![]() |
|
![]() |
|
![]() |
![]() |
![]() |
Türkiye'nin Şiir Aydınlığı: Dağlarca
![]() Berlin Günceleri 20-27 Ekim 20 Ekim, Pazartesi Dağlaraca bugün toprağa verilecek. Ben orada olmayacağım. Ama Hayâl orada olacak. Onunla kol kola, omuz omuza uğurlayacağız şiirimizin yüzakı şairini. “Sezgisel” (1933-45), “Geçiş” (1945-55) ve “Akılcı” (bugüne dek gelen) dönemlerde yüzerce şiir yazdı. Şiirin dışında hiçbir sanatsal türü denemedi. Ne deneme yazdı, ne öykü. Tek şiirdi onun dünyası. Çağını ve gününü şiirle yoğurdu, yorumladı. 2-3 kez yüz yüze geldim kendisiyle. Sivaslı Karınca’nın (1960) 2. basımını imzalattım Berlin’de. Çocuklar üzerine onun kadar yazan da yoktur herhalde. Doğa, çocuk, emperyalizm, Vietnam savaşı, siyasi baskılar... onun şiirlerinde hep yer buldu. Bir de, Atatürk. Destanlarıyla da önde olmayı bildi. Bugünün genç şairleri ne kadar savruk ve Arapça sözcüklerle yığma şiirler yazıyorlarsa, Dağlarca da o kadar yalın, arı, dupduru bir Türkçeyle yazdı. Dilini Arapça sözcüklerden hep uzak tuttu. Dağlarca, Türkiye’nin şiir aydınlığıydı. 21 Ekim, Salı Araba satmanın bu kadar zor olduğunu da bu sene öğrendim. Hundai, bozuldu: ADAC, geldi. Arabayı iyice incelediler. “beyni bozulmuş” diyip gittiler. Beyni, elektrik aksamı herhalde. Bozuk arabaları da alanlar varmış, dediler. İlan verdik. Gelip aldılar. Alanlar Polonyalı. Arabayı sattığımızı duyan dostlarımız bizi uyarmaya başlamazlar mı iş işten geçtikten sonra. Arabayı üstümüzden sildirtmeden Polonya’ya götürebilecekleri, sigortasının bizim üstümüzde gözükeceği, yeni bir araba alamayacağımız söylendi. Hemen plakayı sökün dediler. Gece yarısı ön plakayı söktüm. Arka plakayı sökemedim karanlıktan. Arabanın kâğıtlarının bizde kaldığını öğrendik, içimize biraz su serpildi. Gündüz gözüyle plakayı sökmeye gittiğimizde arabanın götürüldüğünü gördük. Bu kez arabayı alıp götürenlerin peşine düştük. Plakanın biri bizde, polise gösterilecek kâğıtlar da bizde. Onlar arabayı üstlerine geçiremiyor, biz üstümüzden sildiremiyoruz. Telefonlara çıkmıyor alanlar. Sonunda bin bir çabayla yakaladık ve plakayı getirmelerini söyledik. Plaka geldi. Ben gittim arabayı üstümüzden sildirdim. Arabanın kâğıtlarını alanlara verdim. Ama bu arada arabayı yanlış yere park ettikleri için arabayı polis çekmiş. Onun cezası geldi. Alanlara bu ceza kâğıdını da verdim. Ödeyeceğiz dediler. Ama evdekiler, bu ceza kâğıdının bir fotokopisini almadığımın hesabını sordular bana. Ben bu işlerin adamı mıyım? Ben hangi işlerin adamıyım? Bu tür ince ayrıntılarda neden bocalıyorum? 22 Ekim, Çarşamba İlhan Berk, Bedri Rahmi Eyüboğlu için ne diyor? “Resimler Talaslı’sını anlatmaya yetmemiştir ki, onun / için sıraya girmiştir şiir” Ama bu da yetmeyecektir şiirlerin altını üstüne oturta / caktır yine Çatalkara’sını (ikonlara döndürüp). “Biraz tutkulu, Çılgın.Tutkulu çünkü renkler buyruğuna / girmiştir artık.” “Şair Ressamlar / Ressam Şairler” yazım için İlhan Berk’in Requiem’ni (2004) ve Mehmet H. Doğan’ın hazırladığı Hece Taşları’nı (1997) okuyorum yazıma destek araya araya. 