Filmin başında herkesin ezip geçtiği, çatlamış ve eskimiş yüzeyine yiyecek dökülen, temizlenmeye çalışıldıkça daha da kirlenen "Parlayan Elisabeth"in yerdeki yıldızına odaklanırız. Üzerine solmuş bir çınar yaprağı düşer. Bu sahne, kadının baharının geçtiğini, ömrünün sonbaharına girdiğini simgeler. Kısa bir süre sonra mevsim değişir ve yıldızın üzerine karlar yağar. Bu, kadının hayatındaki mevsimsel döngülerini, yaşam - ölüm döngüsünü ve olgunlaşmayı anımsatır.
“Kumsalda kimse dev bir denizanası gibi hissetmek istemez elbette. O yüzden aerobik yaparken kendinizi bikinili hissedin” der.
Filmdeki otorite figürü, perde kumaşından yapılmış takım elbise giyen adam, pisuvara işerken telefondaki kişiye kadınların doğurganlığının yirmi beş yaşından sonra azaldığını, genç ve seksi yeni bir isim aradığını söyler. Adamın işemek ve yemek yemek gibi temel biyolojik ihtiyaçlarını giderirken yakın çekim görüntüleri adeta tiksinti uyandırır, zenginliğinin ambalajına rağmen iğrençliğini gözler önüne serer.
Kapitalist politikalar, sürekli yenilenme ihtiyacını öne çıkarır. İnsanlar her zaman yeniyi ister. Adam, ama biten nedir, diye soran kadına, elinde erekte olamayan fallus simgesi gibi ıstakozu sallarken, cevap veremez.
Kara sinek şampanyada boğulmaktadır. Zevkler geçicidir.
“Harikaydın ama solup gittin.”
Son zamanlardaki en doğru argümanlardan biridir kadın cinayetlerinin politik olduğu. Kadını meta olarak gören, şiddeti normalleştiren, fabrikadan eve, medyadan siyasete cinsiyet eşitsizliğini yaşatan, yeterli önlemler almayan devletin caydırıcı olmayan yasalarıyla, , eğitim anlayışına kadar politik bir sorundur kadınların bütün sorunları. Toplumsal yapıların içine işlemiş bu konular kuşaktan kuşağa aktarılır.
Cevher (substans), yani töz, felsefi anlamda kendine dayanan ve varlığın özünü meydana getiren şeydir. Substans filminde tüm görsel ve sözel vurgular kadını neyin değerli yaptığına işaret eder. Bir zamanların medya yıldızı Elisabeth’in sarkmış poposu, gevşemiş karnı, kırışmış derisi ile işi bitmiştir. Yeni teknoloji ile ondan meydana getirilen yeni bedeni “kusursuz” güzellikte ve beklenen ölçülerde olsa da, bu sefer de gençliğin verdiği kendini bilmezlik, umursamazlık, bencillikle varlığını tehlikeye düşürür. Oysa kendini bilmezlik kendinden yeni ve taze bir ben daha yaratmak isteyen Elisabeth’in de özelliğidir. Anlamını güzelliğinin sağladığı başarının şöhretinde bulan elli yaşına gelmiş bir kadın, gençliğinin bitişi ile güzelliğinin gölgelendiğine (hatta bittiğine) inandırılır. Gençliğinin ve güzelliğinin ekmeğini yiyen birisi için işini kaybetmesi yaşamında elbette bir boşluk ve hatta yokluk doğurur. Bütün dünya ondan geçmiş gibi olsa da, kendisinin hala yürek çarpıntısı nedeni olduğunu söyleyen adam için şapşal bir tipleme çizilir, yazdığı telefon numarası sakarlığından çamura düşer, kadın kala kala bu adama mı kalacaktır?
Kadim gelenekteki kutsal kadın arketipi, gençlere rehberlik eden, derin sezgileri ve tecrübesiyle bilge bir figürdür. Oysa modern çağ, kadınları yüzeysel güzellik standartlarına mahkum eder. Genç kızların reşit olmayı bile beklemeden ebeveyn izni ile estetik ameliyatı olmaları, porno yıldızlarının vulvasına sahip olmak isteyen genç kadınları ameliyat edip ceplerini dolduran doktorların, “ne yapalım arz talep meselesi” anlayışı, çizgilerimi ve yaşanmışlıklarımı seviyorum diyenlerin bile günün sonunda iyi hissetmenin yolu olarak belli bir prototipe benzemeleri acıklı değil mi? Beni ben yapan, her şeyden bağımsız cevherim, takma tırnağımın jeli, saçımın kaynak teli, son kaburgası alınmış belimin santimetresi mi?
Yönetmen hem Elisabeth hem Sue karakterine aynı sarı paltoyu giydirerek başarıyı ve parlamayı çağrıştırmak istemiş sanırım. Ama paltonun kerameti mutlu sona götürmez.
Bütün geçici tatlar sonunda kaybedilir. Gerçek özümüzü, evimizin neresi olduğunu, özlediğimizin ne olduğunu hatırlatan bir uyanış gelir. O zaman yeni bir sayfa açmak gerekir. Kalpte başkalarının yıkıcı görüşlerinden etkilenilmeyen, yargılarından bağımsız bir yer uyanır. Bu esin, işine yaramayan öğrenilmişliklerinden soyunmanla gelir.
Filmin düşündürdükleri anlamlıydı. Beğendim mi? Bayıldığımı söyleyemem. Özellikle son kısmı tarzım değil. Ama yine de izlemeye değer. Filmin hem yönetmeni ve senaristi Coralie Forgeat’e kanayan bir yaraya parmak bastığı için müteşekkirim.