Küçük kardeşimi rahmetle anarım; aramızda çok büyük yaş farkı olduğundan, onun yaşına kimi zaman inemezdim. Beraber sinemaya, parklara gider, yolda sorularının cevabını vermeye çalışırdım. Aramızda 16 yaş fark vardı ve benim onunla müşterek oyun oynama zevkmiz olmazdı. Arkadaşlarımla futbol maçına gitmeye kalkardım. Anne ve babam kardeşimi de götürmemi isterlerdi. O kadar kalabalık içinde nasıl ona sahip çıkabilirdim diye itiraz ederdim.
Yaşıtlarımla nereye gitmeye kalksam, Mehmet’i de yanımda götürmem istenirdi. Ben kızardım, ama söyleyemezdim. Çocukluk yaşlarımın büyük bölümünü yatılı okulda geçirdiğim için, kendime buyruk biriydim. Kimsenin beni yapmayı düşündüğümden alıkoymasını kabul edemezdim. Buna anne ve babam da dahildi. Kardeşimin bana bağlanmasına kimi zaman sevinirdim, kimi zaman ise hürriyetimin kısıtlanması olarak görürdüm. Onun çocuk bahçesine gitmesi gerektiği yaşta, ben arkadaşlarımla sinemaya gitmek isterdim. Bazen danslı çaylar olurdu, onu götürmem mümkün olmazdı. Bana evde herkes kızardı. Bu çelişki makası, yaşlarımız ilerledikçe hiç kapanmamıştı. Yahut ben kapatamadım. Onun dünyasına inememenin hep bir ezikliğini yaşadım.
Aslında evlendikten sonra çocuklarım olduğu günlerde onlarla boş zamanlarda parklarda çok zaman geçirip, aradaki farkın nereden geldiğini anlamaya çalıştım. Ben kardeşime baba olamadım, ağabey de olamadığımı çok geç anladım. Birçok kez sorardı kardeşim, ‘Fil mi daha kuvvetli, yoksa balina mı? Kavga etseler hangisi yener?’ diye. İşte burada çuvallardım. Birisi karada yaşayan hayvanların en büyüğü, diğeri ise denizlerde yaşayan hayvanların en büyüğü. Nasıl olur da ikisi bir kavgaya tutuşabilir konusunu kardeşime anlatmam çok zordu.
Çünkü onun çocuk dünyasında bu sorunun bir nedeni ve de neticesi olması gerekti. O da, benim gibi, sinemada oynayan filmlerde kavga sahnelerinde elleriyle gözlerini kapatıp, kimi zaman parmaklarının arasından kavganın neticesini izlerdi. Bende de aynı bu korku vardı. Yatılı okulda, çok güzel filmler Amerika’dan Kayseri Askeri Havaalanına, oradan da bizim okula gelirdi. Bu filmlerdeki kavga sahnelerinde, hep ellerimle gözlerimi, baş parmağımla kulağımı kapatırdım.
Film karanlık bir salonda, mütalaa salonunda oynatıldığı için, kimse benim gözlerimle kulaklarımı kapattığımı görmezdi. Kavgaya tutuşanlardan kötü adam rolündeki mi, yoksa iyi adam rolündeki mi galip gelirdi pek hatırlamazdım. Ama gelen her filmi hepimiz seyrederdik. Ben ise taksitle seyreder, sonucunda iyi adamın galebe çalmasına sevinirdim.
Zaten hep öyle olurdu, hikayelerin sonunda iyiler hep kazanırdı. Ancak bunu hayvanlara uyarlamamız uygun olmayabilir. Çünkü fil mi iyidir yoksa balina mı iyiyi temsil eder bilinmez. Bütün hayvanların iki hedefi vardır. Biri açlığını gidermek için avlanmak, diğeri ise, üremek içgüdüsü. Üremek içgüdüsü için erkek hayvanlar, rekabete dayalı dünyalarında hayatı pahasına mücadele ederler. Burada erkek hayvanlardaki üreme içgüdüsünde kendi neslinin devamını sağlamak yatar.
Ne balina ne de filler doymak adına bir mücadeleye giremezler. Filler nebatat tükettikleri için yeşil ne varsa yerler. Balinalar ise koloni halinde dolaşan ve denizlerdeki en küçük canlılar olan planktonları yiyerek beslenen bir canlıdır.
Şimdi nasıl anlatırım kardeşime planktonu. O tarihte bilgisayar yok, televizyon kanalları da yok. Sadece radyo ve kütüphanelerdeki ansiklopediler var. Bu konular, bilgimin dışında olduğundan ve anlatım üslubum da uygun olmadığından kardeşime ‘Fil mi ya da balina’ mı yener sorusuna bir cevap bulamazdım. Bazen kardeşim bana sorduğu soruları evirip çevirip aynı düzeye getirip ‘Ayı mı yener yoksa aslan mı?’ gibi alternatiflere yöneltmesinde de çaresiz kalırdım.
Ülkemde çok önemli iki yargı organının, salahiyet ve yetki konusunda, karşı karşıya geldiğini hepimiz biliyoruz. Bunların en üst kademesinde Anayasa Mahkemesinin bulunduğu da aşikar. Hatta Anayasamızda çok önemli bir madde bulunmakta.
Madde 11: Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.
Madde 138: Hakimler görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler.
Vicdani kanaatler konusunun ucunun açık olduğunu düşünmekteyim. Madde 138 şöyle devam etmekte; “Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.”
Bu cümlede tarif edilenden başka tanımlanmayan bir mercii olabilir mi? Mesela Beş Tepe bu kapsam içinde midir? Bilmiyorum. Çok açıklayıcı bir başka cümle şöyle söylemekte madde 138 de; “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir surette değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.” Burada da izah edilmeyen bir başka organ veya idare olabilir mi?
İşte burada, iki güçlü kurum üzerinden, yek diğeri üzerinde güç ve yetki tartışması yaratabilecek bir durum çıkmakta ortaya. Hani rahmetli kardeşim Mehmet’in sorusu gibi bu kavgada ‘fil mi yener yoksa balina mı yener’ diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.