![]() |
|
![]() |
![]() |
![]() |
|
Elul’da Hatırlamak ve Dönüşmek: Hafızadan Umuda
Ben Avraham İşcen, yaş oldu 42. Kırımlı bir Yahudiyim. Ata yurdum hala faşist Rus çizmesi altında eziliyor. Bu satırları 4 Eylül 2025’te, saat 22:39’da yazmaya başladım. Bazen düşünüyorum dışarısı mı daha karanlık, yoksa içim mi daha kasvetli bir vaziyette. Sonra birden aklıma en sevdiğim bana güç veren Mezmur 23 geliyor. T-nrı Çobanımdır, eksiğim olmaz...Karanlık ölüm vadisinden geçsem bile kötülükten korkmam. Çünkü sen benimlesin, çomağın ve değneğin güven verir bana.![]() Edward Bulwer-Lytton, 1839 yılında yazdığı Richelieu; Or The Conspiracy oyununda, “Kalem kılıçtan daha güçlüdür” der. Bugün de kalemin, hafızanın ve umudun, gücün ve şiddetin karşısında bir direnç hattı olduğunu düşünüyorum. İbrani takvimine göre Elul ayındayız. Baruh AŞem, Elul ayı bize içsel muhasebenin ve yakınlaşmanın kapısını açar. “Ani le-dodi ve-dodi li” — “Ben sevgilime, sevgilim de bana” (Şir HaŞirim 6:3). Bu cümle hem bireyin T-nrı ile bağını hem de toplumun adaletle kurduğu ilişkiyi anlatır. Elul, Kral’ın (T-nrı’nın) tarlaya indiği zamandır. Mesafeler kısalır, toprağın kokusu liderle halkı aynı düzleme çeker. Bu yakınlık yalnızca mistik bir çağrı değildir. Aynı zamanda politik ve ahlaki bir sınavdır. Bu çağrının ortasında, hafızamızın karanlık yükleriyle yüzleşiyoruz. 6–7 Eylül 1955’te İstanbul’da yaşanan pogrom, gayrimüslim yurttaşların hayatlarını paramparça etti. Rum, Ermeni ve Yahudi cemaatleri için derin bir travmadır. Türkiye içinse hala iyileşmemiş bir yaradır. “Zahor” — hatırla — emri (Devarim 25:17–19), bize yalnızca tarihi olayları değil, toplum vicdanını da unutmamamız gerektiğini hatırlatır. Hafıza, geçmişin defteri değildir. Bugünün sorumluluğudur ve yarının da pusulasıdır. Benim kendi köklerimde de hafıza yankılanıyor, acıdan inliyor. 18 Mayıs 1944’te Kırım halkı sürgün ve soykırımla yüzleşti. Yüzbinlerce insan toprağından, suyundan, yaşamından koparıldı. O gün ailemin kaderi değişti. Göç, yoksunluk ve kimlik mücadelesi hayatımızın merkezine yerleşti. Bu nedenle, 6–7 Eylül’ün acısını anarken Kırım’ın 18 Mayıs’ını da hatırlıyorum. İkisinin arasında görünmez bir köprü var. Her ikisi de bize hafızanın yalnızca geçmişle değil, bugünün adalet arayışıyla da ilgili olduğunu haykırıyor. Bugün Türkiye’nin politik düzenine baktığımda, bu hafıza başka bir boyut kazanıyor. Gücün merkezde yoğunlaştığı sistem, halkın katılım kanallarını daraltıyor ama 2024 yerel seçimlerinde İstanbul ve Ankara’da ortaya çıkan tablo, halkın sesinin duyulabileceğini gösterdi bizlere. Bu sadece bir politik denge değildir, aynı zamanda toplumsal hafızanın bir tezahürüdür. İnsanlar hatırlıyor ve değişim istiyor. Hatırlamanın ötesinde, Elul’un bize gösterdiği başka bir sorumluluk da var. Doğa ile bağımız. Elul ayı hasatla iç içedir. Toprağın verimini, suyun bereketini, doğanın nefesini hissettiğimiz bir dönemdir. Bugün büyüyen ekolojik krizler, orman yangınları, seller, kuraklık, toprağın ve suyun feryadıdır. Hafıza yalnızca insan acısını değil, doğanın çığlığını da kapsamalıdır. Çünkü adalet, hem insanlar arasında hem de insanla toprak arasında kurulmalıdır. Bu noktada sendikal mücadele ile ekolojik duyarlılığın birbirine bağlandığını görüyoruz. İşçi emeğini korurken, doğayı da korur. Bu yüzden Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) sendikalaşmaya, işçi haklarına ve ekolojik adalete verdiği destek dikkat çekiyor. Bu bize tabandan yükselen bir adalet dili gösteriyor. Tıpkı Elul’un çağrısında olduğu gibi: Kral’ın saraydan çıkıp tarlada halkla buluşması gibi, siyaset de ancak sokakla, doğayla, emekle buluştuğunda gerçek olur. Elul’un gematriyası 67’dir. Bina — tefekkür, içsel kavrayış, anlayış demektir. Bina, yalnızca bilgi edinmek değildir. Acıyı hissetmek, başkasının yarasını sahiplenmektir. 6–7 Eylül’ün acısını, 18 Mayıs’ın sürgününü, bugünkü doğa felaketlerini anlamadan dönüşüm mümkün değildir. Breslevli Rabi Nahman der ki: “Hiçbir umutsuzluk yoktur.” En derin karanlıkta bile küçük bir ışık, yolu açar. Elul’un anlamı da budur. İçsel dönüşüm, geçmişin yükünü inkar ederek değil, onunla yüzleşerek olur. Rabi Nahman’ın öğrettiği gibi, teşuva (dönüş) bir tek bireyin değil, bir toplumun kaderini de değiştirebilir. Habad Rebbe’si, Elul’u “yakınlığın zamanı” olarak anlatır. Liderlik, halkla aynı toprağa basarak anlam kazanır. Bugünün Türkiye’sinde muhalefetin gücü de buradan geliyor artık. Halkın dilini konuşmaktan, emeğin yanında durmaktan, doğanın hakkını savunmaktan. Ki Tetse peraşası da bu mesajı tamamlar. O ayette Tora bize, düşmanla karşılaştığında bile adalet ve ölçülülükten ayrılmamamızı öğretir. Yetimin hakkını, yoksulun payını, işçinin emeğini korumamızı emreder. Yani hafıza ve adalet, sadece tarihsel acılarda değil, günlük yaşamın en küçük ayrıntılarında da sınanır. Adalet, yalnızca büyük salonlarda değildir. İşçinin vardiyasında, öğrencinin sırasındaki hayallerde, çiftçinin kuruyan tarlasında, kadınların eşitlik talebinde şekillenir. Ben, 42 yaşında bir Kırım Yahudisi olarak bu satırları yazarken, geçmişin gölgeleri ile geleceğin ışığını aynı anda hissediyorum. Hafızasızlık bizi köksüz bırakır. Hatırlamak ise dönüş imkanı verir. 6–7 Eylül’ün ve 18 Mayıs’ın acısını unutmamak ve bugünün demokrasi ve ekoloji mücadelesine omuz vermek gerekmektedir. Çünkü hafızanın olmadığı yerde ne özgürlük, ne adalet, ne de barış yeşerebilir. Ve bu satırları Kral David-(Hz. Davud) Mezmurlar(Zebur)’dan bir bölümle bitirmek istiyorum, çünkü hafızanın sonu dua, duanın sonu ise eylemdir: “Adalet geri dönecek, doğruluk onun ardından yürüyecek.” (Tehillim 85:14)
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() |
![]() |
![]() |