, beni dövdükten sonra elinde sopa soyun dedi. Ben ağlarım o ısrarla soyunmamı ister. Üzerimde ne varsa çıkarttırdı. Çırıl çıplak kaldım. Ondan sonra da beni kovdu. Haydi siktir ol ananın evine git! dedi. Ellerimle önümü kapatıp çaresizce ağlıyordum. Satı anam benim tarafımı tutuyor, onun sopalarından esirgemeye çalışıyor, ona da, seni akşam Bahtiyar’a demem mi diye tehdit savuruyordu. Elinden başka bir şey gelmiyordu.
 
Akşam Bahtiyar babam geldi; Satı anam, babana de, babana de! diye beni yüreklendiriyordu; ama ben ona söylemeye çekiniyordum. Sonunda evin dışında olan abdeshaneye gittiğinde, Satı anamın itelemesiyle gidip, o ihtiyacını giderirken: ‘Annem beni kovuyor, anamın evine gidiyim mi?’ dedim... Bok yemiş o, dedi başka bir şey de söylemedi...
 
Evin içinde bir sığıntı gibi hissediyordum kendimi. Kabahatli olma korkusu içime yerleşip kalmıştı. Anamın evine gidip onlarla yaşamayı da göze alamıyordum. Satı anamla ben istenmeyen iki kişiydik; onun da gidecek yeri yoktu. Bekeli, babamdan çekinmese ikimizi de çoktan sepetlerdi.
 
 
Bahtiyar Babam

Bahtiyar babam çok ilginç bir adamdı. Bankadan yorgun gelirdi. Her işe koştururlardı onu, akşama kadar resmi dairelere evrak taşımak, bankanın içindeki memurlar arası kağıt trafiğini düzenlemek, ikide bir çaycıya seslenmek, müdürün, muavinin, veznedarın boş çay bardaklarını kaldırmak, sigara küllüklerini dökmenin yanısıra, kasaptan et v.b. alıp evlerine bırakıvermek gibi koşuşturmalardan canı çıkmış olarak geç vakit eve gelir, hemen yemeğe oturur, yemek bitince de fazla kaçırdığından yediklerinin sıkıştırmasını atlatmak için oflaya puflaya evin içinde dolaşır, sonra da yatağını serdirir, yatağa girer ve başlardı bizi çağırmaya. Hasan’la ikimiz başını kaşır, ayaklarını ovalarız. Artık yeter dediğinde de parmaklarımızın gücü kalmadığını, zaten daha fazla devam edemeyeceğimizi bildiğini anlardım. Biz de yorulmuş olurduk. Bazen de annem araya girer, yeter Mustafa akay! derdi. Annemin ona hitap şekillerinden bir de  Mustafa akay’dı. Ben onu tanımadım ama mahallede Mustafa adında deli bir adam varmış, Tatarmış. Adların sonuna Akay eklenirdi Tatarlarda. Bahtiyar babamı zaman zaman ona benzettiği için de Mustafa akay derdi.
 
Babam bazen beklenmeyen davranışlarla bizi şaşırtırdı. Hasan’ı ve beni korkutmaktan büyük bir keyif alırdı. İkimizden birine git sokak kapısını kapat der, çünkü hava kararmıştır; gideriz tam kapıyı kapatırız, o anda ‘Aha geliyo...’ diye öyle bir bağırır ki ödümüz kopardı, koşa koşa eve dalardık. Gelen ne? belli değil. Biz korkup kaçınca da gülmekten bayılırdı.
 
Evin içinde bile olmadık şeylerle korkutula korkutula tam anlamıyla korkak bir çocuk olmuştum. Cinler, periler her an gelebilirler ve bize zarar verebilirlerdi. Hortlaklı hikayeleri de çok dinlerdik. Uzun yıllar kafama yerleştirilen saçma şeyleri söküp atamamışımdır. Gündüz korkmazdım, mezarlıklar oyun alanlarımızdandı; ama gece oldu mu mezarlığın adının geçmesi bile yeterliydi. Geceleri ıssız yerlerde cinler, şeytanlar, gulyabaniler, hortlaklar kuşku yok ki beni bekliyordu!
 
