![]() |
|
![]() |
![]() |
![]() |
|
Narva’da Sessiz İhlal, Rus Sınır Muhafızları Estonya Toprağında, Dünya Yine Seyirci
17 Aralık sabahı Baltık coğrafyasında alarm zilleri bir kez daha çaldı. Rusya’ya bağlı üç sınır muhafızının, Estonya topraklarına izinsiz şekilde girdiği ortaya çıktı. Olay, Narva Nehri’nin Peipus Gölü’yle birleştiği noktada, iki ülke arasındaki fiili sınır hattında yaşandı. Yaklaşık 20 dakika boyunca Estonya toprağında kalan Rus personelinin daha sonra geri dönmesi, ihlalin ciddiyetini azaltmıyor, aksine, “yoklama” niteliği taşıyan bir güç gösterisi ihtimalini güçlendiriyor.Estonya İçişleri Bakanı Igor Taro, olayın kasıtlı olup olmadığının netleşmediğini ve şu aşamada ülkenin güvenliğine yönelik doğrudan bir tehdit bulunmadığını söyledi. Ancak asıl soru tam da burada başlıyor: Bir NATO ülkesinin sınırına yapılan fiili bir ihlal, ne zamandan beri “tehdit sayılmayan” bir olay haline geldi? Bu gelişme, son aylarda Baltık bölgesinde artan Rus kaynaklı hava sahası ihlalleri, sınır tacizleri ve “yanlışlıkla” yapılan provokasyon zincirinin yeni bir halkası. Narva hattı, yalnızca coğrafi bir sınır değil. Rusya ile NATO arasındaki en kırılgan temas noktalarından biri. Burada atılan her adım, sadece Estonya’yı değil, Avrupa güvenlik mimarisini doğrudan ilgilendiriyor. Estonya sınır güvenliği olayın hemen ardından devriye sayısını artırdı. Tallinn yönetimi 18 Aralık’ta Rus yetkililerle görüşmeye hazırlanırken, Estonya Dışişleri Bakanlığı da Rusya’nın diplomatik temsilcisini izahat vermek üzere çağıracağını açıkladı. Diplomatik prosedürler işliyor, evet. Peki ya caydırıcılık? Rusya’nın Ukrayna’dan Baltıklar’a uzanan bu “düşük yoğunluklu baskı stratejisi”, artık münferit olaylar olarak açıklanamayacak kadar sistematik. Her ihlal, her sessiz test, karşı tarafın reflekslerini ölçmeye yönelik. Ve bu testler çoğu zaman, uluslararası toplumun alışıldık tepkisizliğiyle ödüllendiriliyor. Asıl eleştirilmesi gereken nokta tam da bu küresel sessizlik. Rusya’nın sınır ihlallerini “yanlışlık”, “koordinat hatası” ya da “teknik sorun” başlıkları altında normalleştiren yaklaşım, saldırganlığı frenlemek yerine teşvik ediyor. Bugün Narva’da 20 dakika süren bir ihlal görmezden gelinirse, yarın bunun süresi de kapsamı da genişler. Narva’daki bu olay, küçük bir sınır ihlali değil, uluslararası hukukun, NATO’nun caydırıcılığının ve Batı’nın siyasi iradesinin test edildiği bir andır. Dünya bu testi bir kez daha sessizlikle geçerse, bedelini yalnızca Estonya değil, bütün Avrupa ödeyecektir. Bu tür “kısa süreli” ihlallerin asıl tehlikesi, askeri sonuçlarından çok siyasi ve psikolojik etkilerinde yatıyor. Rusya, sınırı birkaç dakika ihlal ederek savaş başlatmıyor, fakat sınırın dokunulmazlığı fikrini aşındırıyor. Bu, klasik bir askeri hamle değil, alıştırma savaşıdır. Hem karşı tarafı hem de uluslararası kamuoyunu küçük ihlallere alıştırma stratejisidir. Baltık ülkeleri bu gerçeğin fazlasıyla farkında. Estonya, Letonya ve Litvanya için sınır yalnızca bir güvenlik meselesi değil, tarihsel hafızanın canlı bir parçasıdır. Sovyet işgali, zorla ilhaklar ve askeri baskı, bu coğrafyada “yanlışlıkla sınır geçme” anlatılarını inandırıcılıktan çoktan çıkarmıştır. Bu nedenle Narva’daki olay, Tallinn’de teknik bir ihlal olarak değil, politik bir mesaj olarak okunmaktadır. Ancak asıl sorun, bu mesajın muhataplarının çoğunun duymamayı tercih etmesidir. NATO’nun kolektif savunma söylemi ile pratikteki temkinli sessizlik arasındaki makas giderek açılıyor. Her seferinde “gerilimi tırmandırmamak” adına yapılan açıklamalar, fiilen şunu söylüyor: Sınır ihlalleri tolere edilebilir, yeter ki büyük bir krize dönüşmesin. Bu yaklaşım, Rusya’nın elini güçlendiriyor. Çünkü Moskova için başarı, tankların ilerlemesi değil, sınırların anlamının bulanıklaştırılmasıdır. Bugün Narva