
Türkiye’de yıllardır uygulanan Mesleki Eğitim Merkezleri (MESEM) sistemi, devletin resmi söylemlerinde “gençleri meslek sahibi yapan bir model” olarak sunuluyor. Oysa sahadaki gerçeklik, devrimci, yurtsever ve insan haklarına duyarlı her bireyin altını çizmesi gereken büyük bir çelişkiyi barındırıyor. Çocuklar, patronların insafına terk edildiği işyerlerinde ağır sömürü koşullarına, güvencesizliğe ve ölümle sonuçlanan iş cinayetlerine maruz bırakılıyor. Bu tablo, hem çocuk haklarının hem de temel insan onurunun açık bir ihlali niteliğinde.
Geçtiğimiz günlerde Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in katıldığı Türkiye Yüzyılı Mesleki ve Teknik Eğitim Zirvesi’nde yaşanan protesto, işte tam da bu düzenin teşhiriydi. TİP’li Öğrencilerin cesur müdahalesiyle yükselen ses, Türkiye’nin devrimci gençliğinin “ölüm düzenine teslim olmayacağız” diyen iradesini bir kez daha görünür kıldı. Protestonun hemen ardından 17 genç yoldaşın gözaltına alınması ise Türkiye’de demokratik hakların ne kadar daraltıldığını, iktidarın muhalefete karşı tahammülsüzlüğünün hangi seviyeye ulaştığını tüm açıklığıyla ortaya koyuyor.
Bu öğrenciler, herhangi bir “provokasyonun” değil, çocukların ölmemesi, sömürülmemesi, geleceğin karartılmaması için yükselen vicdani ve politik bir itirazın sahipleridir. Bu nedenle, devrimci yurtsever bir perspektiften bakıldığında, gözaltına alınan tüm öğrencilerin derhal serbest bırakılması sadece bir siyasi talep değil, aynı zamanda temel bir insan hakları çağrısıdır.
MESEM sisteminin yapısal sorunlarına bakıldığında, ortaya çıkan tablo yalnızca ihmalkar politikaların değil, bilinçli bir neoliberal sınıf tercihin sonucudur. Zorunlu eğitimin içi boşaltılırken, binlerce çocuk düşük maliyetli işgücü olarak sermayeye teslim edilmektedir. Bu durum, Türkiye’nin uluslararası insan hakları sözleşmeleriyle bağdaşmadığı gibi, Anayasa’nın 42. maddesinde güvence altına alınan eğitim hakkının da fiilen ortadan kaldırılması anlamına geliyor.
Çocuk işçi ölümlerinin son yıllarda artması tesadüf değildir, bilakis MESEM’in kontrolsüz genişlemesinin doğrudan bir sonucudur. İSİG Meclisi’nin raporlarına göre, MESEM’li öğrencilerin ölüm oranları tüm çocuk işçi ölümleri içinde belirgin biçimde yükselmiştir. Bu programın “eğitim” adı altında meşrulaştırdığı işgücü transferi, işverenlere hem ucuz hem denetlenmesi zor bir emek gücü sunarken, devletin genç nüfus üzerindeki sorumluluklarını sermayeye devrettiği gerçeğini de açığa çıkarıyor.
Devrimci yurtsever perspektif, bu tablo karşısında yalnızca sınıfsal sömürüyü değil, aynı zamanda ulusal kalkınma mantığının çöküşünü de teşhir eder. Zira bir ülke, kendi çocuklarını sermayenin kar hırsına kurban eden bir modele mahkumsa, o ülkenin geleceği de tehdit altındadır. Çocukların güvenli ve nitelikli bir eğitim alması, ülkenin kendi toplumsal varlığını sürdürmesinin temel koşuludur. MESEM ise bu koşulların hiçbirini sağlamamakta, aksine çocukların eğitim hakkını gasp ederek toplumsal yoksullaşmayı derinleştirmektedir.
İnsan hakları yönünden bakıldığında da MESEM sistemi açık ihlaller barındırmaktadır. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, çocukların “ekonomik sömürüye maruz bırakılamayacağını” ve “tehlikeli koşullarda çalıştırılamayacağını” açıkça belirtir. Ancak Türkiye’de MESEM’li çocukların ağır makinelerin gölgesinde, uzun mesailerle, çoğu zaman güvenlik önlemleri olmaksızın çalıştırıldığı bilinen bir gerçektir. Bu durum yalnızca hukuki bir sorun değil, aynı zamanda etik, vicdani ve siyasal bir meseledir.
MESEM’in yarattığı tablo, Türkiye’nin gençliğinin geleceğini gasp eden çok daha büyük bir siyasal projenin parçası olarak okunmalıdır. Eğitimi metalaştıran, gençleri mücadele alanlarından uzaklaştıran, onları ucuz işgücü olarak gören bu düzen, gençlere yalnızca sömürü ve güvencesizlik vadetmektedir. Bu nedenle gençlerin protestosu, yalnızca bir programa değil, tüm bu adaletsiz yapıya karşı yükselen bir itirazdır.
Bugün gözaltında tutulan 17 genç yoldaşın arkasında olmak, yalnızca bir dayanışma tavrı değil, aynı zamanda insan haklarını savunmanın en temel şartıdır. Çünkü baskı, gözaltı ve sindirme politikaları yalnızca gençlere değil, tüm topluma yöneliktir. Devrimci yurtsever duruş, bu baskı düzenine karşı dayanışmayı büyütmeyi, çocukların yaşam hakkını, öğrencilerin eğitim hakkını ve toplumun geleceğini savunmayı gerektirir.
Sonuç olarak, MESEM sistemi uzun vadede Türkiye’nin çocuklarını, gençliğini ve toplumsal dokusunu tahrip eden bir yapıdır. Bu ucube düzen derhal iptal edilmeli, nitelikli, güvenli, parasız ve laik eğitim her çocuğun hakkı olarak hayata geçirilmelidir. Çocuk işçiliğine karşı sıfır tolerans politikası uygulanmalı, iş cinayetlerinde sorumluluğu bulunan patronlar ve kamu görevlileri hesap vermelidir.
Ve en önemlisi, Protesto ettiği için gözaltına alınan tüm gençler derhal serbest bırakılmalıdır. Çünkü çocukların sömürülmediği, gençlerin özgür olduğu, emekçilerin insanca yaşadığı bir ülke ancak böyle bir mücadelenin omuzlarında yükselecektir.