
Hiç duymamıştım adını. Bir gün geldi beni buldu. Hem de beş altı yaşımda... Sonbahar başlamıştı. Önce müthiş sancılar. Baş ağrısı, ateş... İskelet gibi kalmıştım, Öldürücü olduğunu bilmeden direndim... Tifo. Şimdi onu yazmak çocukluk çevreme ışık tutmak gibi geliyor...

Yaz aylarının sonu
Akşam yemeğinden sonra
Yine Bahtiyar babamın
Başını kaşıyıp
Ayaklarını ovuyoruz...
Başım ve karnım
Ağrımaya başlıyor.
Yatıyorum,
Ağrıdan uyuyamıyor
Yatakta dönüp duruyorum.
Sabaha bir şeyin kalmaz diyorlar.
Uykusuz bir gece...
Sabah oluyor.
Ağrılar devam ediyor,
Ateş gibi yanıyorum.
Yatatan kalkamıyorum...
Sık sık hasta olurdum;
Bir kaç aylıkken de hastalanmışım
O zaman adım Feramuz'muş,
Babam koymuş adımı,
İyileşemeyince de,
''Bu adı taşıyamadı!'' demiş,
Ve değiştirmiş.
Hastalık geçmiş,
Mavi olan gözlerim Ela'ya dönmüş
Saçlarım yine sarı...
Çocukluğum boyunca
Sık sık anjin olurum,
Boğazım şişer, ateşim yükselir...
Yine öyle bir şey sanmışlar...
Günler geçmiş
Ağrılar devam ediyor
Ateşim düşmüyor.
İştahım yok, yiyemiyorum.
Merzifon'da hastane yok
İki tane doktor var, biri asker
Evlere de gelir kocaman bir atla...
Doktora gidecek halim yok
Doktor eve getiriliyor.
Atlı olan mı gelmişti!
TİFO!..
Diyor...
İlaçlar, öğütler...
Bir şey yiyemiyorum
Uyuyorum...
Zayıfladım,
Ayakta duramıyorum.
Evlerin içi sıcak,
Gündüzleri avluda yatıyorum.
Satı anam yanımdan ayrılmıyor
Çorba yaptım, iç!
İçemiyorum.
Anam geliyor...
O da yiyecek getirmiş!
Verilen ilaçlar uyutuyor.
Bazen kabuslarla uyanıyorum.
Sık sık gördüğüm:
Avucumda çok düzgün
Oval bir çakıl taşı.
Amcam Papaz Mehmet'in
Haşhaş tarlasındayım
Beyaz, mor, siyah çiçekler arasında
Amcam kızgın, bağırıyor.
Avucumdaki çakıl taşı büyüyor,
Büyüyor, büyüyor!..
Her şey kayboluyor
Gördüğüm sadece çakıl taşı,
Göklere bile sığamayan
Yumurta kadar
Mükemmel biçimli bir taş
Benim dünyam oluyor
İçinde kayboluyorum...
Korkuyla uyanıyorum.
Bilincim dağınık,
Terden sırıl sıklam olmuşum!..
Sık sık yineleniyor bu!..
Daha sonraki yıllarda
Yatılı okulda
Revirde yatarken de
Aynı şey oluyor.
Uzun yıllar
Her ateşli hastalıkta
Aynı çakıllı düş,
Çakıl ve Mehmet amcam...
Günlece haftalarca yatıyorum.
Hava kararınca içeri alıyorlar yatağımı.
Gündüz sıcak, sinek
Akşam üzeri cimin...
Ahır yakın
Bir tane ineğimiz var.
Ahırdan koku ve sinekler
Ciminler...
Isırdılar mı fena yakıyor, kaşındırıyor.
Akşamları meltem eser
Dağıtır ciminleri.
Meltem esmiyorsa
Tezek yakılıyor,
Dumandan kayboluyorlar...
Dumandan
Nefes alınmaz oluyor...
Sokağı, tekke içini özlüyorum
Yataktan kalkabilsem!..
Çocukların sesi geliyor
Cıvıl, cıvıl!..
Çağırıyorlar sanki!..
Belleğimde geziniyorum:
Mahallemizin kuzeyinde
Tarlalar vardı, buğday tarlaları
Yemyeşil uzanan
Hıra köyüne doğru...
