Baskın rüyalar başka anıların diyarında / Alışmak mı ölümün kör karanlığına / "Rahatı Kaçan Ağaç"lar sağır, topal / Işık ışıklığını biliyor ama ne fayda / Şakası, şakıması yok beden göçünün
30 Ağustos – 5 Eylül
30 Ağustos, Pazartesi
Şiir Günlüğü’mle boğuştum bütün öğleden sonra.
Tuttuğum notları geliştirdim, açımladım biraz daha. Şiirin nabzını tutmak gibi bir iddiam yok. Ya? Ben, kendimce yazılması, işaret edilmesi gerekenlerin günlüğünü tutuyorum.
Unutulmuş bir antolojiden de, unutamayacağımı düşündüğüm dizelerden de, bir şiir dergisinden de, yeni yayımlanan bir şiir kitabından da... yola çıkıyorum. Yoksa günümüz şiirinin ateşini ölçmek gibi haddimi aşan bir işe soyunmadım, soyunmam da.
Ahkâm kesen çok nasıl olsa!
31 Ağustos, Salı
Aslında bırakmamak gerekirdi Ayvalık’ı. Gurbetin gözü kör olsun demiyorum, ne suçu var sılanın, gurbetin, sınırların. Suçlular aramızda, tepemizde.
Ayvalık dönüşü uyumsuzlukla başım dörtte her yıl olduğu gibi. Hava değişimi, bırakılıp gelinen dostlar, mekânlar, güzel anlar... Ben şiirin peşinde, o sılanın, gurbetin, aşkın...
Ben aşkın peşine düşünce sıla, gurbet, yürek sancısı birbirine karışıyor. Şiir bu kargaşada başını kaldırıyor, dil çıkarıyor ve boynuma sarılıyor; yazma sırası gelmiş demektir duyguların, düşüncelerin... Dizeler imgelerle doluyor gözümdeki yaşlar gibi, gönlüm daralıp daralıp yelken açıyor yurtsuzluğumun bağrına.
1 Eylül, Çarşamba
İlk sayısı Temmuz / Ağustos’ta Kuşadası’nda yayımlanan Mavi Güvercin dergisinin dosya konusu, Barış.
Daha önce yayımlanan ve ilk kez bu sayıda yer alan “barış” şiirleri seçkisi unutulacak gibi değil. Ben de yeni bir şiirimle yer aldım bu dosyada. Barış için umudumun kalmadığını imliyorum ama kimin umurunda benim bu tavrım, sessiz protestom.
“Güvercinim Uçuverdi”
Baskın rüyalar başka anıların diyarında
Alışmak mı ölümün kör karanlığına
“Rahatı Kaçan Ağaç”lar sağır, topal
Işık ışıklığını biliyor ama ne fayda
Şakası, şakıması yok beden göçünün
Bir sevinç gelecek ağaçların kupkuru dallarına
Açacak günün gül gibi kıpkırmızı yüzü
Ruhumuza can gelecek, canan gelecek
Islıktan geçilmeyecek yer-gök
Şaşıracak “barış” sözcüğü gördüklerinden
Baskın rüyalar korkutmayacak umutları
Alışacağız zeytin dalının özgürlüğüne
Rahatı kaçacak birilerinin, kaçsın
Işıklarla yıkanacağız, yıkayacağız günlerimizi
Şapka çıkaracak dünya “barış”ın önünde
Babam tutacak elimden, oğlum diyecek
Aşktır yaşamak özgür kaldığın sürece
Rıhtımında “barış” rüzgârları estirmek elinde
Issızlığı bilme, tenhalığa güvenme sen yine de
Şarkı söyle geleceğin güzel günlerine
2 Eylül, Perşembe
Okulun kütüphanesi. Bu yılın ders kitaplarını dağıttık sınıf sınıf. O arada gördüm Modern Öykücüler seçkisinin bazı sayılarını. Bu seçkinin tüm sayıları yok ne yazık ki çok eksik. Olanlarda da çağdaş dünya yazının en seçkin öykücülerinin ürünleri yer almış: Kafka, Böll, Borchert, Dürrenmet, Gottfried Ben (şair ama demek öykü de yazmış), Robert Musil, Avusturyalı şair Hugo v. Hofmannsthal, Traven, Anna Segers, Egon Erwin Krsch, Siegfried Lenz, Brecht, Thomas Mann, Hermann Broch, Ingeborg Bachmann, Max Frisch... hemen gözüme çarpan öykücüler. İnternetten bakacağım bu ilginç seçkinin ne kadar sürdüğüne. Belki de bizdeki öykü dergileriyle ilginç bir karşılaştırma da ortaya çıkabilir.
