
Her konuda söylenecek o kadar çok söz var ki, neresinden başlasam daha doğru olur diye düşünmekteyim. Kimi sözler vardır, kişiler söylediğinde karşısında şapka çıkarılır. Kimi sözler vardır, dinlersiniz ama dikkate bile alınmaz. Aslında yalan söylemekten bugüne kadar kim idam edilmiş ki, diyebilirsiniz. Fyodor Dostoyevski bugün Suç ve Ceza romanını yazmaya kalksa, pek zorlanacağını zannetmiyorum. Hapishanelerin kapasitelerini aşan sayılarda şüpheli ya da hükümlüyü barındırması, pek hayra alamet değildir; bu aşikârdır.
Hapiste bu kadar insanın olması ve her gün bu sayının artarak insanların suç işleyip cezaevine girmesi sizce doğru bir yönetim tarzı mıdır? Bu kadar insanın hapiste ya da gözaltında olması sizce doğru bir hukuk mekanizması mıdır? Yakın tarihte kimse oturup “Bu doğru bir yönetim şekli değil, bunu bir araştıralım” dememekte ısrar etmektedir. “Türkiye bir hukuk devletidir” demekle, adaletin ve hukukun vicdani bir şekilde işlediğine inanabilir miyiz?
Bir zamanlar Ankara’da, 19 Mayıs Stadyumu’nda seyirciyi coşturan bir amigo vardı. Taraftarları coşturmak adına birçok slogan atardı. Esmer, uzun boylu, iri yapısıyla tribünlerde dolaşır, herkesle söyleşi yapardı. Herkes ona “Palavra” diye bir lakap takmıştı. Palavra aşağı, palavra yukarı tribünlerde gezer dururdu. Daha sonraları Sıhhiye’de bir meyhane açmış ve adına “Palavra’nın Meyhanesi” tabelasını asmıştı. Palavra’nın meyhanesi dolup taşardı; çünkü hem şehrin göbeğindeydi hem de masalarda bol miktarda muhabbet olurdu. Her masaya gelir, konuşulan konuya hemen dâhil olur, bol sözle katılırdı; ancak masadakiler Palavra’nın söylediklerine hiç inanmazdı. Palavra’nın gerçek adını kimse bilmezdi. Kimse ona ismiyle hitap etmezdi ve kendisi de bu durumdan hiç rahatsız olmazdı. Onu çağırırken “Palavra, bir bakar mısın?” derlerdi; hemen dönüp bakardı. Bu mekân her maç sonrası dolup taşardı. Bu durumdan Palavra da çok mutlu olurdu.
Havaalanına servis yapan otobüsler bu mekânın önünden kalkardı. Bu nedenle otobüsün kalkış saatine kadar bazı yolcular burada sohbete katılırdı. Palavra ciddi konulara girmez, yüzeysel meselelere de pek dokunmazdı; ancak futbol konusuna hiç dayanamaz, hemen sohbete dâhil olurdu.
Bir zamanlar “Bir Bilen” vardı. Ekranlara çıkar, ülkedeki tarımda kalem kalem üretim miktarlarını, hayvan sayılarını, ithalat rakamlarını, üretim değerlerini, gayrisafi millî hasılanın kişi başına düşen payını, yıllık büyüme oranlarını, enerji tüketim değerlerini ezbere bilirdi. Hatta bu değerlerin bir önceki yıl ne olduğunu ve takip eden iki yılın mukayesesini de ezbere yapardı. Kimse oturup bu rakamları yazıp sonra kontrol bile edemezdi. Her yeni yılın değerlerini ve karşılaştırmalarını, başka ülkelerle mukayeseyi dahi kafasından yapardı. Kürsüye çıktığında önünde bugünkü gibi bir prompter sistemi yoktu ve hiç kâğıttan okumazdı. Belâgati son derece güçlü bir “Bilen”di. Bir Bilen hiçbir zaman yanlış değer telaffuz etmezdi. Bu bilgilerde eksik ya da fazla beyan olmazdı. Olsa bile aksini nasıl bulup söyleyeceklerini bilemiyorum. Kütüphanesi ve çalışma masasının üstü kitap doluydu.
Devlette çok önemli yerlerde bulunan ve söz sahibi olanların, son beş on senedir ekranlarda halka verdikleri rakamsal bilgilerde ciddi çelişkiler bulunmaktadır. Bu nedenle bu değerlerin toplumu yanılttığını görmekteyiz. Bir ay içinde enflasyonla ilgili verilen rakamın, aynı ayın sonunda değişmesi sizce doğal mıdır? Sade vatandaşın yaşadığı enflasyon ile ekrandan söylenen enflasyon değerleri birbirini hiç tutmamaktadır. Hele TÜİK diye anılan kurumun verdiği rakamları kimse kale almamaktadır. Çünkü sade vatandaşın ilgilendiği rakam ne TEFE’dir ne TÜFE’dir ne de enflasyon oranıdır. Vatandaş sadece çarşı pazarda satın almak istediği malın fiyat artışıyla ilgilenmektedir. Gerisi hep palavra. Vatandaş saf ve temizdi, ne söylense inanırdı; ama artık değil. Palavraya karnı tok.
2026 bütçesi Meclis’e geldi. Halktan tasarruf istenirken, devlette har vurup harman savrulmaktadır. Bu nasıl bir hazinedir; araştırın, sorgulayın. 2026 bütçesinde 8 trilyon 840 milyar liralık gelirin 2 trilyon 741 milyar lirasının faize gideceği ilan edilmektedir. Basında söylenen beşli çetenin bütün birikimlerinin İngiltere’ye gittiğini görüyoruz. Türkiye ise İngiltere’den faizle para almaktadır. Faizin nereye gideceği bellidir. Artık herkes ülkenin geleceğini dikkatle okumalıdır; çünkü hesap vermeyen bir hazinenin, halkı palavrayla uyutmaması gerekir, diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.