
Televizyonda haberleri dinlerken çok dikkatli olurum. Bir kelime bile kaçırmak istemem. Çünkü artık konuşanlar her cümlelerine başka mana koymaya çalışmaktalar. Hani derler ya, "Satırların arasında söylemek istediği konular saklı kalmakta," diye. Ben, rastgele konuşan insanı çok severim. Dürüst olurlar, hiç kelimelerin arasına anlamlar sıkıştırmazlar. Siz de benim gibi böyle insanlardan hoşlanırsınız diye düşünmekteyim.
30 Eylül 1207 ile 17 Aralık 1273 yılları arasında yaşamış, ünlü Fars tasavvufçusu Muhammed Celâleddîn Rûmî'nin Afganistan'da Belh kentinde doğduğu söylenir. Anadolu’ya 1228’de göç ettiğinde önce Karaman’a gelir ve buraya yerleşir. Burada Cevher Hatun'la evlenir. İki çocuğu dünyaya gelir, ancak Cevher Hatun genç yaşta vefat eder. Rûmî yeniden evlenir ve Âmir ile Melike adını verdiği iki çocuğu daha olur. Daha sonra Karaman’dan Konya’ya göç eder.
Süreç içinde ünlü tasavvufçu Şems-i Tebrizî ile tanışır. O zamana kadar başarılı bir öğretmen ve hukuk danışmanı olan Mevlânâ'nın, bir çileciye dönüştüğünü görmekteyiz. Şems’in ölümüne çok üzülen Mevlânâ, Divân-ı Kebîr adlı kitabında Tebrizî ile ilgili lirik şiirlerini toplar.
Mevlânâ’nın ünlü Yedi Öğüt’ü vardır. Birçok dile çevrilmiş olan bu öğütler, sanki insanoğluna sunulmuş yaşamsal bir rehber niteliğindedir:
“Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol,
Şefkat ve merhamette güneş gibi ol,
Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol,
Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol,
Tevazu ve alçakgönüllülükte toprak gibi ol,
Hoşgörülülükte deniz gibi ol,
Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.”Bu cümleleri anlamak için satır aralarını okumanıza hiç gerek yok, çünkü Mevlânâ doğrudan anlatmış. "Bir başka hüviyete bürünmene gerek yok," demekte. Karşındaki insanı kandırdığını zannetmek, aptallık olduğunu söylemekte Rûmî.
İnsanoğlu herkesi kandırabilir, ancak kendini asla kandıramaz, derler erenler. Aslında yalan sadece bir kişiliktir. Bunun adını mitomani olarak da adlandırabiliriz. Kişilik bozukluğundan meydana gelir. Sadece yalan söyleyeni bağlar. Karşısındaki insanlar inanır gibi görünebilir ama çoğu zaman inanmazlar. Ancak yalan söylediğinin yüzüne vurulmaması için yalancı, her türlü desiseye başvurur.
Her zaman söylenen bir söz vardır: "Dürüstlük bir erdemdir." Bunun her harfine inanırım. Yalan söyleyen insanların yüzüne yalan olduğunu haykırmak, kimi zaman zordur, bazen de imkânsızdır.
"Barış süreci" diye sanal bir süreç ortaya atıldı. Amerika’nın beslediği, bebek katili ve binlerce vatan evladımızın da katilleri, şimdi ortaya çıkıp "sayım suyum yok" deme cüretini göstermekte. Ne olacak şimdi?
- Şehit aileleri, salıverilecek bu katilleri affedecek mi?
- Dağdan ovaya indiklerinde, bu işsiz güruh mevcut işsizler ordusunda ne yapacak?
- Hapishanelerden salınacak PKK hükümlüsü ne yapacak?
- Uyuşturucu ticareti yapan PKK dağ kadrosu silah bırakınca ne yapacak?
Hani derler ya, "Çok bilinmeyenli tek denklem çözülmesi imkânsızdır." İşte durum tam da bu. Çözüm olabilecek hiçbir konu bulamıyorum. Bu nedenle, Apo’nun çağrısının altı boş bir itiraf olduğuna inanmaktayım. Bu konuların ortaya atılmasındaki en önemli husus, olası erken seçimde Kürt vatandaşların oylarına nasıl sahip olunacağı bilmecesidir. Bunun başka bir izahı olmasa gerek. İyi çalışılmamış bir dersin imtihanında sancı fazla olur.
Siz de benim duyduğumu duydunuz mu? Ekranlarda Cumhur şöyle bir söz söyledi:
“Bu koltuklar kimseye tapulu değil, biz de emri hak vaki olduğunda bırakıp gideceğiz.”Bu sözleri ben duydum, siz de duydunuz değil mi? Peki, bu sözlerden siz ne anladınız?
Kanımca, "Padişahlar gibi ölünceye kadar ben Cumhurbaşkanı kalmak istiyorum" düşüncesinde hazret. Açıkça da ifade etmekte.
Bakın Mevlânâ, Divân-ı Kebîr'de kişilikle ilgili ne demiş:
“Define bulabilirsin, fakat ömür bulamazsın.
Sen kendini bul, çünkü bu define sana kalmaz, senin elinden de geçer gider.”diye bir sözüm geldi, söyledim; hem nalına hem mıhına.