![]() |
|
![]() |
|
![]() |
![]() |
![]() |
|
ANALAR(IMIZ) SİZLER ÇOK YAŞAYIN
Babam pes edene kadar ona tek sözcük söylemez, babamın sorularına asla yanıt vermez ve hatta sanırsınız babamın yanında nefes bile almazdı. Sesi, soluğu çıkmazdı. Kendisi var, cismi yanınızda, ama sesi yok. Evet aynen Yılmaz Güney’in Sürü’deki Berivan’ı (Güzelim Melike Demirağ anamın gençliğine de ne kadar çok benzer, ahh bir bilseniz). Bu böyle bir, iki, üç, beş gün, kimi kez daha uzun zaman sürerdi. Evet kimi zaman belki bir haftayı aşardı ve babam teslim bayrağını çekerdi. Tamam anamın arzusu yerine getirilecek demekti. Bu sayede ikinci Ablam liseyi okuyabildi. Ergani tarihinde, yanılmıyorsam, Erganili olup liseyi Diyarbakır’da (o yıllarda Ergani’de lise yoktu) okuyan birinci kadın ablam oldu böylece. Elbette anam, bunu ille ablam bu alanda birinci olsun diye yapmadı. Onun arzusu ablamın okuyup “adam olmasıydı”, öğretmen olmasaydı. Ablamın liseyi okuması için anam, ablam, küçük kardeşlerim Diyarbakır’a taşındılar. Diyarbakır’ın sıcak yaz günlerinde o avlusuna doyulmaz taş binalarından birinde ev tutuldu... Babam ve ben, bir parça öksüz, Ergani’de kaldık. 1950’lerin hemen sonunda ve 1960’ların hemen başında ben ortaokul öğrencisiydim, babam, köşkerdi, yemeniciydi, daha sonra gislaved marka lastik pabuçları satar oldu ve deri tüccarlığı yaptı. Bu sayede çocuk yaşta babamla Urfa, Gaziantep, Kilis, İskenderun ve daha pek çok kentimizi ve kasabamızı ziyaret olanağı buldum. Yaz dinlenceleri benim için aynı zamanda gezi dönemleri oldu ve bu alışkanlığım daha sonra da sürdü. Ablam liseyi Diyarbakır’da okurken babam ve ben Ergani’de bekarlığın keyfini çıkardık. Nigar ablam sık sık eve ugrar gereken temizliği yapar, sevdiğim yemekleri hazırlardı. Nigar ablam ikinci anamdı. Çok güzel mercimek çorbasının tadı hala damağımdadır. İhsan Abem’in eşi Güler yengem de eksik olmasın yardımını esirgemezdi. Bu arada hafta sonlarında düzenli olarak Diyarbakır’a giderdim. Tom Miks, Çelik Bilek-Teksas, Kinova... alırdım. Amerikalıların İngiliz sömürgeciliğine karşı silahlı mücadelesinin çizgi romanlardaki anlatımı ve hele Fransızların Amerikalıları desteklemeleri beni fena halde sarıyordu. Bu bilhassa Çelik Bilek’te çok açık bir biçimde yansıtılıyordu. Sonra pazar gecesi bir otobüse, bu bazen İhsan Abem’in kullandığı “Güzel Otobüsleri”nden biri olabilirdi. Bazen de, çizgi romanlarıma dalıp biraz geçikmişsem, üstü açık bir kamyon. Bir seferinde kamyonla dönüşümüz tam anlamıyla rüzgara karşı yürümek gibi olmuştu, Ergani’ye vardığımızda arkaya doğru yatmış, kendinden geçmiş saçımı öne doğru yatırmak için epey ugraşmıştım. Ama anamın o mübarek elleriyle hazırladığı sarma ve dolmaları sapasağlam ve neredeyse sıpsıcak babama akşam yemeği olarak yetiştirebilmiştim. Anam sayesinde Ablam liseyi okudu. Ama anam ne yaptıysa yaptı Ablamın üniversiteyi okuması için babamı ikna edemedi. O yıllarda bu mümkün değildi. Hem maddi açıdan. Hem de toplumsal tercihler sonucu. Ablam o zaman hariçten kimi sınavlara girerek Dicle İlköğretmen Okulu’ndan diplomasını aldı ve öğretmen oldu. Ablam’ın sınava girmesi için birlikte yürüyerek sekiz on kilometre ötemizdeki Dicle İlköğretmen Okulu’na gidişimizi çok iyi anımsıyorum. Son demlerini yaşayan yazın o malum sarı sıcağına rağmen sınavlara girmek ve başarmak arzusuyla yolları aşıyor, İstasyon’u geçiyor