Nehri’nde yaşanan, yarın Baltık hava sahasında birkaç saniyelik bir “navigasyon hatası”, ertesi gün Karadeniz’de bir “yanlış manevra” olarak karşımıza çıkıyor. Hepsi aynı stratejinin parçaları. Daha da çarpıcı olan, küresel gündemin bu tür olaylara gösterdiği ilginin hızla sönmesidir. Ukrayna savaşı sürerken, Rusya’nın NATO sınırlarını test eden hamleleri artık “olağan haber akışı”na dönüşmüş durumda. Oysa olağanlaştırılan her ihlal, uluslararası hukukun biraz daha aşınması anlamına gelir. Narva’daki 20 dakikalık ihlal şunu açıkça gösteriyor. Sorun Rusya’nın ne yaptığı değil, dünyanın buna ne kadar alıştığıdır. Eğer bu sessizlik sürerse, Baltık sınırları yalnızca coğrafi olarak değil, siyasi olarak da savunmasız hale gelecektir. Ve o zaman mesele, birkaç sınır muhafızının yanlış yerde durması değil, küresel düzenin, sınırların ve egemenliğin ne anlama geldiğini tamamen yitirmesi olacaktır. Bugün Narva’da yaşanan, yarının daha büyük ihlallerinin provasıdır. Dünya bunu hala “küçük bir olay” olarak görüyorsa, asıl tehlike tam da buradadır. Rusya’nın Baltık hattında yürüttüğü strateji, ani saldırılara değil, sürekli belirsizlik üretmeye dayanıyor. Bu, klasik savaş doktrinlerinin dışında, gri alan operasyonlarının, sinir harbi yöntemlerinin ve hukuki muğlaklığın bilinçli bir bileşimidir. Moskova, “yanlışlık”, “koordinasyon hatası” ve “teknik sorun” söylemleriyle, her ihlali tekil ve masum bir olay gibi sunarken, aslında bütünlüklü bir baskı atmosferi inşa ediyor. Estonya’nın verdiği tepki bu nedenle dikkat çekici ama aynı zamanda sınırlı. Ek devriyeler, diplomatik temaslar, büyükelçi çağırma… Hepsi doğru adımlar, fakat yeterli mi? Baltık ülkeleri her seferinde uluslararası hukuka sadakat vurgusu yaparken, karşılarında hukuku bir araç değil, bir engel olarak gören bir aktör bulunuyor. Bu asimetri, sorunun kalbinde yatıyor. Daha da çarpıcı olan, Avrupa’nın merkezinden yükselen sessizliktir. Enerji bağımlılığı, ticari çıkarlar ve “istikrar” kaygısı, sınır ihlallerini neredeyse tolere edilebilir bir diplomatik rahatsızlığa indirgemiş durumda. Oysa bu sessizlik, Baltık ülkeleri açısından yalnızca hayal kırıklığı değil, yalnız bırakılma hissidir. Kolektif güvenlik söylemi, pratikte bireysel savunma reflekslerine dönüşüyorsa, ittifakın inandırıcılığı sorgulanmaya başlar. Narva Nehri sembolik bir sınırdır. Bir tarafında Avrupa Birliği ve NATO, diğer tarafında revizyonist bir güç durur. Bu nehirde yaşanan her ihlal, yalnızca Estonya’nın egemenliğini değil, Avrupa’nın kendi sınırlarına ne kadar sahip çıktığını da test eder. Bugün bu testten geçer not verildiğini söylemek zor. Ve belki de en tehlikeli olan şudur. Bu tür olaylar artık “haber değeri”ni kaybediyor. Küresel kamuoyu, sürekli kriz halinde olmaktan yorulmuş durumda. Tam da bu yorgunluk, sınır ihlallerini görünmez kılıyor. Görünmez olan ise en kolay ihlal edilendir. Narva’da yaşananlar bize şunu hatırlatıyor. Barış, ihlal edilmediği için değil, ihlallere karşı kararlı biçimde savunulduğu için vardır. Eğer dünya, Rusya’nın bu düşük yoğunluklu ama süreklilik arz eden hamlelerine karşı net bir siyasi irade ortaya koymazsa, yarın yaşanacak olanlar bugünkünden daha kısa, daha masum ve daha “yanlışlıkla” olmayacaktır. O zaman geçilen sınır yalnızca coğrafi değil, geri dönüşü olmayan bir siyasi eşik olacaktır. Bu nedenle mesele artık “niyet” tartışması olmaktan çıkmıştır. Bir sınır ihlali, niyet belirsizliğiyle açıklanabiliyorsa, bu belirsizliğin kendisi zaten politik bir araç haline gelmiş demektir. Rusya tam olarak bunu yapmaktadır, sorumluluk üretmeden baskı kurmak, tepki eşiğini sürekli test etmek, karşı tarafı “abartıyor muyuz?” sorusuna hapsetmek. Bu stratejinin asıl hedefi yalnızca Estonya değildir. Hedef, NATO’nun refleksleri, Avrupa Birliği’nin siyasi dayanıklılığı ve uluslararası hukukun