![]() |
|
![]() |
![]() |
![]() |
|
Karadeniz Alarm Veriyor, İHA Olayları, Tanker Patlamaları ve Sessizce Derinleşen Bir Güvenlik Krizi
Karadeniz, son haftalarda art arda yaşanan olaylarla yeniden küresel güvenlik gündeminin merkezine yerleşti. İnsansız hava araçlarının (İHA) düşürülmesi, ticari tankerlerde patlama iddiaları ve sivil gemilere yönelik saldırılar, bölgenin yalnızca askeri değil, ekonomik ve çevresel açıdan da kırılgan bir eşikte olduğunu gösteriyor. Kırım Haber Ajansı’nın (QHA) aktardığı gelişmeler, Karadeniz’in artık “arka plan” bir deniz olmaktan çıktığını, büyük güç rekabetinin, enerji savaşlarının ve hibrit çatışma yöntemlerinin aktif sahasına dönüştüğünü ortaya koyuyor.Hava Sahasında İlk Alarm İHA İmhası Türkiye, Karadeniz üzerinde hava sahasına yaklaşan bir İHA’nın tespit edildiğini ve F-16 savaş uçakları tarafından düşürüldüğünü açıkladı. Resmi makamlar, İHA’nın menşeine ilişkin net bir bilgi paylaşmazken, olay Türkiye’nin Karadeniz’de artan güvenlik risklerine karşı reflekslerini sertleştirdiğinin bir göstergesi olarak yorumlandı. Bu tür olaylar, yalnızca askeri bir angajman değil, aynı zamanda sivil deniz ve hava trafiğini de etkileyebilecek zincirleme riskler barındırıyor. Uzmanlara göre, İHA’ların Karadeniz hava sahasında daha sık görünmesi, bölgenin “düşük yoğunluklu ama sürekli” bir çatışma alanına dönüştüğünün işareti. Denizde Patlama İddiaları Tankerler Hedefte mi? Gerilimin deniz ayağı ise daha da karmaşık. Son haftalarda çeşitli tanker gemilerinde patlama ve hasar iddiaları gündeme geldi. Bazı uluslararası haber ajansları, yaptırımlarla ilişkilendirilen ve “gölge filo” olarak adlandırılan tankerlerin hedef alındığını öne sürdü. Ancak bu iddialar henüz bağımsız soruşturmalarla doğrulanmış değil. Fail belirsizliği, Karadeniz’de bilgi savaşını da beraberinde getiriyor. Taraflar, saldırıları birbirlerine yüklerken, kamuoyuna sunulan veriler sınırlı ve çoğu zaman siyasi pozisyonlara göre şekilleniyor. Bu belirsizlik ortamı, denizcilik sektörü açısından ciddi sonuçlar doğuruyor. Sigorta primleri yükseliyor, gemi sahipleri rota değişikliklerini gündeme alıyor, limanlar ve boğazlar üzerindeki baskı artıyor. Sivil Gemi Güvenliği ve Odesa Hattı Odesa açıklarında yaşanan saldırılar ve altyapı hasarları, Karadeniz’in yalnızca askeri hedeflerle sınırlı olmayan bir risk alanına dönüştüğünü gösteriyor. Elektrik kesintileri, liman faaliyetlerinin aksaması ve sivil ticari gemilerin zarar görmesi ihtimali, bölgedeki çatışmanın dolaylı etkilerini derinleştiriyor. Türk bayraklı veya Türkiye bağlantılı gemilerin bu bölgede faaliyet göstermesi, Ankara’nın meseleyi yalnızca “uzaktan izlenen” bir kriz olarak ele alamayacağını ortaya koyuyor. Deniz ticareti, enerji taşımacılığı ve ihracat hatları doğrudan risk altında. Bilgi Kirliliği ve Propaganda Alanı Karadeniz’de yaşanan her olay, aynı zamanda bir anlatı mücadelesine dönüşüyor. Patlamalar, saldırılar ve düşürülen İHA’lar, farklı