A Yorum
  Acilis Sayfasi Yap Sik Kullanilanlara Ekle  

   
A yorum Kurum
iletisim
login
yayin ilkeleri...



yazi dizileri

Yazı karekteri : (+) Büyük | (-) Küçük

Rüya...

Kategori Kategori: Yaşam | Yorumlar 0 Yorum | Yazar Yazan: Berna K. Mutlu | 27 Şubat 2023 09:22:29

Yeni yıla girmeden önce bir rüya gördüm. Rüyadan aklımda kalan en çarpıcı şey, bir geyik sembolünü, bir yapboz parçası gibi sağ gözümden söküp kalbime yerleştirdiğimdi. İki gün sonra üst kattaki komşum, oğullarımın çatlak teyzesi, 30 yıllık dostum elinde iki minik yeni yıl hediyesi ile İstanbul’dan geldi. “Yarım elma gönül alma” diyerek uzattığı paketi açtığımda ilk gördüğüm şey, avuç içi kadar, ahşaptan bir Ren Geyiği oldu. Duvar süsü olarak yapılmış, ipinin ortasında kırmızı bir boncuk olan hediyemi görünce, gözümden yaşlar akmaya başladı, duvardaki boş kalan çivime astım. Rüyamı anlatırken birlikte ağladık. Bu zamana kadar anlamını hiç araştırmamıştım geyiğin. Gözümden kalbime koymaktaki nedenin ne olabileceğine odaklanmıştım.

Feride Gürsoy, 2016 yılında hayatımın en zor günlerinden birini yaşarken, davet ederek katılmamı sağladığı inzivasında, bir şamanik yolculuk yaptırmıştı. Karşıma örümcek ve arkasında duran bir geyik çıkmıştı. O zaman da geyiğe değil örümceğe odaklanmıştım. Feride beni yeniden yazmaya başlamam ve paylaşmam konusunda yüreklendirmişti. Yeri gelmişken Faruk Eskioğlu ağabeyimi de anmak isterim. Yazdıklarımın mektuplaşma ve günlük tutmayla sınırlı kalmamasını sağlayan, Londra’da tanıştığım bir  gazeteci ve yazardır Faruk ağabey. İlk özel televizyonda, bir programa çok öfkelendiğim ve bu öfkeden uykusuz kalıp ne yapacağımı bilemediğim bir akşam, bu programla ilgili bir yazı yazıp listemdeki tüm dost ve tanıdıklarıma yollamıştım. Ertesi gün Faruk ağabeyden, beni İngiltere’den yayın yapan bir internet gazetesinde, yazarlığa davet eden ve bu yazımı da paylaşmak için izin isteyen bir e-posta aldım. Daha sonra “yazmak”ile ilgili notlarını paylaşmıştır ve önerileri ile desteklemiştir. 2006 yılında, yazdıkça yayınlanan tüm yazılarım, kendi anılarım ve yaşadıklarımdan ilhamla yazılmıştır. Hala da öyledir yazma motivasyonum. Fikri bir yazı yazmak üzere masa başına en son tezimi yazarken geçtiğimi hatırlıyorum. Derdim varsa yazarım. Paylaşmak istediğim duygum varsa da yazarım. O yüzden dağınıktır, herkese hitap etmez. Kafamın içi gibi. İyileşmek için yazarım.

O aile dizimi inzivasından beri hayatımda yerini bulmuş Feride’ye, çok zaman sonra, bu Pazar akşamı dolunayda, ona ve kızı İda’ya yoğunlaştığımı yazdım. O gün sabaha karşı bu büyük deprem oldu. İlk sabah hazırladığımız eşyaları yardım toplanan merkeze götürüp, gençlerin nasıl çalıştığına, göğsümü genişleten şekilde şahit oldum. Çalışma vardiyaları zamanla belirdi. Evde ara ara haberler izlendi. Sosyal medya takibi ve yardımı olacağı düşünülen paylaşımlar yapıldı. Kah ağlandı su içmeye utanıldı, kah yendi içildi normal hayat sürdürüldü. Bire bir çalışmalardaki karşılıklı şifalanmaya şahitlik edildi, falan filan. Yazının temel nedeni hayırseverlik ve dayanışma tartışmaları olmadığı için burayı kısa kesiyorum.

