A Yorum
  Acilis Sayfasi Yap Sik Kullanilanlara Ekle  

   
A yorum Kurum
iletisim
login
yayin ilkeleri...



yazi dizileri

Yazı karekteri : (+) Büyük | (-) Küçük

Kaygıda hüzün, hüzünde kaygı.

Kategori Kategori: Felsefe | Yorumlar 0 Yorum | Yazar Yazan: Mustafa Alagöz | 24 Temmuz 2021 12:11:57

Varoluş bize bilmeceler, sırlarla dolu görünüş ve olgular evreni verir. Bilmece ve sırlar bilme yetisi olan insan dışında kimsenin derdi değil. İnsan, kainatın özeti ve onu “kendi içinde dürülü bükülü saklayan olarak” bu derdi hep taşıyacaktır. Öyleki tüm kainat kendi özünü, varoluşunun tüm süreçlerini insanda toplamış ve onun üzerinden kendini bilen, bilincin aynasında seyreden ve bütünlüğe gelmiş olarak sonsuz devinimini sürdürmektedir. Bu devinim aslında evrenin enerji akışlarının görünüş kazanıp ortadan kalkmasından başka bir şey değildir, ama sürekli ve yasalı olarak.



Özne olmak şahit olmaktır; varlığı kendi şahitlik mertebelerine bağlı olarak deneyimleyen, anlayan ve bu süreçte kendini de bilendir. Ancak her şahitlik şahit olanı kavrayışı ölçüsünde dış dünya ilişkilerinde tavır belirlemesinin,  sorumluluk üstlenmesinin zemini olur.

Bu sorumluluğu kavramak ve onun taleplerine yanıt verebilecek tutum ve eylemler bizi biz yapar. Her tekil birey kendince bir “biz”dir, ancak herkes kendi özgün yeti ve karakteriyle bunu yerine gertirir. Biz olmanın somutluğu karakterin suret kazanmış halidir, Ben bilincidir. Böylece Ben bilinci insanı hem tekil-özgün birey, hem de toplumsal bir varlık olduğu gerçeği ile yüzyüze getirir.

Ben bilincinin doğal temeli iki bileşenden oluşur; ilk olarak kendisi ve kendisi olmayan bir dünyanın varlığının farkındalığı, ikincisi öleceğini bilmesidir. Bunlar insanda kendilerine karşılık gelen varoluşsal iki halin kaynağı olarak işlev görür; hem de ortadan kaldırılamıyacak potansiyel güçler olarak: Bunlar Kaygı ve Hüzündür.

Kaygı, insanın Ben ve Ben olmayan ayrımının farkındalığından doğar. Doğanın -Varoluşun- sonsuz gücü karşısında acziyetini, çaresizliğini, adım adım yok oluşa gitmekten kurtulamayacağını görmek insanı tedirgin eder. Öleceğini biliyor olması ise onu hüzünlendirir.

Kaygı ve hüzün, umut ve korku ikiliği gibi her zaman her insanda etkisini gösteren potansiyel yaşam enerjileridir; kaygı gözüpekliği, hüzün ise umudu içinde örtük olarak barındırır. Her isnanın benliğindeki yerleşik bu gerilimli kutupsallık psikolojik dünyamızın varlıksal zeminini oluşturur. Farkında olalım ya da olmayalım bireysel tüm etkinliklerimizin temelinde bu kaygıyı aşmak, bu hüznü bertaraf etme çabası bulunur.

Varoluştan ayrı olduğunu fark ediyor olması bireyi bu ayrılığı aşma, kendi dışında “Ben olmayan”la birliğe gelme,  onunla bütünleşme arayışına iter. Bu ayrılığın acısından kurtulmak ayrı olduğu, karşısında zayıf ve acziyet içinde hissettiği durumdan çıkış için bu sonsuz güçle bağ kurmak, ona katılmak ya da onunla ortak bir öze sahip olduğunu kavraması gerekir.   

