![]() |
|
![]() |
![]() |
![]() |
|
Kahramanmaraş’ta Polis Tatbikatı ve Toplumsal Çatışmanın Anatomisi
Kahramanmaraş’ta emniyet güçlerinin grevci işçileri canlandırdığı polis tatbikatı, Türkiye’de emek, hak arayışı ve devletin buna bakışını yeniden tartışmaya açtı. Bu olay yalnızca bir eğitim çalışması değil, sınıf çelişkilerinin, toplumsal adaletsizliğin ve devlet emek ilişkilerinin somut bir görünümüdür.Tatbikat mı Mesaj mıydı? 2025 son çeyreğinde Kahramanmaraş’ta gerçekleştirilen bir polis tatbikatı gündeme bomba gibi düştü. Polis, “grevci işçi” rolünü meslektaşlarına canlandırttı, cop, biber gazı ve kontrol taktikleriyle bir grevcilik senaryosu provası yapıldı. Resmi açıklamada bunun “sıradan bir tatbikat” olduğu belirtilse de, zamanlama, içerik ve verilen mesaj bunun ötesini işaret ediyor. Bu olay, yalnızca bir eğitim manevrası değildir. Grevci rolleriyle polis teşkilatının içindeki meslektaşların şiddet uygulaması simülasyonu, devletin emekçi sınıfa yönelik algısını açığa çıkaran ideolojik bir pratik olarak okunmalıdır. Bu durum, Türkiye’de grev hakkı, emek mücadelesi, devletin rolü ve demokratik haklar bağlamında ciddi bir toplumsal tartışma başlatmıştır. Grev Hakkı ve Demokratik Haklar Grev, modern demokratik toplumlarda çalışanların uğradıkları haksızlıklar, düşük ücretler, güvencesizlik ve kötü çalışma koşullarına karşı başvurdukları en temel kolektif eylemdir. Grev hakkı, yalnızca ekonomik bir talep mekanizması değil, aynı zamanda emekçinin insan onuru, güvenlik ve sosyal adalet arayışının meşru bir ifadesidir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve uluslararası sözleşmeler grev ve toplusözleşme haklarını güvence altına alırken, bu haklar fiiliyatta çeşitli siyasi ve bürokratik engellerle karşılaşmaktadır. Kahramanmaraş’ta polis tatbikatında grevci işçiler “tehlike unsuru” gibi gösterilmesi, grev hakkının kriminalize edildiğini gösteren somut bir örnektir. Bu durum şunu sorgulatır: Grev meşru bir hak mıdır, yoksa devletin güvenlik perspektifinde “kontrol altına alınması gereken toplumsal bir risk” olarak mı görünmektedir? Tatbikat bu sorunun cevabını, hangi tarafın konumunu meşrulaştırdığını bize gösteriyor. Devletin “Güvenlik” Yaklaşımı Kim İçin? Devlet kurumları genellikle “kamu düzeni” ve “asayiş” gerekçesiyle polis eğitimleri yapar. Ancak bu tatbikatın içeriği net biçimde şu algıyı yaratır. Grevci işçiler, güvenlik tehditleriyle ilişkilendirilebilir. Bu yaklaşımın sakıncası büyüktür. Emekçi talepleri, demokratik toplumsal siyaset ve kolektif eylemler, risk ve tehdit olarak kodlandığında, devletin güvenlik aygıtı bu tür talepleri bastırmak için meşruiyet bulur. Bu da toplumsal adalet yerine baskı ve denetim stratejilerinin öne çıkmasına neden olur. Devletin bu tutumu, yalnızca polis tatbikatıyla sınırlı kalmamalı, toplumun daha geniş kesimlerinin düşünmesi gereken “devlet emek” ilişkisini yeniden tartışması gereken bir dönemeçtir. Bu değerlendirme, sadece grev hakkının savunulması için değil, demokratik yaşamın korunması için de zorunludur. Sınıfsal Çelişkiler ve Emekçinin Durumu Türkiye’de emek piyasası, gelir eşitsizliği, düşük ücretler ve güvencesiz çalışma gibi yapısal sorunlarla yüzleşmektedir. Resmi verilerde dahi emekçilerin yaşam standartları, refah göstergelerinden uzaktır. Bu toplumsal gerçeklik, grevleri ve işçi direnişlerini