medya organlarında tamamen zıt çerçevelerle sunulabiliyor. Bu durum, gerçek zamanlı doğrulanabilir bilgiye erişimi zorlaştırıyor. Uzmanlar, bu noktada otomatik gemi tanımlama sistemleri (AIS), uydu görüntüleri ve bağımsız denizcilik verilerinin önemine dikkat çekiyor. Aksi halde Karadeniz, yalnızca askeri değil, enformasyon açısından da mayınlı bir sahaya dönüşüyor. Türkiye Açısından Ne Anlama Geliyor? Türkiye, Karadeniz’de hem NATO üyesi hem de bölge ülkeleriyle dengeli ilişki yürütmeye çalışan bir aktör durumda bulunuyor. Deniz ve hava sahası güvenliğinin daha aktif biçimde korunmasını, ticari gemiler için yeni güvenlik protokollerinin geliştirilmesini, diplomatik kanalların aynı anda açık tutulmasını zorunlu kılıyor. Karadeniz’de yaşananlar, Montrö rejiminden deniz ticaretine, çevresel risklerden enerji güvenliğine kadar birçok başlığı doğrudan etkiliyor. Sessizce Derinleşen Kriz Bugün Karadeniz’de yaşananlar, tek tek olaylar olarak değerlendirildiğinde “sınırlı” görünebilir. Ancak tablo bir bütün olarak ele alındığında, bölgenin giderek daha öngörülemez ve kırılgan bir güvenlik alanına dönüştüğü açıkça görülüyor. İHA’lar, tankerler ve sivil gemiler üzerinden ilerleyen bu gerilim, Karadeniz’in artık yalnızca kıyıdaş ülkelerin değil, küresel güçlerin de doğrudan hesap yaptığı bir alan haline geldiğini gösteriyor. Sorulması gereken soru şu, bu tırmanış kontrol altında tutulabilecek mi, yoksa Karadeniz yeni bir kalıcı kriz havzasına mı dönüşüyor? Karadeniz’de yaşananları yalnızca “küresel güçlerin rekabeti” olarak okumak, gerçeği eksik bırakır. Burada asıl olan, bir emperyal merkezin gerilemesiyle birlikte başka bir emperyal merkezin boşluğu doldurmasıdır. Rusya’nın Karadeniz’de attığı her adım, savunma refleksi olarak değil, açık bir nüfuz genişletme stratejisi olarak okunmalıdır. Bu, NATO’nun günahlarını aklamaz, fakat Rusya’yı anti-emperyalist ilan etmeyi de imkansız kılar. Rusya bugün Karadeniz’de, Sovyet sonrası dönemin bastırılmış imparatorluk reflekslerini yeniden üretmektedir. Ukrayna savaşıyla birlikte bu refleks, yalnızca kara sınırlarında değil, deniz ticaretinde, enerji hatlarında ve sivil lojistikte de kendini göstermektedir. Tanker patlamaları, sivil gemilere dönük saldırılar ve “gölge filo” tartışmaları, Rusya’nın fiili olarak denizleri askerileştirdiğinin göstergesidir. Bu noktada şu gerçeği net biçimde söylemek gerekiyor. Emperyalizm yalnızca Batı’ya özgü değildir. Devlet kapitalizmiyle, güvenlik aygıtlarıyla ve enerji tekelleriyle yürütülen Rus yayılmacılığı da emperyalizmdir. “Güvenlik” Maskesi Altında Kurulan Deniz Tahakkümü Rusya’nın Karadeniz’deki hamleleri, sürekli olarak “ulusal güvenlik”, “kuşatılma” ve “savunma” söylemleriyle gerekçelendiriliyor. Oysa bu söylem, fiili sonuçlarla çelişiyor. Savunma iddiasıyla başlayan süreç, ticari gemilerin hedef haline geldiği, sigorta sistemlerinin çöktüğü ve deniz ticaretinin silahlı aktörlerin iznine bağlandığı