
Çocukken bazı hareketlerimiz tenkide uğrardı. Bazılarını bilinçli yapardık, bazıları ise istem dışı olurdu. Yaptıklarımızın bir kısmından utanırdık. Evimizin yanındaki evde yaşlı bir adam ve eşi otururdu. Bahçelerinde çok sayıda meyve ağacı vardı. Kimi akşamlar bu ağaçlara tırmanır, müsaade istemeden meyve çalardık. Bazen bizi ağacın üstünde gördüğünde yaşlı adam eline sopa alır, bizi kovalardı. Biz masumane bir şekilde hırsızlık yapardık. Belki izin istesek mutlaka verirdi; ama çalmak, hırsızlık yapmak içimizden gelirdi. Aslında bizim çıktığımız ağacın üst dallarına yaşlı sahibinin çıkması mümkün değildi. Ağacın bu uçlarındaki meyveleri koparırdık. Mesele meyvelerin çalınması değildi; adamın diktiği ağaca başkasının çıkıp meyveleri toplamasına karşı olduğunu düşünürdük.

Ağaçlar da bizi öyle cezbederdi ki… Dut ağacı vardı; dutun çokluğundan dalları yere doğru sarkardı. Bir de armut ağacı vardı; meyveleri sert ama çok suluydu. Her ısırdığımızda ağzımızdan sular akardı. Biz aslında ağacın dallarında oturup meyve yemeyi severdik. Torbaya koyup başka bir yerde yemenin pek keyfi olmazdı. Dalından koparıp dalda yemenin zevki başka hiçbir şeyde yoktu. Çocukluk işte; çok küçük şeylerden mutlu olurduk. Bazen yaşlı adam bizimkilere şikâyet ederdi; onun yanında paylanır, “Utanmıyor musun yan bahçeden meyve çalmaya, evde o kadar meyve var!” diye bir de azar işitirdim. Ama bu bile beni durdurmaya yetmezdi. Kendi kendime içimden, “Evet, utanmıyorum meyve çalmaya.” derdim; başım öne eğik, ama bu suçu işlemeye de hiç işlememişçesine devam ederdim.
Çocukluktan sonra da bu davranışımın sürdüğüne inanırım. Bir dağın tepesinde, yatılı bir okulda ortaokulu okudum. Okulun etrafı üzüm bağlarıyla çevriliydi. Okula eylül ayında giderdik; bağ bozumu zamanıydı. Her bağın sahibi köylü, farklı üzüm çeşitleri yetiştirirdi. Talas, şehre on kilometre mesafede bir köydü. Her yanında inanılmaz bağlar vardı.
Her akşam okuldan 147 basamaklı merdivenden inerek yatakhaneye giderdik. Ancak çoğu zaman bağlara girer, asmaların altında yiyebileceğimiz kadar üzüm koparır, yine asmanın altında yerdik. Ailelerimizden yüzlerce kilometre uzakta yaptığımız bu yaramazlık bize inanılmaz bir mutluluk verirdi.
Bir gün bir bağdan üzüm çalarken arkadaşlarımızdan biri yakalanıp disipline verildi. Kayseri’de ikamet eden ailesi aldığı bu cezaya çok kızmış;
“Cebinde bir salkım üzüm alacak paran mı yoktu? Utanmıyor musun yaptığından?” gibi sözlerle arkadaşımıza yüklenmişler. Hilmi bu azarı yedi ama üzüm çalmaya son mu verdi? Asla. Çocukluğumuzu aynı düzeyde sürdürdük. Aslında üzerinde durulacak bir durum olmasa gerek; bu eylemi yapan çocuklar 12–13 yaşında. Anne babalarından, ev hayatından yüzlerce kilometre uzakta; ev şefkatinden mahrum, yatılı okulun acımasız kuralları içinde ayakta kalmaya çalışan bu çocukların yaptıkları yazılsa, William Golding’in yazdığı “Lord of the Flies” adlı romana benzer bir roman daha ortaya çıkardı.
Aslında utanma duygusunun, insanlara çocukluktan itibaren aile yapısı içinde, davranış ve konuşmalar yoluyla verilen bir toplum ahlakı olduğuna inanırım. Ancak hangi davranışların bu anlayış kapsamında değerlendirileceği konusunda pek emin değilim. Kimilerinin mezhebi geniş olur; toplumun ahlak dışı saydığı bir davranışı, bazı insanlar olağan görebilir. Hani “ar” dediğimiz iki harflik bir kelime vardır; kişinin haysiyet anlayışıyla birlikte anılır. Kişide ar yoksa, yapılacak bir şey olmadığına inanırım.
Böyle insanlar ahlak dışı davranışlar sergileyebilir. Bir adam, bir yargı kurumunun emanet bölümünde çalışmaktadır. Büyükçekmece Adliyesi emanet bürosunda görevli bu kişi, kuruma emanet olarak bırakılan yaklaşık 25 kilo altını alarak yurt dışına kaçmıştır. Her fırsatta ülkemizin bir hukuk devleti olduğunu söyleyen bir yöneticimizin bakanlığına bağlı bu adliyeden, 160 milyon lira değerindeki altınların uçup gitmesinin altında mutlaka bir neden olsa gerek. Hem de nereye kaçmış: İngiltere’ye.
Ülkemizde faaliyet gösteren büyük firmalar bulunmaktadır. Bu firmaların yaptıkları işlerden elde ettikleri kârlardan tahakkuk eden vergi 3 trilyon 5 milyar liradır. Devlet bu vergileri affetmektedir. Bu firmalar devlete ödemedikleri bu vergileri İngiltere’ye göndermektedir. Bu korunaklı firmaların bütün kazanımlarını İngiltere’ye taşıdıklarına inanırım. Türkiye Devleti’nin faizle borç para aldığı ülke de yine İngiltere’dir. 2026 yılında İngiltere’ye 2 trilyon 742 milyar lira faiz ödemesi yapacağımızı bütçe konuşmalarından öğrenmekteyiz.
Bütçe tartışmalarında konuşan kadının sözleri bu nedenle anlamlıdır: Ülkemde yapılan bütün gayriahlaki işlemler, kanun dışı uygulamalar ve etik olmayan davranışlar için “Utanmıyoruz; gurur duyuyoruz” deniliyorsa, haklıdır. Ne de olsa keyfi idarede denetim olmazsa, yönetim hiçbir konuda hesap vermezse, yasama, yürütme ve yargı tek elde toplanırsa; “utanma askıda” diye bir sözüm geldi söyledim, hem nalına hem mıhına.