Bahtiyar babam çok iştahlıydı; yemek ayırmaz, ne bulursa yerdi. Galiba en iştahsız yediği kabak yemeğiydi. Anlatırdı: köye jandarma gelmiş, ev sahibi yemek çıkartmış; ama kabak yemeğiymiş. Kurnaz jandarma hemen ayağa kalkmış, namaza durur gibi ellerini önünde kavuşturmuş, Estağfurlahhh! diye ellerini kulaklarına kaldırıp, bu Cennet taamı, ben buna layık değilim, deyince ev sahipleri şaşırmışlar, o devam etmiş, götü boklu tavuk benim neyime yetmez... Durum anlaşılmış. Bir tavuk kesilip pişirilmiş de jandarma günah işlemekten kurtarılmış. Önüne kabak yemeği gelince bunu anlatırdı.
 
Sık sık aynı yemek pişirilince de, ‘Akşam borani sabah borani, sikerim bu evde durani’ derdi. Bazı akşamlar da çok sevdiği bir yemek pişirilmiş olur, büyük bir iştahla yer de yerdi. Biraz sonra karnı şişer, ahlayıp oflamaya başlar, karısına tembihlerdi.  Bekeli, yarın akşam yine çok yersem bana engel ol.  Ertesi akşam Bekeli uyarırdı. Herif yine çok yedin. Bahtiyar ağa patlardı. Vay avradını bellediğimin karısı, benim kazancımı bana yedirmeyecek misin?  Bekeli, neydiyim herif, sen tembih ettin de ben de dedim, der, sesini keserdi. Bu sahne sık sık yinelenirdi.
 
Annem hamama gitmişse, Hasan’la ben de yanında olurduk. Babam evdeyse öyle bir yemek yapardı ki parmaklarımızı yerdik neredeyse. Tereyağını doldurur yemeğe, eti de bol koydu mu yemek güzel olurdu.
 
Bir gün Bahtiyar babam bankadan gelmişti, Bekeli (karısına hep Bekeli derdi)  nerede diye sorup, onun Beke  köyüne gittiğini öğrendiğinde beni sırtına alıp yürüyerek o köye gitmişti. Onun omzunda köye girdiğimizi, uzaktan görülen Bekeli’ye, anneee! diye beni bağırttığını bugün bile net anımsıyorum; iki yaşımda falan olmalıyım, diye düşünüyorum. Köyde helva yapılmış, annemin elinde de yufka ekmeğe dürülmüş helva vardı. Belki de annemin bir yakını ölmüştü veya daha önce ölmüştü de onun ruhuna mevlit okutulup helva yapılmıştı; elindeki helvalı ekmek dürümünün son lokmasını bana uzatmıştı. Öyle kederli bir hava da yoktu. Geldiğimize sevinmişlerdi.
 
Köyde bal da yedim. Beke’nin balı çok güzel olurdu, koyu kıvamlı, çok tatlı, yerken insanın boğazını yakan... Beke çok kurak bir köydü; belki bu yüzden, arıların ballarını sadece baharda açan kır çiçeklerinden alıyor olmalarındandı. Tek yeşillik olarak Beke kaplıcasının etrafındaki ağaçları anımsıyorum. O zaman küçük bir hamamı vardı. Lülelerden çok sıcak bir su akardı. Akan su kurnayı doldurduktan sonra büyükçe bir havuzda birikir ve insanlar havuza girerdi. Ayrıca kurnalar da vardı. Köyde ne kadar kaldık, Merzifon’a nasıl döndük silinmiş belleğimden.
 
Daha sonraki yıllarda da Beke’ye gittiğimiz olmuştu. Annemin erkek kardeşi orda otururdu, Hebil Dayı derdik ona. Ali ve Celal adında iki oğlu vardı. Hebil dayı annemin hakkı olan toprağı hiç bir zaman vermedi. O öldükten sonra Hasan, Bahtiyar’ın nüfusuna geçirttiği evlat olarak, Beke’deki tarlalardan annemize düşeni almak eğilimi gösterdiğinde, Hebil dayının oğulları ona haber gönderip, sakın ola böyle bir şeye teşebbüs etmemesini, köye de ayak basmamasını, yoksa onu öldürebileceklerini iletmişler. Hasan da hak istemekte pek ciddi olmadığından, bir daha oralara gitmemiş. Anamın ağabeyi Mehmet dayı da anama hakkını vermemiş, babadan kalan bütün mala el koymuştu. Köylerde erkek evlatlar kızların hakkını genellikle gasp ederlerdi.
 