Merak duygusu bu ayrılığın verdiği tedirginliğin bir tezahürüdür. Çeşitli yoğunluk ve yönelimde de olsa her tür merak özünde insanın kendisi ile şahit olduğu, karşılaştığı durumları kendine açık etmek, bilinmez ve güvenilmez olanı tanıma gayretinin başlangıcıdır. Merak ilgi ve eğilim uyandırır. Dikkat edilirse merakın tüm yaratımların, bilimsel keşiflerin, tinsel adımların beslendiği toprak, ilk hamlesi, yönlendirici gücü olduğu görülür.

Aristo’nun “Metafizik” adlı eseri şu cümlelerle başlar: “Bütün insanlar, doğal olarak bilmek isterler. Duyularımızdan aldığımız zevk, bunun bir kanıtıdır. Çünkü onlar, özellikle de diğerlerinden (tüm diğer duyulardan) fazla olarak görme duyusu, faydaları dışında bizzat kendileri bakımından da bize zevk verirler. Çünkü sadece eylemle ilgili olarak değil, herhangi bir eylemde bulunmayı düşünmediğimizde de görmeyi, genel olarak, bütün diğer her şeye tercih ederiz. Bunun nedeni, görmenin, bütün diğer duyularımız içinde bize en fazla bilgi kazandırması ve şeyler arasındaki birçok farkı göstermesidir.

Bilme ya da gerçek ifade edildiğinde bir üçleme oluşur; bilen-bilinen-bilgi. İnsanın bilmekten zevk alması bir belirlemedir, ama bu belirleme bize şu soruyu sorma yolunu açar: peki, bilmekten niçin zevk alınır? Zevk bir duygu halidir. Her duygu iradi edimlerimiz sonucunda oluşan bir yan ürün, bir yansımadır, sipariş edilemez ama başa gelir. Gerçekte temel olan özgürlük ve güvenlik diyalektiğinin karşılıklı bağımlılığıdır. Aristo’nun bu söyleminde önemli bir belirleme var; “...doğal olarak bilmek ister. Söz konusu isteğin öznel bir seçim değil varoluşsal bir olgu, yaşanan bir deneyim olduğunu, duyulardan alınan zevkin kanıtı ise, “şahitliği” söyler.

Varoluşun sonsuz gücü karşısındaki acziyetin, çaresizliğin yarattığı ayrı düşme korkusu insanı bu ayrılığın üstesinden gelmeye zorlaması onu “bilmek” yükümlülüğü altına sokar. Peki! Neden öyle olsun? Çünkü insan eylem varlığıdır, etkinlik yapmaya mahkumdur, çünkü “arzu ve gereksinim halkası boynumuza asılmıştır”. Gereksinimler içgüdüsel itkilerle, doğanın hazır verileri ile karşılanamıyor.

Varlığımızı var etmek, sürdürüp güvenlik altına almak bilinçli, iradi ve amaçlı eylemleri zorunlu kılıyor. Eylemlilik dış dünyayla ve diğer insanlarla ilişki kurmayı gerektirir; karşılıklı olarak değiştirme ve değişme çevrimi içinde olmayı da. Öz olarak insan dönüştürücü, yapıcı etkinlikler içinde olmaktan bağışık olamaz. Dönüştürücü ve yapıcı olmak, ister önceden, ister etkinlik sürecinde olsun “bilmeyi” gerektirir; onun için “bilmek yapabilmektir”, denir.

Böylece insan  kaygısını, “ben olmayan” evren karşısında acziyetini, çaresizliğini ancak bilerek, yaparak ve “olarak”  aşabilir. Kendisi ile kendisi olmayan ve onun karşısında hem de “bilinmeyen olarak duran dünya” arasındaki bağlantıyı bilgi köprüsüyle kurabilir. Kaygı-korku-merak-bilgi içsel hallerdir. İnsan  eylemleri ile bunlara suret kazandırırken, onları da deneyim olarak içselleştirir. Bu süreç kaygının aşılmasının yoludur, ancak bunun hazır bir reçetesi, metodu, formülü yoktur. Tek yolu bireyin kendini anlamlandırma sorumluluğunu üstlenmesi, içsel yaşam enerjisi ve dürtülerini izleyerek, onunla sürekli hesaplaşarak bizzat kendisinin yol almasıyla mümkündür.

