
Mişka Yaponçik, gerçek adıyla Moisey (Moyşe) Yakovleviç Vinnitskiy (1891–1919), 20. yüzyıl başlarında Ukrayna’nın Odessa kentinde yaşamış, Çarlık Rusyası’nın son döneminde ve Rus İç Savaşı yıllarında ün kazanmış efsaneleşmiş bir yeraltı figürüdür. Tarihsel olarak bir gangster ve suç örgütü lideri olsa da, toplumsal hafızada yalnızca bir “mafya babası” olarak değil, dönemin adaletsizlikleri içinde şekillenmiş sembolik bir karakter olarak yer alır.
Yahudi bir ailenin çocuğu olarak Odessa’nın yoksul mahallelerinde büyüdü. “Yaponçik” (küçük Japon) lakabını, çekik gözleri nedeniyle aldı. Odessa gibi çok kültürlü, liman kenti kimliği güçlü bir şehirde bu tür lakaplar hem kimlik hem kader anlamına gelirdi.

20.yüzyıl başında Odessa, kaçakçılığın, liman ticaretinin, yoksulluğun ve devlet otoritesinin zayıflığının iç içe geçtiği bir kentti. Mişka Yaponçik bu ortamda yükseldi.
Haraç, soygun ve kaçakçılık faaliyetleri yürüttü.
Ancak sıradan bir suç lideri olarak değil, karizma, disiplin ve yerel “etik” kodlarla hareket eden biri olarak tanındı.
Yoksullara karşı görece koruyucu, zenginlere ve tüccarlara karşı acımasız olması, halk arasında ona yönelik çelişkili bir sempati yarattı.
Odessa sabahları erken uyanmaz. Deniz önce nefes alır, sonra sokaklar hareketlenir. Limanın demiri paslıdır, insanların kaderi gibi. İşte Mişka Yaponçik bu pasın içinden çıktı. Ne bir saraydan ne de bir kitaplıktan. O, arka sokakların çocuğuydu, taş döşeli avluların, yarım kalan duaların, fısıltıyla edilen küfürlerin arasından yürüyerek geldi.
Adı Moyşe’ydi ama Odessa isimleri sevmezdi, lakaplar verir, kaderi onlarla mühürlerdi. Gözleri çekikti, bu yüzden “Yaponçik” dediler. Gülüşü vardı, insanın içini rahatlatan ama elini cebine götürten bir gülüş. O gülüşle kapılar açılır, borçlar ertelenir, bazen de hayatlar biterdi.
Mişka silahını aceleyle çekmezdi. Önce konuşurdu. Konuşurken dinlerdi. Dinlerken tartardı. Odessa’da güç bağırarak değil, bekleyerek kazanılırdı. O bunu bilirdi. Zenginlerin kasalarını açarken fakirin cebine bakmazdı. Çünkü açlığı tanırdı. Açlık, insanın gözünü değil, kalbini karartırdı.

Hırsızdı, evet ama onun hırsızlığı bir meslek değil, bir karakter meselesiydi. Polis ondan nefret ederdi ama korkardı. Halk ise onu saklardı. Çünkü Mişka, adaletin uğramadığı mahallelere uğrardı. Bir yasa değil, bir dengeydi o.
Sonra devrim geldi. Kırmızı bayraklar, yüksek sözler, temiz gelecek vaatleri… Mişka’ya bir üniforma verdiler. Bir rütbe. Bir masanın arkasında oturmasını istediler. O masaya baktı, sonra denize. Deniz her zaman daha dürüsttü.
Devrimler, sokak çocuklarını sever gibi yapar ama sonunda onları sokağa geri bırakmaz. Mişka bunu geç anladı. Yeni düzen, eski dünyanın zarif suçlularını sevmezdi. Onlar fazla hatırlatıcıydı. Fazla insandı.
Bir sabah çağırdılar onu. Konuşmak için dediler. Odessa’da “konuşmak” kelimesi çoğu zaman mezarlığa açılırdı. Mişka yürüdü. Acele etmedi. Gülümsemedi de. Çünkü bazı gülüşler yalnızca yaşarken işe yarar.
Kurşun kısa sürdü ama hikaye bitmedi.
Odessa hala Mişka’yı anlatır. Limanda bir sandık gıcırdadığında, bir keman yanlış nota bastığında, bir çocuk ilk kez hırsızlık düşündüğünde… O an Mişka oradadır. Yaşayanlardan çok, hatırlananlara aittir artık.
O bir mafya babası değildi.
O, adaletsizliğin yetiştirdiği bir zarafetti.
Ve Odessa, zarafeti kolay kolay affetmez.
1917 Bolşevik Devrimi sonrasında yeni iktidar, yeraltı dünyasını tasfiye etmek yerine kısa bir süreliğine ondan yararlanmaya çalıştı.
Yaponçik, Kızıl Ordu bünyesinde kurulan bir Yahudi müfrezesinin komutanı yapıldı.
Bu, devrimci iktidarın eski düzenin “sokak gücünü” kendi lehine dönüştürme girişimiydi.
Ancak bu birliktelik uzun sürmedi.
Yeni devlet, bağımsız güç odaklarını tolere etmiyordu. Yaponçik fazla popüler, fazla özerk ve fazla “kontrol edilemez”di.
1919 yılında, henüz 28 yaşındayken, Bolşevikler tarafından tutuklandı ve infaz edildi. Resmi gerekçe disiplin ihlaliydi, fiili gerekçe ise yeni iktidarın kendi meşruiyetine rakip olabilecek figürleri ortadan kaldırma refleksiydi.
Mişka Yaponçik, edebiyatta ve popüler kültürde özellikle Isaac Babel’in Odessa Hikayeleri’ndeki Benya Krik karakterine ilham kaynağı olarak ölümsüzleşti.
Bu sayede tarihsel bir suç figürü olmaktan çıkıp Çarlık sonrası kaosun, devrimin çelişkilerinin ve alt sınıfların adalet arayışının edebi simgesine dönüştü.
Mişka Yaponçik ne bir halk kahramanıydı ne de sıradan bir suçluydu.
O, devletin olmadığı yerde düzen kuran, devrimin ise kurduğu düzeni tolere edemediği figürlerden biriydi.
Bu nedenle Yaponçik’i anlamak, yalnızca bir mafya liderini değil, çöküş dönemlerinde suç, adalet ve iktidar arasındaki bulanık sınırı anlamaktır.