Şu an kendimi drama ve negatif provokasyona bırakmanın kimseye faydası olmayacağını düşünerek, ölenlerin ruhuna  ve  arafta olanların ruhsal enerjisine bir mum yakıp, duamı ettikten sonra içime dönmeye karar verdim. Yeni tanıştığım ve derdini sevdiğim bir arkadaşın yalnız hissetmeyeyim diye gönderdiği Didem Mollaoğlu’nun sohbetlerine döndüm. Onlardan birinde tanıdığım Banu Gürün’ün yıllar öncesine ait çok etkilendiğim bir anısını paylaşmak istiyorum.

-Cebindeki bir lira ve bilmem kaç kuruş ile ihtiyacı olan iş görüşmesine, otobüs bileti bile alamadığından gidemediğini, bunun benzeri düşüncelerin sebep olduğu öfkeyi hocasına yansıttığını anlattı. Hocası ona şöyle bir ödev vermiş; “Yarın bu parayla sokağa çıkıp neler yapabileceğine bakacaksın.” Sabah evinin yakınındaki parka gittiğinde, iki çocuk “karnımız aç” diyerek yanına yaklaşmış. Bir simit alıp ikiye bölmüş, bir şişe suyu iki plastik bardağa paylaştırarak çocuklara vermiş. Yaşlı bir adama ayran alıp vermiş. Kalan parayı kullanarak aldığı yemle de güvercinleri beslemiş.

Bunu dinledikten sonra içimde uyanan dürtüyle  - lüksler ve temel ihtiyaçlar konusuna hiç girmeyeceğim, merak etmeyin, kendimi “ne kadar iyi bir insanım” diye övmek için de yazmıyorum bu anlatacağım şeyi- düşüncelerin, insanların duygularının, birbirine bağlandığında ortaya çıkanların heyecanı bendeki. Neyse, bu konuşmayı dinledikten sonra, yıllardır almaya karar verip, bekletip  son anda gelişen sebeplerle hep almaktan vazgeçtiğim, bu sefer almak için sözleştiğim, bendirimin (ki o da benim değilmiş aslında) yapımcısına mesaj atıp, ‘beni bulacak bendirin yıllardır çeşitli yollardan geçerek beni beklediğini, bu kez kendisinden almaya niyet ettiğimin parasının gitmesi gereken başka bir yer oluştuğu için, almaktan vazgeçtiğimi’, ilgisi için teşekkür ederek söyledim. Sonra da Didem’e, bu felaket günlerinde çalışmalarının bana nefes ve ilham olduğundan bahsettiğim, Feride’yi de bir sohbete davet etmek isteyip istemeyeceğini  sorduğum bir mesaj attım. Henüz enkaz kalkmamışken bile ilişki kurmayı engelleyen değil, ilişki kurmayı gerektiren durumlar içinde olduğumuzu hissediyordum. Güzel insanlar, başkalarına ulaşarak güzelleştirmeliler.  O an sevdikleri enkaz altında olduğu ve bu dertle uğraştığı halde bana güzel güzel, candan candan cevap veriyordu, yeteri kadar ilgilenemediğini söylerken, Feride ile zaten yapmış olduğu kaydı gönderiyordu. Benim kan bağım olmasa da canımdan olan birinin anneannesi ve teyzesi  göçükten saatler önce sağ çıkmıştı. Aynı sevinci onların yaşaması için de duacı olarak ve  gönüllerine ferahlık dileyerek konuşmayı sonlandırırken özür diledim. Özre gerek olmadığını çok kalpten hatırlattı.

Kimsenin en mahrem anlarının görüntüsünü acıklı müziklerle paylaşmadım. Hiçbir çocuğun yüzünü internet denen hafıza torbasına atıp, sonsuza dek kapatmadım. Kimsenin derdini paylaşırken parmak sallayarak, ağzımı köpürterek konuşmadım. Muhatabının izni olmadan felaket fotoğrafları ile sosyal medya çılgınlığına düşmedim. Yaslara saygı duymaya çalıştım. Artık gına getiren “Sözün bittiği yer” cümlesini yazıp, reklam kokan fotoğraflar koymadım. Bittiği için gerçekten sustum. Sadece kendimi iyileştirmem gerekiyordu. İyi olayım ki daha çok hizmet edeyim. Bir şeyler için uğraşayım. Sadece şikayet etmeyeyim, sadece üzülüp kalmayayım, sadece bilir kişi gibi konuşmayayım. Burada bile yargılama var değil mi? Evet çok haklısınız. Silmeyeyim ki; kendimle de uğraştığımın ve hatalarımın farkında olduğumun kanıtı olsun. Tabii ben kendimle uğraşırken sorumluluğu olup da almayanlara karşı da kenara çekilmemek için neler yapmalı düşüneyim.