 
Hafız Babam

Hafız babamın evde bulunduğu zamanlar çok enderdi. Beni bir köye götürdüğünü anımsıyorum. At sırtında gittik, beni önüne almıştı. Merzifon’un bağlarını çıkmak üzere olmalıyız, otları kısmen kurumuş bir tarladan geçerken bir yılan görmüştük, yılana ilişmedik, bir hendeği atlayıp geçtik. Yaz günüydü, hava sıcaktı. Köye akşam varmış olmalıyız. Kimbilir hangi köydü. Köy evinin üstü kapalı terasında oturmuştuk bazı adamlarla. Bamın kareli bir cep defteri üzerine kopya kalemi ile bir kız resmi çizmesini izlemiştim, kara badem gözlü, örgülü saçlı bir kız, bugün bile gözlerimin önünde. Kız kimdi? Belki babamın aklına takılıp kalan bir köy tazesi! Hayran hayran izliyordum çizişini. Babam şiir de yazardı, türküler de söylerdi, bağlama ve ud çalardı. Resim çizmesi beni çok etkilemiş olmalı.
 
Babam gümüş bir sigara tabakası çıkarır yelek cebinden, sol elinin işaret parmağı ile baş parmağı arasına sıkıştırdığı incecik sigara kağıdı üzerine yerleştirdiği tütünü kağıdın üzerine kalem gibi yayar, yuvarlaya yuvarlaya sigarasını sarar, kağıdın ucunu diliyle ıslatıp yapıştırır, sonra keyifle ağzına götürür ve kavlı, fitilli çakmağını çakarak yakardı.
 
Babam, kimi bir alevi dedesinin peşine takılır aylarca ortalıkta görünmezdi. Haydar, Kadir ve Zerrin vardı anamın yanında. Sonra Nermin doğmuştu.

 
Çok mutlu yıllar  

O yılları çok mutlu yıllar olarak anarım. Sokaklarda toz toprak içinde oynar, yeni yolda bir değnek üzerine binip at koşturur, acıkınca eve gelir karnım aç, derdim. Öğle yemekleri yenmez, ufak şeylerle açlık bastırılırdı. Bana tavada yumurta kırarlardı; annem tezgahta dokumakta olur ve yumurta işini Satı anam yapardı. En çok sevdiğim kaygana idi. Yumurta unla çırpılır öylece yağda pişirilirdi. Karnım doyduktan sonra yine sokaklara koşar akranlarımla oyuna dalardım. Öğleyin acıkınca anama gittiğim de olurdu; ondan da yumurta isterdim.
 
Akşam yemeği doğru dürüst yediğimiz tek yemekti. Sabah çorba ile karın doyurulur, öğleyin uydurma bir şeylerle açlık giderilir, akşama yemek yenirdi.
Tek çeşit yemeğimiz olurdu. Mevsime göre, patlıcan, kabak, lahana, ıspanak pişirilir, yere sofra altı örttükten sonra ben yuvarlak tahta sofrayı üstüne koyardım. Ortadaki yemek kaşıklanır, elini çabuk tutan daha çok yerdi. Satı anam çabuk yemem konusunda uyarırdı: ‘yemeği çabuk yiyen işi de öyle görür’ derdi, bunu sık sık söylediğini anımsıyorum. O söylemlerden kalmış olmalı ki şimdi bile çok çabuk yemek yerim.
 
En çok sevdiğim yemek patlıcan musakka ile bulgur pilavıydı. İkisini de güzel yapardı Bekeli; o lezzette bulgur pilavı ve patlıcan yemeğini hiç bir zaman hiçbir yerde bulamadım. Bamya hiç yemezdim, tek yemediğim yemek bamyaydı sümük gibi görünürdü gözüme. Ne zaman ki annem hastalandı ve canı bamya yemek istedi; Hasan’la ikimiz gece vakti çarşıya gidip lokantadan bamya aldık, bir de ekmek. Eve gelirken yolda, hasan bir lokma ekmek koparıp bamyaya bandı, öyle bir beğeni işareti gösterdi ki ben de tatmak istedim. Çok lezzetliydi, bir daha bamya yemezlik etmedim.
 