yalnızca ekonomik taleplerden ibaret olmayan varoluşsal mücadelelere dönüştürür. Sermaye sınıfı ile işçi sınıfı arasındaki çelişki, yalnızca ücret farklarıyla ölçülemez. Çalışma koşulları, sağlık ve güvenlik riskleri, yaşam süresi, sosyal güvenlik hakları, toplumsal saygınlık gibi alanlarda da belirgin bir sınıfsal ayrışma vardır. Grev, bu geniş toplumsal sorun alanlarına dikkat çekmenin bir yoludur. Devletin güvenlik odaklı grev tatbikatı, bu çelişkileri örtbas etmeye yönelik bir çabadır. Oysa gerçeklik, grevci işçilerin taleplerinin toplumsal barışın değil, barışın koşulu olduğu yönündedir. Çalışanların talepleri bastırıldığında, toplumsal gerilim daha da derinleşir, ekonomik adaletsizlikler siyasal meşruiyeti zedeler. Grevin Meşruiyeti ve Toplumsal Barış Toplumda barış ancak eşitlik, adalet ve insan haklarının güvence altına alındığı bir çerçevede mümkün olur. Grev hakkı, bu gerekliliklerden biridir. Emekçilerin talepleri, sadece “çalışma koşulları” değil, toplumsal insan onuru, özgürlük ve eşitlik beklentilerinin somut ifadesidir. Devletin güvenlik yaklaşımıyla grevci işçilerin “tehdit” olarak modellenmesi, bu hak arama mücadelelerini kriminalize eder. Oysa grev, demokratik toplumlarda meşru bir sivil hak arayışıdır. Bu hak arayışının bastırılması toplumsal barışı değil, gerilimi artırır. Kamu yönetimlerinin ilk görevi, toplumdaki çatışmaları çözmek değil, çatışmaların ortaya çıkmasının nedenlerini ortadan kaldırmaktır. İşçilerin taleplerine kulak vermek, güvenli ve adil çalışma koşulları sağlamak, yalnızca emekçilerin değil tüm toplumun refahını yükseltir. Bu, sadece ekonomik verimlilik değil toplumsal istikrar ve demokratik olgunluk için de gereklidir. Grev, Emek ve Demokratik Katılım Grevler, yalnızca ekonomik taleplerin ifadesi değil, aynı zamanda işçilerin toplumsal hayata katılımının bir biçimidir. Bu nedenle, grevleri kriminalize eden, devletin güvenlik reflekslerini öne çıkaran yaklaşımlar demokratik katılımı zayıflatır. Toplumsal sorunların çözümü, baskı ve bastırma değil, diyalog, müzakere ve ortak akılla karar alma mekanizmaları üzerinden mümkündür. Demokratik toplumlarda grev ve toplu sözleşme hakları, sadece yasal metinlerde değil, pratikte de korunmalıdır. İşçilerin talepleri dinlenmeli, grevler bir tehdit değil, sorun çözme aracı olarak görülmelidir. Kahramanmaraş’ta yapılan polis tatbikatı bize şunu hatırlatır. Toplumun barışı ve istikrarı, demokratik haklara saygı ve emekçilerin sesine kulak vermekten geçer. Grevler, demokratik hak arayışlarının bir parçasıdır ve güvenlik riski değil, toplumsal katılımın bir göstergesidir. Devletin grevci işçiyi “tehlike” olarak modellemesi, toplumsal adalet ve eşitlik yerine güvenlik reflekslerini öne çıkaran bir yanlış okumadır. Toplumsal barış, adaletle, eşitlikçi politikalarla ve emekçilerin haklarının tanınmasıyla mümkündür. Grevlerin meşruluğu kabul edilmeli, devlet, güvenlik odaklı yaklaşımları bir kenara bırakıp, diyalog ve çözüm odaklı politikalar geliştirmelidir. Bu olay, sadece bir tatbikat kaydı değil. Türkiye’nin demokratik olgunluk düzeyini, emekçi haklarına yaklaşımını ve devlet toplum ilişkilerini sorgulayan bir toplumsal aynadır. Eğer bu yansıma doğru okunursa, yeni bir toplumsal sözleşmenin kapısı aralanabilir.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() |
![]() |
![]() |