Bir nefes molası…Oturdum Feride’yi dinlemeye başladım bu sefer de. Yolculuğunun onu Şaman inancına nasıl getirdiğini anlatıyordu. Birden gözüme duvardaki geyiğim takıldı. Ren geyiğinden bahsederken rüyam aklıma geldi ve internette Şamanizm ya da Türk mitolojisindeki anlamlarına baktım. İslam tasavvuf inanışında, velilerin sahip olduğu metafiziksel hikmet; geyiğin karnındaki kan kesesinde mevcut olduğu düşünülen misk ile temsil edilmekteymiş.

“Kutsal olarak görülen geyiğin boynuzları Anadolu’nun ve Türk dünyasının çeşitli yerlerindeki türbelerde de bulunmaktadır. Hastaları şifalandırmada birer sağaltma aracı olarak kullanılmaktadır. Geyikler senede bir kez üreme dönemlerinde boynuzlarını düşürmekte ve yerine bir çatal fazlası ile yenisi çıkmaktadır. Bu nedenle geyik boynuzları sembolizm olarak yenilenmeyi ve ölümsüzlüğü temsil etmektedir ”(Kumartaşlıoğlu, 2015, s. 137).

“Türk mitolojisinde geyik; türeyiş unsuru olarak, av hayvanı olarak, yol gösterici olarak, şekil değiştirmek unsuru olarak, hükmedilen hayvan olarak, yer-su sembolü olarak, gök unsuru olarak bazense kötünün simgesi olarak ele alınmaktadır” (Gök, 2019, s. 391).

“Mutlu sona erdiricidir. Sevgi perisidir. Totemdir, ruhların üzerinde dolaştığı ilahi bir varlık olarak tanımlanmaktadır. Tanrı’nın elçisidir. Sevgi perisi ve Tanrı’nın elçisi olarak da adlandırılmaktadır. (Beşkardeş, Uslu, & Uslu, 2014, s. 18)”*

Birkaç hafta sonra daha büyük bir şifa dalgasına toplu bir ihtiyaç olacakmış. Göz kendini göremezmiş. İnsan insana muhtaçmış. Kalplerimizin gözüyle bakmalıymışız. Değişim gerekmiş. Sevgi temel olan şeymiş. Herkes işini dürüstçe yapsa, öyle yapmayana göz yumulmasa her şey daha farklı olurmuş…



Beni Feride ile tanıştıran dostum Yeşim Ateş’tir. Kendime giden yolda önemli bir sokaktır. O da şimdi kendine giden yollarda. Başka bir gerçeklik anlayışının imkanını araştırıyor. Tanısanız azıcık deli dersiniz. Onun deliliğini bir de bana sorun. Sevdiğinin ölümü ile yaşamın ne menem bir şey olduğunu anlamaya gönüllülüğünü…

Kediye mama alma bahanesiyle evden çıkıp alışveriş yaptım.  Pazar çantamla yolda evime dönerken yemyeşil çimlerin kapladığı arazinin önünde durup ufka baktığımda, dünyanın o güzel parçasında, diğerlerinden farlı olan bir ağaca bakarken manzaram bir cennetti. O an birileri ölüyordu, birileri acı çekiyordu, ama senin içinde olduğun gerçeklikte bu manzara varken aynı zamanda birileri de doğuyordu, birileri seviniyordu. Fondan bakışı çekip, ilk plana odaklandığımda tam da önümde  paslı, çirkin, yırtık tel örgüsünü görüyordum, cehennem gibi dünyanın çirkin yüzü. İkisi de gerçeklik. O an nereden bakabildiğinle alakalı. Bazen yakın plandaki dar pencerede kabus misali bir görüntü varken, az ötesinde, belki biraz geniş açıdan baktığında arka plandaki görüntüye hiçbir zarar veremiyordu.

Ben bunları yazarken babam aradı. Telefon yanlışlıkla bana bağlamış onun anını. Sesleniyorum, duymuyor, kendisi konuşmuyor, arkada televizyondan net bir şekilde gelen ses,  sağ çıkarılan bir çocuktan ve onun peşinden sağ kurtulan 5 kişiden bahsediyor. Orada bir hat açıldığını ve geri kalan 13 kişi için çalışmalara devam edildiğini söylüyor. İçim kaldırmadığı için televizyon izlemiyorum da, burada ne yapıyorum kendi kendimle uğraşarak, diye de utanıyordum biraz. Ama bu haberlerin bana kendiliğinden ulaşmasına engel yoktu.

Canıyla uğraşıyor çoğumuz.
Bir kuş girmiş klimama. Canlı kurtarıyoruz.

