Edip öğretmenin öğrencilerinden biri İbrahim. Bu yıl ortaokula başlayan akıllı, çalışkan Ayşe'nin bir küçüğü. Öğretmeninin, çok sevdiği çok güvendiği bir öğrenci. Bu yıl babasını yitirdi. O yüzden gülümserken bile hüzünlü bakıyor. Öyle temiz, akıllı ki... Onu tanımak, onu yazmak beni daha mutlu bir insan yaptı.
Öyküsünü O Yazacak
keçilere kadınlara çocuklara dağlara
rüzgara
hayata, anlama
renklere, gülüşlere
bir daha geri gelmeyeceklere
ama en çok geleceğe
bir öykü
İbrahim

Yorgun hasta bir kadın, onarım isteyen bir ev, işsiz oğlanlar, bekar kızlar, bakım isteyen küçük çocuklar.
Ali Çelik’ten geriye ne kaldı?
Son yıllarını kanserle savaşarak geçiren Ali Amcadan bir resim olsun kaldı mı?
Bir askerlik hatırası?
Yedi çocuğunun anası, karısıyla düğünlerinde çekilmiş bir resim?
Bütün çocukları çevresinde, dağları arkasına almış bir aile resmi?
Ya da incelmiş ufalmış bedeni ile toprak evde küçük camın önündeki hasta yatağından kalmış son bir anı? Izdırabı, çaresizliği, kabullenişi donduran bir resim…
Nuriye, Fatma ablaları evin. Ömer küçük abisi, büyük abi İstanbul’da iş arıyor. Ayşe bu sene ortaokula başladı. Hatice daha çok küçük. Bir de İbrahim var.
İbrahim.
Bir sabah evde İbrahim’in canı sıkılmış. Defterini, boya kalemlerini çıkarıp resim yapmış. Bir dere, okul, Türk bayrağı, rengarenk çiçekler, alçak dağlar, üstlerinde uçan güzel kuşlar, ikişer ikişer el ele tutuşmuş çocuklar…
Bu okulun önündeki kim İbrahim?
Benim.
Bak, sen de birinin elini tutmuşsun.
İbrahim başını öne eğer, kollarının arasına saklamak ister gibi.
İbrahim, kulağıma söyle, kim bu kız?
Utanır ya biraz da gururlanır sanki. Kötü bir şey yapmadığını biliyor. Yüzünü, kısacık kesilmiş saçlarını yeni yıkamış, sabun kokuyor. Derisi sert elleri tertemiz. İbrahim, sevginin, elele tutuşmanın, omuz omuza yaşamanın çok güzel olduğunu biliyor.
Gözlerinde neşeyle hüzün birlikte. Gülümserken gözleri doluyor. Gözleri dolmuşken, bir söze gülümsüyor. O kadar içinde hayatın. O kadar açık sevmeye, sevilmeye.
Su gibi bir çocuk. Yüzüne bakınca yüreğini okuyabilirsiniz. Öyle lekesiz ki… Dağlarda esen rüzgarlar, gökyüzündeki tatlı güneş, ürkek kara bir oğlak, köyün toz toprak taş yolları, evlerin düz damında çamaşır yıkayan kadınlar, tandırdan yeni çıkmış ortası delik yuvarlak ekmekler… Dut ağacının cılız dalları, yaylaya giden dik yol, ilk durakta çeşmenin cana can katan soğuk suyu….
Ya da dereye yuvarlanan topun peşinde koşturan İbrahim.
Bilim adamı olmak istiyor. Kitap okumayı çok seviyor, doymuyor okumaya. Ödevlerini hep zamanında yapıyor. Sınıfta öğretmenin baş yardımcısı. En önde oturuyor. Elleri masanın üstünde, tüm dikkatiyle ders dinliyor. Çok güzel konuşuyor. Öğretmenin sorularına güvenle yanıt veriyor.
Akla, bilime, insana dost bir çocuk. Bilim adamı olabilecek mi?
Yalnız, güzel ve çok çok karışık memleketimiz, dağların, ovaların, köylerin gururlu, güzel insanlarının su gibi berrak çocuklarına o şansı tanıyacak mı?
Bu İbrahim’in öyküsü değil. Bir girişti yalnızca. Çünkü öyküsünü İbrahim yazacak. Belki bu girişi değiştirir. Eğer değiştirirse mutlaka daha iyi bir giriş yazar. Ben ona güveniyorum.
Ne dersiniz, yalnız, yoksul ve çalışkan insanların köyü Ağılözü’nün İbrahim’i bilim adamı olmayı, hep böyle gururlu ve kaynak suyu gibi temiz kalmayı başarabilecek mi?
Öyküsünü İbrahim nasıl yazacak?