Kaygı doğası gereği olumsuz bir duygu, insani bir hal olarak görülürken bir yanıyla da bireyin kendini aşması, pratik olarak harekete geçmesi, eylemleri ile verili durumu aşıp kendi içselliğini öz iradesi ile inşa etmesinin kışkırtıcı gücü de olur. Bu tamamen bireyin kendine aittir ve onun “Tanrısal” yanıdır.  “Derdim bana dermandır” bir önerme, “derdim bana derman imiş” bu önermenin gerçekleştirilmesi ile kanıtlanmış olarak eminlikle söylenir. Geçmişin deneyimleri bizim elimizde klavuz olarak işlev görür.

Hüzün üzüntüden farklı: üzüntü dışardan gelir, hüzün içerden. Nasıl ki mutluluk bir şey için veya bir şeyden dolayı ortaya çokıyorsa, (ki onun için kalıcı olamaz). Üzüntü de öyle, dışsal kaynak ortadan kalkınca o da yok olur. Hüzün içten gelir; olup bitenler karşısında çaresizlik, ne yaparsak yapalım doğacak sonucu önceden sezip bunu değiştiremiyeceğimizin farkındalığının doğurduğu bir hal, içsel bir oluş. Bunun temelinde de  ölüm korkusu yatar. Bu durum karşısında ya dünyadan el etek çekip içe kıvrılmak, her şeyin anlamsız olduğu sonucuna varıp daha yaşarken bir “ölü”ye dönüşmenin yolu açılmış olur. Bu tip bir anlayışın ve yaşamın ufku anlamsızlık  ve boşlukla sınırlıdır, eğilimi ise intihardır.

Ancak yaşam demek her zaman kendini kendi olanakları ile aşmak, yıkıldığı yerde yeniden ayağa kalkmak kendi yolunu açma kudreti ile donanımlı olmak demektir. Hüzün elbette olumsuz bir hal olmakla beraber bunu olumluya çevirmenin gücününü de kendi içinde barındırır. Temelinde her ne kadar ölüm gerçeği varsa da bundan kaynaklanan hüzün hali ölümsüzlüğün karşıtı olan yaratıma da dönüştürülebilir.  Yaratım derken öylesine büyük; tarihi, toplumu ve günlük yaşamı temelden sarsıp dönüştümekten ibaret görmemek gerekir. Basitce sıradan yaşamın her durumunun farkında olarak ve onun taleplerine yanıt vererek te olur. Hatta insanın içine yolculuk yapıp hüznünün niteliğini, sürecini yaşamı üzerindeki etkilerini kendine açık hale getirmesi bile bir yaratıcılıktır. Şu veya bu şekilde yaşamın açmaza girdiği her durumda buna çare aramak, sorumluluk üstlenmek, hayata alan açıcı etkinliklerde bulunmak yaratma yoculuğunun köşe taşları olur.

Her kaygılı durum, hüzünlü hal bizzat kendi içinde karşıt gücünü taşıyor (tekrar pahasına). Her kaygıda hüzün, her hüzünde kaygı gizlidir. Bunlar aslında bir varoluş durumunun iki yüzü gibidir. Söz konusu varoluşsal durum ise bireyin kendini ayrıksı ve ayrı görme zannıdır, kendini parça görüp varoluşla boy ölçüşmeye kalkışmasıdır. Nefsinin başıboşluğuna, egosunun kuruntularına aldanmasıdır.

Facebook'ta paylaş   |   Twitter'da paylaş


 | Puan: Henüz oy verilmedi / 0 Oy | Yazdırılabilir SayfaYazdır

Yorumlar


Henüz Yorum Yazılmamış

Yorum Yazın



KalınİtalikAltçizgiliLink  
Simge Ekle

    

    

    

    







Dünyanın gözü kulağı Ortadoğuda: İran-İsrail gerilimi tırmanıyor.
İsrail, Gazze'de yardım konvoyunu hedef aldı: Biri Avustralyalı 7 kişi öldürüldü
DEVLET-ULUSTAN FEDERASYONA, ekitap
Dünyada altın madenciliği nasıl yapılıyor, kazalar ne kadar yaygın?
Afganistan: Aktivistlerden kadınlar için online dergi