Patlıcanı öyle severdim ki, hastalanmıştım, yatıyordum; anam duymuş beni görmeye geldi. Sana ne pişireyim diye sorduğunda hiç duraksamaksızın patlıcan, demiştim. Kaypak ta sevdiğim yemeklerdendi. Kaypak, bir çeşit mantıydı. Beşer santimlik kesilen evde açılmış hamurun arasına peynir konur, makarna gibi haşlanır ve üzerine tavada kızdırılmış tereyağı ve nane dökülür kaşıkla yenirdi. Bayramlarda ise mutlaka keşkek yapılırdı. Gündüz yakılıp çörek pişirilmiş ekmek fırınına, gece çömlekle aşure buğdayı, kemikli dana eti ve nohut konur ve hepsi sabaha kadar hafif ateşte pişirilir, sabah, hepsi birlikte büyük kepçelerle karıştıra karıştıra ezilir, üzerine tereyağı ve nane kızdırılıp dökülürdü. Bayram yemekleri mutlaka çörek, keşkek, pirinç pilavı ve sütlaçtır; bu hiç şaşmaz.
 
Sanıyorum Hasan henüz yaşamımıza girmemişti; bir gün Merzifon’un kuzey batısında bulunan en uç mahallesine gündüz ziyarete gitmiştik. Bayram falan değildi, öylesine bir ziyaret. Satı anam, Bekeli annem ve ben. Dar bir sokakta yürüyoruz, karşıdan da koşarak üstümüze doğru gelen beyaz bir at... Arkasından yakalamak için koşanlar var ama atın durduğu yok, dörtnala geliyor. Beni çiğneyecek sandım, korktum; bir sağa kaçtım, bir sola. At bana dokunmadan yanımdan geçti gitti. Sonra yolumuza devam ettik ve gideceğimiz evi bulduk. Üst katta bir odada uzun saatler oturduk. Sıkıldım. Beklemenin sonunda sofra kurdular, yemek geldi; çorbaya benzer ama çorbadan daha kıvamlı, kahve rengi bir şeydi. Kaşıklamaya başlayınca nefis bir şey olduğunu anladım: Helise, dediler. Yemeğin adı, Helise imiş. Un kavrulmuş, tavuğun göğüs etleriyle pişirilmiş. Bir daha hiç bir yerde karşılaşmadık Helise ile. Kime sordumsa bilemedi.
 
 
Sonbahar Hüznü

Sonbahar geldi mi kış hazırlıkları başlar, kışın yenecek yemeklikler imece usulü hazırlanırdı. Bir gün haber gelir, Mazinlerin Naciye hanımın evinde makarna kesilecekmiş, buyurun denir. Kadınlar ellerine birer bıçak alır giderler... Örtüler serilmiş, üzerlerine tahta sofralar konmuştur. Kimi oklava ile hamurları açar, kimi de makarna yufkalarını beşer altışar santimlik şeritler halinde dildikten sonra şeritlerin bir kaç tanesini üst üste koyup üçer milimlik makarnalar doğramaya başlar... Bir başka gün başka bir komşudan haber gelir, Kuskus yapılacak diye. Kuskusun nasıl hazırlandığını bilmiyorum; ama yumurta ile hazırlanmış olan makarna hamurundan olmalı; üç dört milimetre çaplı yuvarlaklar haline getirilir. Hangi ev bu işi yapmaya kalksa komşular yardıma gelirlerdi.
 
Bağlar bozulduktan sonra üzümler büyük leğenlerde çıplak ayakla çiğnenir, şıralar süzülüp ya küplere doldurulur, şarap olsun diye; ya da büyük çamaşır leğenlerinde kaynatılarak pekmez yapılır: kara pekmez ve ak pekmez...Ak pekmezin yapılması çok ilgimi çekerdi. Bakırdan yapılmış kalaylı büyük çamaşır leğenlerinde, Ak toprakla karıştırılmış, kaynatılmış şıra yarı yarıya kapanmış iki elle döve döve olgunlaştırılır: bunun adı Pekmez çalmak’tır. Kulağa hoş gelen melodik bir ses çıkarır mahallenin her yerinden duyulurdu; Afrikalı kabilelerin tam tamları gibi bir ses. İpliklere dizilmiş yarım cevizlerin, kaynamış üzüm sularına batırıldıktan sonra kurusun diye asılıp boşlukta sallandırılması insanın içine bir ılıklık verirdi.
 