23 Ekim, Perşembe G. Grass, hem şair, hem romancı (daha çok romancı), hem de çizer, heykeltıraş. Ferit Edgü, roman, öykü, sanat yazıları yazıyor, resim de yapıyor. Murathan Mungan, yazının tüm dallarına başarılı giriş çıkışlar gerçekleştiriyor. Bu şu anlama mı geliyor, ya da gelmeli mi? Yazarlar, şairler hangi dalda en iyisini başaracaklarsa orada da ürün vermelidirler. Romanla anlatılamayacak bir duyguyu, düşünceyi şiirle pek alâ anlatmak olası değil mi? Tersi de doğrudur bu cümlenin. Bu uzar gider böyle. Şairler, resim de yapabilir. Bu onların ressamlığını gösterir mi acaba? Oktay Rifat, ressam değil onca şiir yazmasına karşın, şair. İlhan Berk, kendini ressam saymaz. Resmi dinlenme anında, şiiri beklerken yaptığını söyler. Metin Eloğlu aslında ressamdır ama şair olarak kalmıştır şiir dünyamızda. Tevfik Fikret ve Nâzım Hikmet için de bu böyledir ressam değil, şairdirler. Bu konuyu kesin bir sonuca bağlamak olası görünmüyor bana. 24 Ekim, Cuma Kreuzberg’te dört beş lokantaya uğradım. Karnımı doyurmak için değil. “Gurbette Ne Yenir Ne İçilir”e yanıt aramaya. Antep Sofrası, Osmanlı Saray Mutfağı, Sultan Sofrası, Hasır, Gel Gör İnegöl Köfte, Değirmen (Ocak Başı Resaurant).... Yemek listelerinde pek bir değişiklik yoktu. Çorbalar aynıydı: Mercimek, işkembe, kelle paça Pide, pizza ve lahmacun ve dönerde bir değişiklik yok. Karnıyarık, tas kebap, İzmir köfte, dana rosto, haşlamanın yanı sıra mantı, kuru fasulye, ciğer şiş, saç kebap, karışık ızgara, İnegöl köfte, hamsi tava, kuzu güveç, bıldırcın ızgara, Adana (yoğurtlu, yoğurtsuz), beyti, bildiğimiz pide çeşitleri... liste uzayıp gidiyor ve garaj lokantalarında müşterilere yemek listesini gözü kapalı sayan garsonlar gibi hissetmeye başlıyorum kendimi. Tatlılar: Keşkül, sütlaç, aşure, kazandibi, kadayıf, baklava, tulumba, künefe. İçkili yerlerde de meze olarak humus, tarama, pilaki, enginar tava, cacık, haydari, acılı ezme, patlıcan ezme, soslu karışık kızartma, sigara böreği, mücver, meyhane köfte, arnavutciğeri... Kahvaltı için de Simitdchi’ye gittim (daha önce Simit Evi değil miydi burası?) Poğaça, açma, menemen, yağda yumurta, omlet, zeytin, peynir, reçel, bal, rafadan yumurta, salatalık, domates... de buranın listesinde olanlardı. Göçün yemeğimize yansımasını tam anlayamadım ama karnım zil çala çala eve geldim. 25 Ekim, Cumartesi Gelenekle Deney kitabı Almanca Türkçe hazırlanmış. Avusturya ve Türkiye deneysel şiiri İstanbul ve Viyana’da masaya yatırılmış ve workshoplar çerçevesinde iki ülkeden dörder genç şair bir araya gelmişler. “şairlerin, birbirlerinin yazım tarzları ve farklı tarihi ve estetik koşulları” tartışılmış karşılıklı çeviriler sırasında. Avusturya’dan yola çıkarak Avrupa şiirinin ve Türk şiirinin nereye yöneldiğini görmek açısından da önemli bir kitap bu. Türkiye’de Deneysel Edebiyat Antolojisi’nde ele alınmıştı bizdeki uç, ya da dikkat çeken örnekler. Şiirimizde bir zenginliğinin örnekleri Avusturyalı şairlerle ele ele vermiş. İdil Kızoğlu, Memet Öztek, Ömer Şişman ve Murat Üstübal, Ann Cotten, Petra Nachbaur, Lisa Spalt, Anja Utler... kalıcı bir çalışma ortaya çıkarmışlar. Avusturyalı deneysel şiirlerin üstadı Heimrad Bäcker’in Tutanak (2004) dilimize kazandırılmıştı. Zaman zaman deneysel şiirlere yönelen biri olarak bu tür çalışmalar büyük ilgi duyuyorum. 26 Ekim, Pazar Metin Eloğlu (sanıyorum ölümünün ardından) için Oğuz Tansel uzun bir şiir yazmış: Orda arkadaşının şair ressamlığına da değinmiş: “Boyalarda, şiirde güzellemeci”. Oktay Rifat’ın resmi üzerine kimse bir şey yazmamış mı acaba? İlhan Berk için Enis Batur, Mağara Ressamı, Sapkın Nakkaş, Nâmahrem Kalem (2000) kitabını yazdığını biliyorum. Bu konu kafamı kurcalayıp duruyor dipten dibe.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
![]() ![]()
| Tüm Yazarlar |
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() |
![]() |
|
![]() |