AB, Türkiye'ye verdiği mülteci fonunun nasıl harcandığını öğrenemiyor.
Avustralya Dışişleri Bakanı Wong: Filistin'i tanımaya hazırız.
İngiltere'de polis, silah ruhsatı almak isteyenlerin eşleriyle de mülakat yapmaya başladı.
Beterin beteri var!
Sağ popülistler ilk kez AB Parlamentosu'nun kontrolünü ele geçirebilir…

Türkiye AB’nin 6 milyar Euro mülteci yardımını nasıl harcadı, AB Sayıştayı’nın eleştirileri neler?
Yoksulluk sınırı bir yılda 24 bin TL arttı.
Türkiye son 20 yılda faize 563 milyar dolar ödedi
Uber Avustralya'da taksi şoförlerine 178 milyon ABD dolar tazminat ödeyecek
Çin 2024 ekonomi hedeflerini açıkladı

Fahri Kiamil
İki annenin başlattığı akıllı telefon karşıtı hareket çığ gibi büyüdü
Afganistan'da onlarca arkeolojik alan buldozerle yıkılarak yağmaya açıldı.
Franz Kolschitzky: Viyana Kuşatması'ndan Kalan Kahveleri Değerlendiren Girişimci
Kış güneşi arayan Britanyalıların adresi Türkiye

"İNEK BAYRAMI" ekitap
Dünya tarihini şekillendiren 6 içecek türü
Taş Kağıt Makas Oyunu (Jan Ken Pon)
"DUHOK KONUŞUYOR" ekitap
ENTERNASYONAL

KİBİRLİ GÜÇ ZEHİR - ERDEMLİ BİLİM PANZEHİR
KARARLILIK - KİŞİSEL ALTYAPI
TARİHSEL KİŞİLİK
TARİHSEL İNSAN
SÜREÇ VE TARİHSEL ÖZNE

'Yeşil İslam' Endonezya'yı iklim çöküşünden kurtarabilir mi?
İsviçreli kadınlar AİHM'de görülen iklim değişikliği davasında zafer kazandı.
Yorgun dünya artık yavaş dönüyor
Avustralya’daki dev yosun ormanlarını yapay zekâ koruyor
2023'te sıcaklık rekoru kırıldı

Apple otomobili ABD'de üretime bir adım daha yaklaştı.
Yaşgünün Kutlu Olsun James Webb Uzay Teleskobu
Su ve deterjan olmadan çalışan bir çamaşır makinesi
Akıl okuyabilen robot tasarladılar
Sanal Gerçeklik, Artırılmış Gerçeklik , Metaverse, Sanal Uzay Nedir?

Bilim insanı Matthieu Juncker ekosistemi gözlemlemek için ıssız adada 8 ay tek başına kalacak.
Beynine çip takılan kişinin düşünceleri 25 dakika boyunca okundu.
14 Mart Pi Günü, Günün Kutlu Olsun Pi !
Tüm canlılar için en ideal sıcak
Avustralya’da 350 kişinin konuştuğu yeni bir dil gelişti

Türkiye artık yabancılar içinde ucuz değil…
2023'te 282 milyon insan açlık yaşadı.
Servet dağılımı adaletsizliği: Türkiye'de %1’lik kesim servetin %40’ını alıyor
BM Raporu: İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırısında soykırım suçu iddiası
Doğurganlık oranında 'büyük düşüş': Ülkelerin % 97'sinde nüfusun azalması bekleniyor

GEÇİTKALE'DEN GELİYORDU...
GENÇ BİR YAZARA BİRKAÇ TAVSİYE
DEĞİŞİYOR, YOKSULLAŞIYOR
“KİRAZ ZAMANI” SERÇELER, KİRAZ AĞACIMIZ, RAZZİA
Enflasyon Rehberi

UCUZ ET
Hesap
---İST
SANDIK
TAKSİ DURAĞI

İskandinav Göçleri ve Vikinglerin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Hümanizm Nedir?
Osmanlı’da kahve kültürü, Osmanlı’da kahve isimleri..
Amerika’da Ayrımcı Politikalar ve Siyahi Mücadele Tarihi
Dünyanın İlk Destan Kahramanı: Gılgamış


kose yazarlari En Cok Okunanlar
Son 30 günde en çok okunanlar
En Cok Okunanlar










Basa git