
Sevgili Yoldaşlar, Bugün 3 Aralık Dünya Engelliler Günü. Düzen siyaseti bu günü her yıl olduğu gibi “farkındalık”, “bireysel güçlenme” ve “engelleri aşma” temennileriyle doldururken, biz bu günü başka bir yerden, başka bir gelenekten, başka bir vicdandan konuşuyoruz. Sakatlığı bireysel bir mesele değil, Türkiye’deki vahşi çalışma rejiminin, güvencesiz istihdamın ve sermayenin sınırsız kâr hırsının ürettiği tarihsel bir sınıf sonucu olarak görüyoruz.
Çünkü bu ülkede sakatlık, kader değildir.
Bu ülkede sakatlık, kişisel bir eksiklik değildir.
Bu ülkede sakatlık, çoğu zaman iş cinayetlerinden, işçi katliamlarından, taşeron sisteminden, önlemsiz madenlerden, güvenliksiz fabrikalardan, patronların tasarruf hesaplarından doğar.
Dolayısıyla bizler için 3 Aralık, bir “kutlama” günü değil, sınıfın en çok unutulan, en çok saklanan, en çok susturulan yarasını görünür kılma günüdür.
Türkiye’de Sakatlık Sermayenin Yarattığı Bir Toplumsal Felakettir.
Her yıl binlerce işçi, önlenebilir iş kazaları sonucunda sakatlanıyor. Kayıtlara geçirilenler buzdağının yalnızca görünen kısmı. İnşaatlarda güvenlik ağları olmadığı için düşüp felç kalan gençler, madenlerde göçük altında kalan ve uzvunu kaybeden işçiler, tekstil atölyelerinde makineye sıkışan bedenler… Hepsinin ortak hikayesi, sermayenin maliyet düşürme stratejisi ve devletin buna göz yuman politikalarıdır.
Türkiye, Avrupa’da iş kazalarında birinci, dünyada ise ilk sıralarda yer alıyor. Bu trajedinin karanlık tarafı ise, sakat kalan işçilerin çoğunun kayıt dışı çalıştırılması veya “kendi kusurları”yla suçlanmasıdır. Patronların ihmal ederek yaraladığı binlerce emekçi, “engelli raporu alıp evde oturan insanlar” gibi gösterilirken; işgücünden dışlanan, sosyal yardımlara mecbur bırakılan, ekonomik bağımlılığa sürüklenen milyonlarca insan kimsenin gündemine alınmıyor.
İşte tam da bu nedenle sakatlığı “bireysel bir sorun” olarak tanımlayan anlayış, gerçeği değil; sermayenin çıkarlarını yansıtır.
Türkiye’de sendikal hareketin büyük bölümü hala sakat işçilerin örgütlenmesine ilişkin politika geliştirmiş değil. Sakat kalan işçiler işyerlerinden uzaklaştırılıyor, toplumsal hayattan dışlanıyor, sınıf mücadelesinin görünmez halkasına dönüştürülüyor. Bu görünmezlik, iktidarın ve sermayenin işine yarıyor. Çünkü sakatlanan bir işçi konuştuğunda, hem çalışma rejiminin bütün suçları ortaya saçılıyor hem de işçi sınıfının karşı karşıya olduğu gerçek şiddet görünür oluyor.
Bu yüzden sakat işçilerin örgütlenmesi, sadece bir sosyal hak talebi değil; aynı zamanda devrimci bir sınıf mücadelesidir.
Bu yüzden bu alanı karanlığa mahkum etmek istiyorlar.
Ve tam da bu yüzden biz, bu karanlığa ışık tutuyoruz.
Yurtseverlik, Sakat İşçinin Onurunu Savunmaktan Başlar
Devrimci bir çizgi için yurtseverlik, soyut bir kavram değil, bu toprağın emekçisiyle, madencisiyle, inşaat işçisiyle, tekstil emekçisiyle kurulan bağın adıdır. Eğer bir ülkede işçiler sakatlanıyor, ölüyor, gözden çıkarılıyor ve sesleri duyulmuyorsa, o ülkenin yurtseverlik iddiası çökmüş demektir.
Gerçek yurtseverlik, sakat kalan işçinin emeğinin, onurunun ve yaşam hakkının savunulmasıyla mümkündür. Çünkü vatan, patronların kar hırsıyla değil, emekçilerin sağlığı, güvenliği ve geleceğiyle kurulur.
Bugün burada bir başlık açıyoruz: Sakatlığın sınıfsal karakteri.
Bu başlık, sadece bir tartışma başlığı değildir; bir hesaplaşmanın kapısıdır.
Bu ülkenin sokaklarında, fabrikalarında, madenlerinde sakat kalan işçilerin hikâyeleri bize şunu gösteriyor:
Sakatlık bireysel değil, toplumsal bir sonuçtur.
Sakatlık, düzenin işçiye biçtiği değersizliğin adıdır.
Sakatlık, sömürünün kalıcı hale getirilmiş biçimidir.
Bu nedenle devrimci perspektif, sakatlığı bir "sağlık durumu" olarak değil, sınıfın en ağır bastırılmış deneyimi olarak kavrar.
Çözüm Ne?
Bugün devrimci, yurtsever ve insan hakları odaklı bir çizgi için sakatlık meselesi üç temel talep etrafında ele alınmalıdır:
Sakat kalan işçilerin örgütlenmesi ve seslerini büyütecek bağımsız bir emek platformu oluşturulması.
İşçi sağlığı ve iş güvenliği alanının patron insafından çıkarılması; tüm denetim süreçlerinin kamusal ve bağımsız hale getirilmesi.
Sakat kalan işçilerin ekonomik değil, politik özne olarak tanınması; karar süreçlerine doğrudan dahil edilmesi.
Bu talepler sadece sosyal politikalar değil; sınıf mücadelesinin geleceğini şekillendirecek stratejik başlıklardır.
Karanlığı Yırtmak Bizim İşimizdir
Bugün 3 Aralık’ta konuştuğumuz şey, bireysel başarı hikâyeleri değil; sakat bırakılan emekçilerin, madenlerde uzvunu yitiren işçilerin, fabrikalarda bir kolunu makineye kaptıran gençlerin gerçeğidir.
Biz, bu gerçeği saklamayacağız.
Biz, bu gerçeği unutturmayacağız.
Ve biz, bu gerçeğin üstünü örten tüm sesleri yırtacağız.
Çünkü sınıf mücadelesi, ancak en görünmez kalanların sesini yükselttiğinde gerçek anlamına kavuşur.
Ve biz o sesi, devrimci yurtsever bir iradeyle bugün bu yazıyla yükseltiyoruz.