Yeşil başakların arasında
Mavi çiçekler olurdu
Taç yaprakları nefis bir mavi
Tohum torbaları şişkin
Kozaya benzer,
Kalınken daralır
Sonra genişler
Kozanın bitiminde iyice
Daralarak çiçeğin sapı olur.
Onları bulunca çok sevinirdim
Boyumu aşan ekinlerin arasına dalar
O güzel mavi çiçekleri toplar
Saplarını saç örer gibi örer
Çelenk yapar,
Çiçekler öne gelmek üzere
Alnıma takardım...
Başakları yoklayarak
Bakardım içlenip içlenmediğine.
Dolgunsa
Bir demet toplar
Evin yolunu tutardım.
Sayvanın altındaki ocak yanar
Yeşil buğdayları ateşte ütelerdim.
Çok severdim onları yemeyi.
Bazen de Haşhaş tarlasını düşünürüm,
Kozalar irileşince dış kabuk
Özel yapılmış, üç dişli kalemle çizilir
Afyon o çiziklerden dışarı çıkar
Kozanın üzerinde
Kurur, koyu kahverengi.
Afyon dıçaklarla sıyrılır
Kozalar kurumaya bırakılır.
Kurumadan içindeki haşhaşı
Yemeye bayılırdım...
Mor ve siyah çiçeklilerin
İçi siyah olur.
Haşhaş tarlasına girip te
Mehmet amcama
Yakalanmak ta vardı...

Sevdiğim bir şey de uçurtmalardı...
Kağıdı katlayarak
Yaptığımız uçurtmalara
Sıçan uçurtma derdik...
En güzel tahtalı uçurtmaları
Haydar ağabeyim yapardı.
Üç tane ince kesilmiş çıta
Ortadan çivilenir, açınca
Altıgen olur.
Altıgenin her üçgenine
Renkli yağlı kağıt yapıştırılır.
Uçurtmanın terazisi vardır
Gazete kağıtlarını
Püskül püskül keser, kıvırır
Uzun bir sicime bağlarız kafalarından
Bu kuyruk olur.
Renkli kağıttan kesip
İpe yapıştırılan kolye
Uçurtmanın göğsüne bağlanır
Şapırdaktır onun adı...
Kınnap Yumağını
Uçurtmaya bağlayınca
Uçmaya hazır olur.
Mezarlığa gider rüzgar bekleriz...
Çok sürmez
Merzifon'un meltemi esmeye başlar.
Geriye doğru koşar
Uçurtmayı havalandırırız
Terazisi iyi ayarlanmamışsa
Bir yana yatar, düşer...
O arada hava kararır
Uçurtmanın şapırdağı
Şapır şapır şapırdar!..
Bir akşam hava karardığında
Hasan usta ile Cakcak'ın evi arasında
Evimize giderken
Gök yüzünde şapırdayan
Bir uçurtmayı unutamam
Öyle güzel şapırtılardı ki
Gecenin karanlığında!..
Uçurtma uçurmanın da
Mevsimi vardı;
Akşam üzeri Merzifon'un
Üstüne baktığınızda
Çeşit çeşit uçurtmalar
Dans eder gibi sallanırlardı...
Uçurtma yapmayı öğrenmiştim
Mahalle arkadaşım Cafer'in evinde
Unu su ile karıştırırız
Kağıdı yapıştırmak için.
Uçurtmalar yapardık
Allı morlu mavili...
Bulaşıcı hastalık diye
Anamdan başka
Gelen yok
İneğimiz sabah erkenden
Küçük köyde
Sığıra katılır.
Sığırtmaç
Taşan Dağı eteklerinde
Yayılmaya götürür.
Akşam üzeri dönünce
Kendileri gelirler evlerine,
Meleye meleye!...
Sabah birisinin
Sığıra katması gerekir;
Hasta olalıberi götüremiyorum
Sarı ineğimizi.
Ben ona bağlardan ot getirirdim...
Bir ay sürüyor iyileşmem
Kendimi toparlamam da günler alıyor.
Yavaş yavaş düzeliyorum.
Yeniden ayakta durmayı öğreniyorum,
İştahım açılıyor
Yemek yiyebiliyorum.
Başta anam
Canımın istediği
Yemekleri yapıyorlar...
Okul kayıtları kapanmış,
Gidecek gücüm de yok
Ertesi yıla kalıyor...