Süheyle Aşçı'nın resim sergisi: Köprünün Üstünde. Berlin-İstanbul arasındaki yaşamı köprüden geçiş olarak değerlendirmeyi seviyor Almanlar. Ressam, elbette kendi kültürüyle yoğuracak yapıtlarını, içinden aldığı toplumdan aldıklarını da katacak içine, bu kaçınılmaz. Bir köprüden daha çok bir salıncakta sallanan biri gibi geliyor bana sanatçının yurtdışındaki konumu. Hem ülkesinde, hem de her an, hem de içinde yaşadığı toplumda, burada da her an.
1 – 7 Mart
1 Mart, Pazartesi
Yeni sergisine hazırlanan Gülden Artun’un atölyesine gittim öğleden önce. “Madımak Tespihi” düzenlemesi tam bir çığlık, dinmeyen bir yanardağ; içim burkuldu Metin Altıok’u, Behçet Aysan’ı, Uğur Kaynar’la öteki yakılanları düşününce.
Gülden’in resimlerindeki yatay dikey ağlar, ince çizgiler sarsılan, dengesi bozulan dünyayı işaret ediyor sanki. Renklerin, fırçaların bilinçaltına dalıp çıkışıyla birlikte ortaya çıkan yaşanmış alanların anları benzersiz görüntüler oluşturuyor.
Atölyeden çıktığımda farklı biriydim.
2 Mart, Salı
Türkiye biletlerimizi internetten halledemeyince her zaman bilet aldığım seyahat bürosuna gittim. Oldukça geç kaldığım için biraz pahalı olsa da aradığım tarihlerde bilet bulabildim. Böylece Rahime benden üç hafta önce uçacak İzmir’e. Ben 6 Temmuz gecesi İzmir’de olacağım. 7 Temmuz sabahı da komşularımla kahvaltı yapacağım bu berbat kışı hiç aklıma getirmeden. 20 Ağustos sabahına kadar Ayvalık’ta kalacağım ya, bu nasıl büyük bir mutluluktur!.
İçime bir sevinç doldu kendimi Ayvalık’ta buluvermişim gibi. Düşler kurmaya başladım günbatımlarına, dost sofralarına, Ayvalık’ın daracık sokaklarında akıp giden hayata, kahvelerdeki ilgi çekici dünyaya ilişkin.
3 Mart, Çarşamba
Leipzig’de yayımlanan EDİT dergisinin son sayısı geldi. Haydar Ergülen’in, Gonca Özmen’in Türkçe-Almanca şiirleri de yer alıyor bu sayıda. Gecen yıl çeviri atölyesi çerçevesinde Berlin’e gelmişti bu iki şair arkadaşım. Aralarında Refik Durbaş da vardı. Refik’in şiirleri gelecek sayıda yer alacaktır belki. Bir de Gürkan Kesici’nin, birkaç yıl önce intihar eden şair arkadaşım, “düşler”i de yer alıyor bu sayıda.
Dergi denemelerle, şiirlerle dopdolu.
4 Mart, Perşembe
Akşama kadar mutfakla uğraştık bugün. Musluğun altındaki dolabın tahtaları su kaçıran boruların suyundan şişmişti. Değiştirelim istedik. İşten anlayan bir tanıdığın yardımıyla kolları sıvadık. Malzemeleri alıp geldikten sonra karşı tezgahın da değiştirilmesi için gerekli hesabi kitabı yaptık. Tanıdık gidince Rahime ile oturup yeniden gözden geçirdik yapılacak çalışmayı. Gözümüz kesmedi. Onun için tezgâhı yeniden monte ettim. Yarın yalnızca lavaboyu değiştireceğiz, lavabonun dolabının tahtalarını yenileyeceğiz.
Bazı işler görüldüğü, daha doğrusu düşünüldüğü gibi kolay olmuyor. Her yana saçılmış mutfağı toparlamak da epeyce zaman aldı. O arada enfes mi enfes bir de kapuska pişirdik. Kurt gibi acıkmışız.
5 Mart, Cuma
Süheyle Aşçı’nın resim sergisi: Köprünün Üstünde. Berlin-İstanbul arasındaki yaşamı köprüden geçiş olarak değerlendirmeyi seviyor Almanlar. Ressam, elbette kendi kültürüyle yoğuracak yapıtlarını, içinden aldığı toplumdan aldıklarını da katacak içine, bu kaçınılmaz.
Bir köprüden daha çok bir salıncakta sallanan biri gibi geliyor bana sanatçının yurtdışındaki konumu. Hem ülkesinde, hem de her an, hem de içinde yaşadığı toplumda, burada da her an.
Portreler ve büyük boyutlu çalışmalarında farklı bir yol izlemeye çalışmış desen ağırlıklı. Derinleşen bir çizgi oluşturuyor Süheyla Aşçı. Gurbeti işin içine katmadan, yabancılığa da takılmadan, kimin ne diyeceğini de düşünmeden düzgün bir yol izliyor.
6 Mart, Cumartesi
Ne hayatlar var, diyorum Rahime’ye otobüste.
Bu akşam yaşadığımız dramı anlatmaya ne kalemim yeter, ne de dilim.
12 Eylül mağdurlarından. Politikacı. İyi hukukçu. Devrimci. 30 yıldır Türkiye’ye gitmedi, gidemedi, gitmek istemedi. Karısı hasta, depresyon geçiriyor. Kendisi hasta, depresyon geçiriyor. Çocukları da hasta. Her şeyi adam üstlendi. Kimseye bir şey yaptırmıyor. Karısı kadınlığını yitirdi. İşlevsiz. Nasıl bir ev, nasıl bir dünya! Oturma odasında adım atacak yer yok. Bilgisayar masası, yemek masası, sehpa, dolaplarla tıkabasa dolu. Ancak iki kişilik bir kanepede oturulabiliyor.
Yurtdışı gerçeğinin bir başka fotoğrafı da böyle. Acı dolu olduğundan değil, gerçek olduğu için yazılası hayatlar bunlar.
7 Mart, Pazar
Murathan Mungan’ın yeni şiir kitabı İkinci Hayvan üzerine yazmak için geçtim masamın başına. Çağı sorguluyor bu kitabında Murathan, geleceğin nasıl da farklı olacağını haber veriyor dizelerinde kullandığı sözcüklerle.
Günümüzün toplumları hızla kabuk değiştiriyor, her şey parayla ölçülüyor, sanal dünyalar belirleyici oluyor giderek. Korkuyorum yaşadığım bu çağdan, geleceğin baş döndürücü hızından da.
Eskiye özenmiyorum ama günümüzü, geleceği düşünmek çok yoruyor beni. Ürküyorum her şeyden. Güzel günler göremeyecek bir dünyayı düşünmek istemiyorum ama aklımdan da çıkmıyor geleceğin hiç de güzel olmayacağı.