Öte yandan, turşular kurulur; fasulye, patlıcan, kabak, bamya gibi bazı sebzeler iplere dizilip rüzgar ve güneş gören yerlere asılırdı. Daha buna benzer kış hazırlıkları yiyecekler konusunda gündeme alınırken, odun ve kömür derdine de düşülürdü. Sonbahar hüznü başlamış olurdu.
 
Bağlarda gözden kaçmış olan üzümler ve cevizler başakçılar tarafından toplanır, ağaçların kurumuş yaprakları etrafa saçılır, karıklarda gazeller birikirdi. Ağaçların kurumuş dallarının kesilmesiyle, gerekli budamaların yapılması etrafa unutulmaz kokular yayardı. Bunlar kesilen dalların yaydığı kokulardı; tanımlaması olanaksız Sonbahar kokuları. En nostaljik kokulardan biridir benim için. Cumhuriyet bayramlarında kentin ana caddesinde resmi geçit takları yapılırken de yine taze kesilmiş dalların kokusu kaplardı ortalığı.

Paşa camiinin avlusundaki ulu meşe ağaçları budanırken koca koca dallar cami avlusuna düşer ve çarşıya yayılan koku öylesine insanın içine işlerdi ki bugün bile o kokuyu duyar gibi olurum.
 
Koca koca dalların baltalarla kesilip yerlere düşmesi ve ağaçların dibinde umarsız, bacaklarını gökyüzüne dikmiş gibi yatmaları bir garip hüzün verirdi, cana kıyılmış gibi duyumsardım. Sonbaharın hafif serinliğini solurken üşümüş gibi olur kollarımla kendimi sarar geçerdim yanlarından.

Facebook'ta paylaş   |   Twitter'da paylaş


 | Puan: 10 / 1 Oy | Yazdırılabilir SayfaYazdır

Yorumlar

Süleyman Dinçel { 01 Şubat 2010 05:45:38 }
Cemil dedemiz,
seni çok seviyoruz. Yazdıklarınla senden neredeyse 40 yıl sonra yaşamış olduğum Merzifon''u okumak, çok değişik ve güzel duygular yaşatıyor. Onlara benzer şeyleri yaşamıştım, ama senin kaleminden okumak çok zevkli.
Sağolasın :))
nihat ziyalan { 16 Temmuz 2009 08:02:12 }
BARIŞIK YAZILAR

Cemil Baba''nın yazıları kendiyle barışık. Giz sayılacak şeyleri hiç çekinmeden bizlerle paylaşıyor.

Çoğu yazarın süsleyerek yazacağı şeyleri Cemil Baba olduğu gibi aktarıyor.

Gülümseyerek okudum.

Bir de bu güzel insanın geçtiği yolu şaşkınlıkla izledim.

Hayat haritasını hiç sakınmadan bizlerle paylaştığı için Cemil baba''nın ellerinden öperim.

Zaten onu tanıyınca elini öpmemek mümkün değil.

Sağolasın usta.
Diğer Sayfalar: 1.

 

Yorum Yazın



KalınİtalikAltçizgiliLink  
Simge Ekle

    

    

    

    







Dünyanın gözü kulağı Ortadoğuda: İran-İsrail gerilimi tırmanıyor.
İsrail, Gazze'de yardım konvoyunu hedef aldı: Biri Avustralyalı 7 kişi öldürüldü
DEVLET-ULUSTAN FEDERASYONA, ekitap
Dünyada altın madenciliği nasıl yapılıyor, kazalar ne kadar yaygın?
Afganistan: Aktivistlerden kadınlar için online dergi