Evliyalar yurdu Anadolu’mun kalbi ağrıyor. ‘Küllerinden doğacak insanımız’, diyorlar. Herkes üstüne düşen hizmeti yerine getirecek. ‘Köklü bir değişime ihtiyacımız var’, deniliyor. Gerçekten kalbim ağrıyor. Nefesim yetmiyor diye uykumdan bile uyanıyorum.

İnsan her an hayatında bir felaketin olması ihtimalinin endişesi ile yaşamaya utanıyor. Ortak acının, birinci dereceden muhataplarının her an ne hissetmiş olabileceğinin hayali ile de gündelik hayatında huzursuz hissediyor.

Hepsine biraz izin verelim. Duralım bakalım bu kalp sızısına. Yasımız var. Ama kalkıp etrafa bakıp, neler yapabiliriz diye de harekete geçelim. İzlemekle, tuşlamakla, düşünmekle iyileşmiyor. Başkasının ne yapıp ne yapmadığını değerlendirmekle de bir şey değişmiyor. Yapmak ile olmaktaki dengeye gelelim. Herkes ne yaparken iyi ve tamamlanmış hissediyorsa onu yapsın.


Not1: * Kadim Bilgelik Miti ve Tüketim Toplumu İkonu Olarak Geyik Sembolizmi Araştırma Makalesi Oya Ayan (Doktora Öğrencisi) -İstanbul Ticaret Üniversitesi

Not 2 : Bu yazının bittiğini düşünüp göndermek üzereyken, öğretmenler odasının kapısı açıldı ve bir öğrencim konuşmak istediğini söyledi. Tam babasını yeni kaybettiğini bildiğim, ama o bahsedene kadar konuyu açmayacağım öğrencim ile oturup konuşmaya başlamıştık ki, bir diğeri ‘ben de size katılabilir miyim?’ diye geldi. Üçümüz öğle teneffüsümüzü ‘mutluluğun ne olduğunu’ konuşarak geçirdik. Wittgenstein’dan girdi söze, mutluluğun, hayatta kalma sevincinin, üzüntüye rağmen sürmesi olduğuna karar kılıp ayrılmak üzereyken, Konfüçyus’un “Hayat Mutsuz Olmak İçin çok Kısa” kitabını uzattı bana.

‘Bir sayfa açın lütfen’ dedi.

‘Kime gelsin?’ dedim gülümseyerek.
Aynı anda, ‘üçümüze birden’, dedik .

Kitabı aldım, kalbime koydum ve açıp okumaya başladım:

Konfüçyus der ki; Yolda üç kişi yürüyorsa birinden mutlaka bir şey öğrenirim. Onların güçlü yanlarını öğrenir; zayıf yanlarımı düzeltirim.

Konfüçyus der ki; Gök, beni erdemli olmayı bahşetmiş, Heng Tui (onu öldürmeye teşebbüs etmiş dönemin zorbası) bana ne yapabilir ki?

Konfüçyus der ki; Siz öğrencilerim, benim sizden bir şey gizlediğimi mi sanıyorsunuz? Sizden gizlediğim hiçbir şey yok. Size açık olmayan hiçbir şeyim yok. Ben işte böyle biriyim.

Konfüçyus der ki; Kutsal insanlarla karşılaşmam mümkün değil, üst-insanlarla karşılaşsam bana yeter. İyi insanlarla karşılaşmam mümkün değil, dürüst insanlarla karşılaşsam bana yeter. Aslında yokken varmış gibi yapan, boşken doluymuş gibi davranan, fakirlik içinde olup da gösteriş seven insanların dürüst olması zordur.

Konfüçyus der ki; Hiçbir şey bilmeden hayatına devam eden insanlar vardır, ben onlardan değilim. Çokça dinler, duyduklarım arasından iyi olanları seçer, çokça gözlemler, hepsini aklımda tutarım. Bu bilgiler öğrenmeden elde edilenlerdir.

Zil çaldı. Onlar sınıfına gitti. Benim için bu yazı da tamamlandı.

Gidenlere rahmet kalanlara metanet dilerim.

