Bir insan olarak, yaşadığımız bu dünyada, bugünlerde kendimden, hatta insan olduğumdan utanıyorum. Hatta ve hatta erkek olduğumdan utanıyorum. Vahşi doğaya bakıyorum; hayvanlar, açlıklarını gidermek için avladıkları hayvanları yedikten sonra, tekrar acıkana kadar başka bir hayvanı öldürmüyor.
İnsanlık tarihine baktığımızda, iktidar sahipleri güçlerini başka toplumlara da kabul ettirmek adına diğer ülkelere saldırıp savaşlar çıkarmışlar. Bu savaşlar yüzlerce yıl öncesinden geliyor. Bir İngiliz subayı olan Albay Richard Holmes’in kaleme aldığı The World Atlas of Warfare yani Harp Silahı Atlası adlı kitabın daha ilk sayfaları, medeniyetin beşiği Anadolu’dan başlıyor ve bu coğrafyada kurulan birçok şehir devletinin, hakimiyetlerini yaymak adına diğer şehir devletleriyle savaştığını yazıyor. Galip gelen devlet, diğerinin topraklarında hükümranlık sürer ve zaman içinde bir başka devlet gelip bu hükümranlığa, bir savaş sonrası son verene dek bu döngü sürer.
Anadolu toprakları üzerinde yüzlerce yıl boyunca savaşlar olmuştur ve bu savaşlarda savaşan ordularda hep erkekler telef olmuştur. Ayrıca yine bu topraklar üzerinde kurulan birçok medeniyet, üzülerek ifade edeyim, hep deprem fayları üzerine şehirler kurmuş. Bu şehirlerin kurulmasında bazı önemli unsurlar olduğunu düşünüyorum. Mesela yörede bir sıcak su kaynağı varsa, oraya yakın mutlaka bir şehir kurulmuş. Bunu eski Roma şehirlerine baktığımızda da görmekteyiz. O tarihlerde şehir kurmak pek kolay olmadığından, şehir devletleri galip geldikleri savaşlar sonrası ele geçirdikleri şehri yerle bir edip, üzerine yeniden bir şehir inşa etmişlerdir. Tarihi kazılarda bu durumu görmekteyiz. Örneğin, Kayseri sınırları içinde bulunan Kültepe antik kentinde, şehrin yedi kez istilaya uğrayıp yeniden yıkıntılar üzerine inşa edildiğini, bir kesitte bu yedi kat şehri görmek mümkündür.
Tüm bu dönemlerde şehir devletleri arasındaki savaşlarda ölenler, büyük çoğunlukla erkeklerdir. Buna rağmen, 1927 yılında Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından yapılan nüfus sayımında, Anadolu’da 6.6 milyon erkek ve 7.1 milyon kadın nüfusu olduğu tespit edilmiştir. Yani genç Türkiye Cumhuriyeti’nin toplamda 13.7 milyon nüfusu vardır. 1935 yılında yapılan sayımda ise 7.9 milyon erkek ve 8.2 milyon kadın nüfusuyla, toplam nüfus 16.1 milyona ulaşmıştır. Ancak bu büyüme, eğitimle aynı oranda gerçekleşmemiştir. Nüfusun %78’i okuma yazma bilmez durumdadır.
1950’lere gelindiğinde erkek nüfusu 10.6 milyona, kadın nüfusu ise 10.4 milyona ulaşmış ve ülkemizde toplam nüfus 33.4 milyon olmuştur. Ancak bu dönemde de eğitim seviyemizin düşük olduğunu hatırlıyorum. 2000’li yıllarda erkek sayısı 34.3 milyon, kadın sayısı ise 33.4 milyondur. Nüfus toplamda 67.7 milyona ulaştığında, eğitim düzeyinin aynı oranda artmaması beni ciddi şekilde endişelendirmiştir. Sanayi, tarım ve hayvancılıkta yatırım yapılmadığı takdirde kırsaldan şehre göçün engellenemez hale gelmesi, toplumda derin yaralar açacağını düşünmüştüm.
2007’de erkek nüfusu 35.4 milyona, kadın nüfusu ise 35.2 milyona ulaşmıştı. 2020 yılına gelindiğinde ise TÜİK verilerine göre nüfusun %49.9’unu kadınlar, %50.1’ini erkekler oluşturmaktaydı. Kadın nüfusu 41 milyon 698 bin, erkek nüfusu ise 41 milyon 915 bin olarak kaydedilmiştir. Ancak TÜİK verilerine güvenmeyenlerin sayısı günümüzde inananlardan çok olduğundan, 2001’den sonraki verilere pek iddialı yaklaşamıyorum.
Şu bir gerçektir ki, her ne kadar Çanakkale’de ve Kurtuluş Savaşı’nda erkek nüfusu büyük kayıplar vermiş olsa da, son 100 yıl içinde erkek nüfusunun arayı kapattığını ve hatta kadın nüfusunu az da olsa geçtiğini gözlemlemekteyiz. Ancak bu gelişmeyi eğitim alanında aynı oranda sağlayamamışız. Ülkemizin büyük bir kısmının hala cahil olduğuna inanıyorum. Bir sanatçı; “Benim oyumla bir çobanın oyu bir mi?” diye sorduğunda başına gelmedik kalmamıştı. İyi ile kötüyü, siyah ile beyazı, sefalet ile refahı ayırt etme bilgisine sahip olmayanların ülkenin geleceğini nasıl etkilediklerini izlemekteyiz. Kadın ve erkek eşitliğini gelecek nesillere aktaracak olan bizler, bunu başaramayacağımızı düşünüyorum.
Hala kadın cinayetlerini engelleyemeyen bir yönetim var. Kısa bir bilgi vermek gerekirse, son üç yılda kadına karşı işlenen cinayetlerin önemli bir rakama ulaştığını görmekteyiz:
• 2021 yılında 433 kadın cinayeti ve 280 şüpheli kadın ölümü,
• 2022 yılında 409 kadın cinayeti ve 334 şüpheli kadın ölümü,
• 2023 yılında 415 kadın cinayeti ve 315 şüpheli kadın ölümü,
• 2024 yılının ilk 9 ayında ise 292 kadın cinayeti işlenmiştir. Günde 1 kadın cinayete kurban gitmektedir.
Kadınları ilgilendiren İstanbul Sözleşmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanmasına rağmen, cemaat baskısıyla bir erkeğin attığı imza bu sözleşmeden çıkılmasına neden oldu. Bunun faturasını kadınların hayatlarıyla ödemesi utanç verici değil mi?
Ülkemizin yarısı kadın, yarısı erkek, ancak ülkeyi yönetenler errkek. Kadınlar hakkında karar verenlerin erkek olması, o ülke için ZUL değil mi ? Kadınların hayatlarını koruyamıyorsa, bir ülkenin iç emniyetinden sorumlu kişisi , başka ne işe yarar ki ? diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.