ve Dicle İlköğretmen Okulu’na varıyorduk. O girişteki çeşmeden kana kana su içmelerimiz de müthişti. Plastik şieler henüz bilinmiyordu... Ablam öğretmen oldu. Birçok çocuğun okuma ve yazma, toplama, çıkarma, çarpma ve bölmeyi öğrenmesini severek yaptı. Yıllarca. Sonra emekli oldu... Bu arada evlendi, çoluk-çocuk sahibi oldu. O da ayrı bir konu. Anam hepsine göz kulak oldu her zaman. Anam torunlarını ve torunlarının çocuklarını görmek olanağı da buldu. Bu da asla unutulmaz bir mutluluktur elbette. Anam ikinci ve önemli “söz grevi”ni benim için düzenledi. İlkokul öðretmenim Hıdır Bey, ben ortaokula geçtikten sonra, İstanbul’a tayin olmuş, benim de ille “İstanbul’da bir lisede, örneğin Kabataş Lisesi’nde okumamın iyi olacağını” anamın kulağına fısıldamıştı. Vay Kabataş Lisesi mi dedin ? Evet. Anama göre, benim mutlaka “cummhurbaşkanı olacağım” Defter-i Kebirde önceden yazılı olduğu için liseyi de mutlaka en iyi lisede okumam şarttı. Hele Hıdır Bey de bunu söylemişse. Ama Babam öyle kolay kolay pabuç bırakacak adam değildi. Söyledim ya Babam zaten pabuç yapıp satyor, bu işin ustası. Anam önce uzun uzun dil döktü. Aracılarla meseleyi bir daha, bir daha anlattırdı. Babamı ikna etmek için en sevdiği yemekleri yaptı. Bir gün, iki gün, bir hafta. Babam yemekleri yiyor sonra üstüne karpuz, kavun veya mis gibi Narlık üzümünü atıştırıyor ve sonra yine hayırı bastırıyordu. Babacığım bu iş böyle olmaz diyemiyoruz. Çocuk kısmı sesini keser, oturur, dinler ve seyreder. Seyrediyoruz. Ama bu işin sonunda anamın galip çıkacağından eminim. Deneyim sahibiyiz. Anamızı tutuyoruz. İyi hoş ta yaz tatili bitmek, liseler açılmak üzere. Anam bastırdı. Sonunda söz grevine gitmek zorunda kaldı. Söz grevi çok sürmedi. Babam bir akşam yemeğinde sininin etrafında diz çökmüş bütün aile yemek yerken nihayet baklayı ağzından çıkardı : “Şehmus liseyi İstanbul’da okursa daha iyi olacak herhal” dedi. Anam golünü böylece atmış oldu. Başını sofradan kaldırmadan bana kaşının altından şöyle bir göz attı “Bak nasıl yola geldi” dercesine.... Anamın söz grevi kadınlarımızın kadın-erkek eşitliği ve toplumsal mücadele tarihi içinde yeri olan, yer alması icap eden bir mücadele biçimi olduğu için burada bir parça anlattım. Anamın ikinci özelliği ise, ağzınıza layık, iyi, çok iyi yemek yapmasıydı. Mutlaka hepimizin anası iyi yemek yapar. Buna bir itirazım yok. Ergani'de anamın yemekleri pek anlı şanlıydı. Davetlerinde, kabul günlerinde, ve hele bayram yemeklerinde gelenimizin çok olması biraz da buna bağlıydı. Bilirsiniz bizim tadına doyum olmaz meftunemiz pek ünlüdür. Hele bir de anamın ellerinden yapılmışını yemenizi ne kadar çok isterdim: Et ağzınızda kaymak gibi erir, kayardı; patlıcan derseniz, tam tadında pişirilmiştir, ne çok serttir, ne de çok yumuşak. Tuzu, biberi ve bilhassa ekşisi yerinde. Anam bir sımak şampiyonuydu : Nasıl ayarlardı ölçüsünü bilinmez, hayret bir terazi ! Meftunenin yanında bir de ağzınıza layık şehriyeli pirinç pilavı. Meftuneye bayıldığımı bilen anam, sabah okula giderken, "Şehmus bugün öğlen yemeği için geçikme” derdi, bu bir parolaydı. Benim artık o sabahki derslerle ilişkim sıfıra yaklaşır, sabahım meftune hayaliyle karışık geçerdi. Meftune rüyalarım anlatılamaz. Şimdi biliyorum kalkıp Ergani’ye kadar gidebilsem, “Büyük Ev”de daha kapıdan girer girmez anam seslenecek, “Şehmus kadan belanı alam