bir rejime dönüşmüş durumda. Bu, klasik bir emperyal taktiktir. Önce alanı güvensiz ilan et, sonra güvenliği yalnızca kendin sağlayabileceğini iddia et, ardından bu güvenliği pazarlık konusu yap. Karadeniz bugün tam olarak bu döngünün içindedir. Anti-NATO Olmak, Rusya’yı Aklamak Değildir Batı emperyalizmine karşı olmak, Rusya’nın yaptıklarını meşrulaştırmayı gerektirmez. Ne yazık ki bölgede hakim olan söylem, bu ikisini bilinçli biçimde birbirine karıştırmaktadır. NATO’nun saldırganlığına duyulan haklı öfke, Rusya’nın yayılmacı politikalarını görmezden gelmenin gerekçesi haline getiriliyor. Oysa anti-emperyalizm, taraf seçmek değil, tahakkümün her biçimine karşı çıkmaktır. Bugün Karadeniz’de olan biten, “çok kutuplu dünya” masalıyla süslenen yeni bir güç paylaşımıdır. Çok kutupluluk, halklar için özgürlük değil, çoğu zaman daha fazla belirsizlik, daha fazla militarizasyon ve daha fazla baskı anlamına gelir. Türkiye: İki Emperyal Blok Arasında Sıkışmış Bir Coğrafya Türkiye bu tabloda ne bağımsız bir aktör ne de masum bir izleyicidir. Bir yandan NATO üyeliğiyle Batı sistemine entegre, diğer yandan Rusya ile enerji, ticaret ve savunma alanlarında derin bağlara sahip bir ülke olarak, Karadeniz krizinin bedelini doğrudan ödemektedir. Ancak bu bedel, halkın rızasıyla değil, kapalı kapılar ardında yürütülen “denge siyaseti”yle dayatılmaktadır. Ne Rusya’nın deniz tahakkümüne açık bir itiraz vardır, ne de Batı’nın militarizasyonuna net bir karşı duruş. Sonuçta ortaya çıkan şey bağımsızlık değil, stratejik belirsizliktir. Bu belirsizlik en çok emekçilere, denizcilere, liman işçilerine ve ticaretle geçinen halklara zarar verir. Ama bu insanlar, jeopolitik anlatıların hiçbirinde yer almaz. Karadeniz Halkların Denizi Olmaktan Çıkıyor Karadeniz, yüzyıllar boyunca ticaretin, kültürün ve karşılaşmanın denizi oldu. Bugün ise askeri haritaların, uydu görüntülerinin ve güvenlik brifinglerinin konusu haline getirildi. Rusya’nın fiili kontrol alanları genişledikçe, deniz halkların ortak alanı olmaktan çıkıp büyük güçlerin pazarlık masasına dönüşüyor. Bu yalnızca bugünün değil, geleceğin de gaspıdır. Emperyalizm Renk Değiştirir, Mantığı Değişmez Karadeniz’de yaşananlar bize bir kez daha şunu gösteriyor. Emperyalizm bayrak değiştirebilir, söylem değiştirebilir, hatta kendini “anti-Batı” olarak pazarlayabilir ama mantığı değişmez. Kontrol etmek ister, sınırlar çizer, alan daraltır ve itaat üretir. Rusya’nın Karadeniz politikası, bu mantığın güncel bir tezahürüdür. Gerçek anti-emperyalist tutum, NATO’nun da, Rusya’nın da denizleri ve gökleri kendi nüfuz alanı olarak görmesine karşı çıkmaktır. Karadeniz’in geleceği, büyük güçlerin “güvenlik” masallarında değil, halkların eşit, kamusal ve silahsız bir deniz talebindedir. Aksi halde Karadeniz, bir barış coğrafyası değil, emperyalizmin sessizce normalleştirildiği bir cephe olarak kalacaktır.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() |
![]() |
![]() |