AB, Türkiye'ye verdiği mülteci fonunun nasıl harcandığını öğrenemiyor.
Avustralya Dışişleri Bakanı Wong: Filistin'i tanımaya hazırız.
İngiltere'de polis, silah ruhsatı almak isteyenlerin eşleriyle de mülakat yapmaya başladı.
Beterin beteri var!
Sağ popülistler ilk kez AB Parlamentosu'nun kontrolünü ele geçirebilir…

Yoksulluk sınırı bir yılda 24 bin TL arttı.
Türkiye son 20 yılda faize 563 milyar dolar ödedi
Uber Avustralya'da taksi şoförlerine 178 milyon ABD dolar tazminat ödeyecek
Çin 2024 ekonomi hedeflerini açıkladı
Almanya'daki Türk doktor sayısı 2 bin 600'ü geçti

Fahri Kiamil
İki annenin başlattığı akıllı telefon karşıtı hareket çığ gibi büyüdü
Afganistan'da onlarca arkeolojik alan buldozerle yıkılarak yağmaya açıldı.
Franz Kolschitzky: Viyana Kuşatması'ndan Kalan Kahveleri Değerlendiren Girişimci
Kış güneşi arayan Britanyalıların adresi Türkiye

Dünya tarihini şekillendiren 6 içecek türü
Taş Kağıt Makas Oyunu (Jan Ken Pon)
"DUHOK KONUŞUYOR" ekitap
ENTERNASYONAL
REMZİ RAŞA’YI ANMAK İÇİN

KİBİRLİ GÜÇ ZEHİR - ERDEMLİ BİLİM PANZEHİR
KARARLILIK - KİŞİSEL ALTYAPI
TARİHSEL KİŞİLİK
TARİHSEL İNSAN
SÜREÇ VE TARİHSEL ÖZNE

'Yeşil İslam' Endonezya'yı iklim çöküşünden kurtarabilir mi?
İsviçreli kadınlar AİHM'de görülen iklim değişikliği davasında zafer kazandı.
Yorgun dünya artık yavaş dönüyor
Avustralya’daki dev yosun ormanlarını yapay zekâ koruyor
2023'te sıcaklık rekoru kırıldı

Apple otomobili ABD'de üretime bir adım daha yaklaştı.
Yaşgünün Kutlu Olsun James Webb Uzay Teleskobu
Su ve deterjan olmadan çalışan bir çamaşır makinesi
Akıl okuyabilen robot tasarladılar
Sanal Gerçeklik, Artırılmış Gerçeklik , Metaverse, Sanal Uzay Nedir?

Bilim insanı Matthieu Juncker ekosistemi gözlemlemek için ıssız adada 8 ay tek başına kalacak.
Beynine çip takılan kişinin düşünceleri 25 dakika boyunca okundu.
14 Mart Pi Günü, Günün Kutlu Olsun Pi !
Tüm canlılar için en ideal sıcak
Avustralya’da 350 kişinin konuştuğu yeni bir dil gelişti

2023'te 282 milyon insan açlık yaşadı.
Servet dağılımı adaletsizliği: Türkiye'de %1’lik kesim servetin %40’ını alıyor
BM Raporu: İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırısında soykırım suçu iddiası
Doğurganlık oranında 'büyük düşüş': Ülkelerin % 97'sinde nüfusun azalması bekleniyor
Dünya Mutluluk Raporu yayınlandı: Avusturalya listenin 10., Türkiye 98. sırasında yer aldı.

GEÇİTKALE'DEN GELİYORDU...
GENÇ BİR YAZARA BİRKAÇ TAVSİYE
DEĞİŞİYOR, YOKSULLAŞIYOR
“KİRAZ ZAMANI” SERÇELER, KİRAZ AĞACIMIZ, RAZZİA
Enflasyon Rehberi

UCUZ ET
Hesap
---İST
SANDIK
TAKSİ DURAĞI

İskandinav Göçleri ve Vikinglerin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Hümanizm Nedir?
Osmanlı’da kahve kültürü, Osmanlı’da kahve isimleri..
Amerika’da Ayrımcı Politikalar ve Siyahi Mücadele Tarihi
Dünyanın İlk Destan Kahramanı: Gılgamış


kose yazarlari En Cok Okunanlar
Son 30 günde en çok okunanlar
En Cok Okunanlar










Basa git