tam zamanında geldin, oğlummmm, yavrummmm hele gel kurbannnnın olammmm.” Anam çok iyi çiğ köfte yoğururdu. İçli köftesiyse Ergani’nin dört mahallesinde pek ünlüydü. Kaburga dolması da. Kaburganın iç pilavı da. Tiriti de. Pırpardan yaptığı değişik türdeki yemekleri de. Maden köftesi, salçalı köftesi (“İzmir köftesi”), sulu pirinçli salçalı köftesi de, mumbarı (nasıl temizler, “içini” nasıl hazırlardı anlatamam), mercimek ve tarhana çorbaları, sımaklı çeşit çeşit sarmaları, dolmaları da... Pekmez, pestil, sucuk, kesme ve kurabiyelerini, kadayıf ve baklavalarını, her türlü böreklerini de saymıyorum... Değerli amcamoğlu Ali Güzel Abem’in anamı anımsarken onun “avludaki ocakta saç üzerinde pişirdiği yufka ekmeğin kokusunu” anımsaması ve sonra şunu eklemesi tam yerine oturuyor burada : “Yufka ekmeğin arasına peynir, çökelek dürümleyip yallah sokağa çocukluğumuz”. Aynen. İlkokul dönüşü, eve girer girmez, tahta çantamı, divanın üstüne sallar ve kilere dalardım, tel dolapta önüme çıkan ve anamın kardeşlerim ve benim için özel hazırladığını çok iyi bildiğim mis gibi beyaz peyniri ve fetir ekmeği alırdım ve aynı hızla çıkardım. Çıkarken meşin yuvarlağı ve lastik pabuçumu kapardım, top oynamak için sahaya doğru koşardım. Kışsa tel dolapta salça ve taze ekmek olurdu, ekmeğin üstüne kıpkızıl salcayı serip, yemenin tadı da hani başka olur Ergani’de. “Gıcık” Ali, “Lastik” Ali, Birol ve Şenol, belki Gürol da, kardeşim, küçüğüm de ve daha birçok arkadaşım, hepimizin elinde bir parça ekmek ve peynir veya bir parça ekmek ve bir baş kuru soğan sahaya koşardık. Yazın akşam üzeri serinliklerinde sahada top oynarken köyünden mis gibi domateslerini telisler içinde eşeklerine yüklemiş geçen gözünü sevdiğimin harbiden bir kurban bize özenle bakar, kimimize en sulu, en kırmızı ve en dolgun domateslerinden birer taneyi çömertçe sunardı. Bu halk için neler yapılmaz kurbanlar. Soruyorum. Anam işte böyle bir kadındı. Burada her şeyi anlatmış değilim, onu bir parça bile olsa bugün böyle anmak istedim. Hepimizin anası anlatılmaya değer kadınlardır. Bundan eminim. Analarımızı mutlaka anlatmalıyız. Yazmalıyız. Analarımızın da tanınmaya, tanıtılmaya ihtiyacı var. Daha doğrusu onları bizim tanıtmamız gerekiyor. Çünkü onlar bunu hak ediyorlar. Çok basit bir denklem var : Analarımız olmasaydı bizler de olmayacaktık. Bu kadar basit denklemin çözümü de basit : Onların anılarıyla yaşayabilmesi için de bizim var olmamız gerekiyor : Bizim var olmamız ise yazdıklarımızla mümkün. Yazılınca analarımız da kalıcılaşabiliyor. Analarımızın kıymetini bilmeliyiz. Bilhassa yaşarlarken. Anamı anmaya burada ve şimdilik ara veririrken, bu çalışkan, yaratıcı ve sürekli koşturan kadının, gözünü sevdiğimin Ergani ağzıyla konuşmasını ve sesini de sizlerle paylamak isterim. İşte kısa bir parça : "Şehmus merhaba yavrum, öperem, nasılsan, eyi misen? Gelmeysen buraya ? Gel seni görem, gine git. Kadan canıma gele, deyem seni görem, gel görem gine git. Burda asma var, yaprak var, her sene bırakıyam, böle bi kiloluk kavanoz yapıyam S’a veriyem, böle bi kiloluk kavanoz R gile gönderiyem, Sa’ya veriyem, ben behen bırakıyam. Şehmus, yavrum, beni dinleyisen?" He ana, iki gözüm, seni dinleyiyem.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
![]() ![]()
| Tüm Yazarlar |
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() |
![]() |
|
![]() |