Facebook'ta paylaş   |   Twitter'da paylaş


 | Puan: Henüz oy verilmedi / 0 Oy | Yazdırılabilir SayfaYazdır

Yorumlar


Henüz Yorum Yazılmamış

Yorum Yazın



KalınİtalikAltçizgiliLink  
Simge Ekle

    

    

    

    







Dünyanın gözü kulağı Ortadoğuda: İran-İsrail gerilimi tırmanıyor.
İsrail, Gazze'de yardım konvoyunu hedef aldı: Biri Avustralyalı 7 kişi öldürüldü
DEVLET-ULUSTAN FEDERASYONA, ekitap
Dünyada altın madenciliği nasıl yapılıyor, kazalar ne kadar yaygın?
Afganistan: Aktivistlerden kadınlar için online dergi

Rusya: İngiltere'ye ait hedefleri vurabiliriz
AB, Türkiye'ye verdiği mülteci fonunun nasıl harcandığını öğrenemiyor.
Avustralya Dışişleri Bakanı Wong: Filistin'i tanımaya hazırız.
İngiltere'de polis, silah ruhsatı almak isteyenlerin eşleriyle de mülakat yapmaya başladı.
Beterin beteri var!

İstanbul kirada Avrupa’nın lideri
Türkiye AB’nin 6 milyar Euro mülteci yardımını nasıl harcadı, AB Sayıştayı’nın eleştirileri neler?
Yoksulluk sınırı bir yılda 24 bin TL arttı.
Türkiye son 20 yılda faize 563 milyar dolar ödedi
Uber Avustralya'da taksi şoförlerine 178 milyon ABD dolar tazminat ödeyecek

Fahri Kiamil
İki annenin başlattığı akıllı telefon karşıtı hareket çığ gibi büyüdü
Afganistan'da onlarca arkeolojik alan buldozerle yıkılarak yağmaya açıldı.
Franz Kolschitzky: Viyana Kuşatması'ndan Kalan Kahveleri Değerlendiren Girişimci
Kış güneşi arayan Britanyalıların adresi Türkiye

"İNEK BAYRAMI" ekitap
Dünya tarihini şekillendiren 6 içecek türü
Taş Kağıt Makas Oyunu (Jan Ken Pon)
"DUHOK KONUŞUYOR" ekitap
ENTERNASYONAL

KİBİRLİ GÜÇ ZEHİR - ERDEMLİ BİLİM PANZEHİR
KARARLILIK - KİŞİSEL ALTYAPI
TARİHSEL KİŞİLİK
TARİHSEL İNSAN
SÜREÇ VE TARİHSEL ÖZNE

'Yeşil İslam' Endonezya'yı iklim çöküşünden kurtarabilir mi?
İsviçreli kadınlar AİHM'de görülen iklim değişikliği davasında zafer kazandı.
Yorgun dünya artık yavaş dönüyor
Avustralya’daki dev yosun ormanlarını yapay zekâ koruyor
2023'te sıcaklık rekoru kırıldı

Apple otomobili ABD'de üretime bir adım daha yaklaştı.
Yaşgünün Kutlu Olsun James Webb Uzay Teleskobu
Su ve deterjan olmadan çalışan bir çamaşır makinesi
Akıl okuyabilen robot tasarladılar
Sanal Gerçeklik, Artırılmış Gerçeklik , Metaverse, Sanal Uzay Nedir?

Bilim insanı Matthieu Juncker ekosistemi gözlemlemek için ıssız adada 8 ay tek başına kalacak.
Beynine çip takılan kişinin düşünceleri 25 dakika boyunca okundu.
14 Mart Pi Günü, Günün Kutlu Olsun Pi !
Tüm canlılar için en ideal sıcak
Avustralya’da 350 kişinin konuştuğu yeni bir dil gelişti

Türkiye artık yabancılar içinde ucuz değil…
2023'te 282 milyon insan açlık yaşadı.
Servet dağılımı adaletsizliği: Türkiye'de %1’lik kesim servetin %40’ını alıyor
BM Raporu: İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırısında soykırım suçu iddiası
Doğurganlık oranında 'büyük düşüş': Ülkelerin % 97'sinde nüfusun azalması bekleniyor

GEÇİTKALE'DEN GELİYORDU...
GENÇ BİR YAZARA BİRKAÇ TAVSİYE
DEĞİŞİYOR, YOKSULLAŞIYOR
“KİRAZ ZAMANI” SERÇELER, KİRAZ AĞACIMIZ, RAZZİA
Enflasyon Rehberi

DEVLETİN CİDDİYETİ
UCUZ ET
Hesap
---İST
SANDIK

İskandinav Göçleri ve Vikinglerin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Hümanizm Nedir?
Osmanlı’da kahve kültürü, Osmanlı’da kahve isimleri..
Amerika’da Ayrımcı Politikalar ve Siyahi Mücadele Tarihi
Dünyanın İlk Destan Kahramanı: Gılgamış


kose yazarlari En Cok Okunanlar
Son 30 günde en çok okunanlar
En Cok Okunanlar










Basa git