3 Eylül, Cuma
Yeni bir şiir. Nasıl aktı, aktı. Öyle ham ki, ben de öyle yorgunum ki! Aram soğusun biraz, ondan sonra ele alacağım yazdıklarımı.
Ham şiirle arama uzunca bir mesafe girmezse, giremiyorum o şiirin havasına, dünyasına. Sıcağı sıcağına şiiri ele almak iyi sonuçlar vermiyor her zaman., yanılabiliyor insan duygularına kapılıp. İlk anda iyi gelen dizelerin şiire nasıl zarar verdiğini çok gördüm.
Pek çok dizenin hantallığından, duygulu duruşundan... kurtarmak gerekiyor şiiri. Sonradan çalışmayla, ince ayarla şiirin eli yüzü ortaya çıkar. Onu da dinlendirmek gerekir bir süre, ondan sonra yenden masa başına oturmak, bir başkasının şiirini düzeltir gibi, okur gibi... çalışmak gerekir üstünde.
Ya oluşur şiir yayımlanmak için derginin birine yollanır, ya henüz bitmemiştir biraz daha bekletilir yeniden üstünde çalışmak için. Bir çırpıda şiir yazıp yayımlayanlar sonradan pişman oluyorlar mıdır acaba?
4 Eylül, Cumartesi
Yalnızca iki gün sürecek bir sanat, galeri etkinliği turuna çıktık ressam arkadaşım Abuzer Güler’le. Yedi sekiz galeri gezdik. Profesyonel işlerin yanında çok amatör çalışmalar da gördük.
Galeriler yeni çalışmaları, genç ressamları tanıtmak için böyle bir etkinlik zinciri oluşturmuşlar. Yenilerin resim, heykel çalışmalarına alışmak kolay değil. Aralarında beğendiklerim de olmasına karşın ilgimi çeken aman aman çalışmalar yoktu.
Heykel ve resimlerini hiç görmediğim Zeynep Delibalta’yla tanışmak sevindirdi beni bir tek. Kil, alçı ve taştan yaptığı özgün heykellerin yanında sıradan ve taklit pek çok çalışma da vardı. Kişiliğini oluşturan heykellerinde kadın olma halleri annelik, yalnızlık, aşk, sevişme, cinsellik... hemen göze çarpıyordu. Atölyesine birkaç kez daha gidip çalışmalarına iyice bakmam gerekiyor Zeynep’in yapıtlarının dünyasına girebilmem için.
Yorucu bir Kruezberg turundan sonra içtiğimiz şarabın tadı hâlâ damaklarımda. Peki, yayınevleri genç şairler için böyle bir şey düzenleyemezler mi yeni şiiri, yeni şairleri tanıtmak için?
Bunun üstünde düşünmeli biraz daha.
5 Eylül, Pazar
Hikmet, ölmüş. İnanılmaz bir şey bu. Aklım almıyor. Daha bu yazın “Şiir Ayvalık”tada birlikte şiir okumuştuk. Sonra Hayat Bahçesi’ne birlikte gidip dönmüştük. İki yıl önce bizim yan siteye taşınmıştı.
Ama evinin terasında güneş batıracak zamanı ne o, ne de ben bulabilmiştim.
Ayvalık’a gider gitmez bürosuna uğrar, geldiğimi haber verirdim ve ‘en kısa zamanda görüşelim’ derdik coşkuyla ama bir türlü görüşme fırsatı bulamazdık ailecek. Ya onun konukları olurdu ya da bizim.
Şu şiiri onu ne güzel anlatıyor:
“Bir dolu şey yaşadım geçmişimde
Bir dolu kavgaya girdim
Dünyayı karanfillere
Bezemek adına
Neyi başardım
Nerede eksik kaldımsa
Yaşam
Kazıdı yaşadıklarıma
Şimdi bakıyorum da
Kendime ters düşmemişim
Haklıymışım en azından
Savunduklarımda”
Sapına kadar dürüst ve ilkeliydi. Şiirleri Ayvalık’ın doğasını yansıtırdı. Kaz Dağları’ndan başlayıp Ayvalık’a getirirdi dizelerini hep: Geleceğe umudunu yitirmeden akşamları, günbatımları, aydınlık günleri, ilkyazın sevincini... yeni sevdalanmış bir gibi coşkuyla şiirine kazandırırdı yapyalın bir biçimde. Kitabı en çok hak edenlerden biriydi oysa, ama kitabı yoktu.