caydırıcılığıdır. Çünkü eğer küçük devletlerin sınırları “yanlışlıkla” aşılabiliyorsa, büyük güçlerin alanı fiilen genişler. Hukukun sınırı bulanıklaştıkça, güç çıplaklaşır. Rusya’nın Baltıklar’daki bu tavrı, Ukrayna öncesi dönemi hatırlatmaktadır. Önce küçük ihlaller, sonra “yerel” gerilimler, ardından fiili durumlar… Her adımda dünya “endişe” duyar, “kınar”, “yakından izler”. Ama izlemek, durdurmak değildir. Ve tarihin defalarca gösterdiği gibi, seyirci kalanlar eninde sonunda sahnenin parçası olur. Estonya bugün “tehdit yok” diyerek sakinleştirmeye çalışıyor olabilir. Bu diplomatik bir zorunluluktur. Ancak toplumların hafızası, devletlerin resmi açıklamalarından daha derindir. Baltık halkları, Sovyet geçmişini, zorla çizilen sınırları ve sessiz kalan dünyayı çok iyi hatırlıyor. Bu yüzden Narva’daki 20 dakikalık ihlal, onların gözünde 20 yıllık bir korkunun yeniden canlanmasıdır. Burada asıl sorgulanması gereken, Rusya kadar küresel düzenin ataletidir. Uluslararası sistem, büyük güçlerin küçük ihlallerini tolere ettikçe, küçük ülkelerin egemenliği teorik bir kavrama dönüşür. “Toprak bütünlüğü” ilkesi, ancak ihlal edildiğinde savunuluyorsa, artık bir ilke değil, bir temennidir. Baltıklar bugün sınırda nöbet tutuyor. Ama aslında sınanan, Avrupa’nın siyasi omurgasıdır. Eğer bu omurga her küçük sarsıntıda esnerse, bir gün kırıldığında kimse şaşırmamalıdır. Narva Nehri hala sessiz akıyor olabilir. Fakat tarihte sınırlar çoğu zaman sessizlikle aşılmıştır. Ve o sessizlik, genellikle en yüksek bedelleri doğurmuştur. Bu nedenle bugün Narva kıyısında yaşananlar, yalnızca askeri ya da diplomatik bir vaka dosyası değildir, küresel düzenin ahlaki iflasının küçük ama berrak bir fotoğrafıdır. Dünya, sınır ihlallerine alıştıkça, ihlaller de daha cüretkar hale gelir. Tepkisizlik, saldırganlığın en güvenli yakıtıdır. Rusya’nın bu tür “ölçülü provokasyonları”, klasik savaş ilanlarının yerini almış durumdadır. Ne tanklar ilerler, ne bayraklar dikilir, sadece birkaç asker “yanlışlıkla” sınırı geçer, birkaç dakika kalır ve geri döner. Ardından belirsizlik bırakılır. İşte modern güç siyaseti tam da budur, inkar edilebilir ihlallerle fiili hakimiyet kurmak. Ne kadar sessizlik, o kadar alan. Burada Batı’nın ve özellikle Avrupa’nın tutumu ise ibretliktir. Güçlü açıklamalar yapılır, toplantılar planlanır, büyük laflar edilir ama somut bir caydırıcılık üretilemez. Çünkü ekonomik çıkarlar, enerji bağımlılıkları ve “istikrar” fetişizmi, ilkesel duruşun önüne geçer. Böylece güvenlik, ahlaktan kopar, siyaset, korkunun yönetimine dönüşür. Estonya gibi küçük ülkeler bu tabloda iki kez cezalandırılır. Birincisi, doğrudan baskıya maruz kalırlar. İkincisi, “gerilimi tırmandırmama” sorumluluğu da onların omzuna yüklenir. Yani ihlal edilen, sessiz kalmak zorundadır. Bu, modern uluslararası düzenin en büyük çarpıklığıdır. Mağdurdan itidal, failden belirsizlik beklenir. Daha da tehlikelisi, bu tür olayların normalleşmesidir. Eğer bugün üç asker geçer, yarın bir devriye, ertesi gün bir insansız hava aracı… Her adım “önemsiz” diye geçiştirilirse, bir noktada geri dönüşsüz eşik aşılır. Tarih, bu eşiklerin genellikle fark edilmediği anlarda aşıldığını defalarca göstermiştir. Narva’daki ihlal, bize şunu hatırlatıyor. Barış, yalnızca silahların susması değildir. Barış, sınırların dokunulmazlığına gösterilen kolektif saygıdır. O saygı zayıfladığında, savaş zaten başlamış demektir sadece adı konmamıştır. Bugün dünya yine izliyor. Yine “endişeli”. Yine temkinli. Ama unutulmamalıdır ki, tarihte en yıkıcı sonuçlar, en temkinli anlardan sonra gelmiştir. Narva’da yaşanan 20 dakikalık ihlal, belki de küresel sessizliğin çok daha uzun sürecek bir yankısıdır. Ve bu yankı, duyulmadığı her an biraz daha büyümektedir.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() |
![]() |
![]() |