A Yorum
  Acilis Sayfasi Yap Sik Kullanilanlara Ekle  

   
A yorum Kurum
iletisim
login
yayin ilkeleri...



yazi dizileri

Yazı karekteri : (+) Büyük | (-) Küçük

Şehirler yumağı

Kategori Kategori: Yaşam | Yorumlar 5 Yorum | Yazar Yazan: Saba Öymen | 13 Ağustos 2010 23:19:49

Trendeyiz... Öyle pek hızlı gittiği yok ama sarsıla sarsıla ilerlerken çıkarttığı gürültüyle kendini olduğundan farklı göstermeye çalışan insanlara benziyor. Ay yıldız baskılı camlarda trenyolu kenarı evleri. Kimi balkonlarda kahvaltı yapanlar. Atletli bir adam demire yaslanmış sigara içiyor. Saçını tülbentle sıkıvermiş bıkkın bir kadın çamaşır asıyor.

Ne olduğunu göremediğim bir sebzeyi ayıklıyor bir başka kadın.  Yanında pijamalı bir adam gazeteyi yaymış masanın üzerine.   İşte bir kez daha kanıtlandı. Kadınlar hep iş yapıyorlar. Şöyle balkon demirine yaslanıp da sigara içen, hayır sigara içmesin,  iyi bir şey değil, elinde kahvesi gazetesine göz gezdiren kadın nerede? Bizim ailenin   Mustafa amcasının dediği gibi kadınlar lanetli mi? Evet böyle derdi. Kadınlar lanetlenmiştir. İşleri hiç bitmez. Yorgun, soluk yüzlü bir kadın örgü örüyor bir başka balkonda, yan sandalyede yeni yetme fıkır fıkır bir kız. Kadın konuşuyor. Hızla geçip gidiyoruz yanlarından. Kadının ağız hareketleri trenin hızına yetişemiyor. Kadın konuşuyor, konuşuyor. Kız yüzü asık dinliyor. Birazdan hışımla içeri girecek. Ben görmeyeceğim.  Balkonlarda serçeler.  Balkonlarda insanlar. Kederli. Yorgun. Donuk. Umutsuz. Umutlu. Güldü biri. Bir başkası bekliyor.  Bir fincan kahvenin tadını çıkarıyor. Elindeki gazeteye küfrediyor. Yaldızlı ince bardakta çay kaşığının dolandığını görüyorum.   Askerdeki oğlunu düşünüyor biri. Endişe kavuruyor içini. İşte bir endişe daha . Şu kızı hayırlısıyla bir evlendirsek. Sonra... Yarın pazar var. Akşam pazarına gideyim de ucuzlasın. Arada aklına takılıyor.  Bu ülkenin hali ne olacak... Soru değil bu, soru işareti yok sonunda.  Bu ülkenin hali ne olacak.

Balkonlarda hayat... Balkonları bu denli yaşayan, balkonlarında bu denli yaşanan başka neresi var, söyleyin bana.

Tren yolunun öbür ucunda doğduğum şehir.

Ne çok gittim bu iki şehir arasında. Eskiden hızlı trenler vardı. Fazla bir yere uğramadan iki saatte ulaşırdı son durağına. Dünya üzerinde herşey hızlanırken bu iki şehir arasındaki trenler yavaşlamış. Artık hızlı tren hizmeti yok. İki saat kırk beş dakika sürüyor, en az... Herhangi bir gecikme yoksa... Varsa, artık siz tahmin edin.

Olsun... Ben gene de gideceğim oraya. Dört saat de sürse gideceğim. Hem unutulmuş hem unutulmamış o ovaya. Orada yaralı dizlerim var. Yaz boyu yaralı dizlerim. Sebebi  sokaklar. Kaldırımlar. Çocukluk. İlk gençlik.  Bisiklete atlayıp havalanışımız var.  On dört yaşında bahçe duvarına sıralanıp yaptığımız coşkulu sohbetler.  

Durmadan satıcı geçiyor trende. Simitçi, sucu, pişmaniyeci. Yan koltukta iki adam konuşuyorlar:

Oğlanı kaç zamandır görmedim.  Arada bir telefon ediyor o kadar.  Kim kime dum duma. Herkes kendi havasında yaşayıp gidiyor bu zamanda. Arayıp soran yok.

N’aparsın Selahattin abi. Zaman böyle koşturmaktan, kovalamaya vakit kalmıyor.

Senin de dediğin laf mı Hikmet? Böyle mi olmalı yahu? Adaaammm sen de.  Ben de konuşuyorum işte.

Gölü izliyor tren göz ucuyla, geçip giderken omuz omuza. Tuhaf bir renge bürünmüş bu sabah göl. Bulutlara girmiş güneşten ödünç almış rengini.  Bu kez yalnızca gözlerim dokunacak çok sevdiğim göle.  Sazlıklara.  Vakit yok yanlarına uğramaya.

Gar kalabalık. Öyle çok gidip geliniyor ki bu iki şehir arasında. Hoş Türkiye’nin her yeri böyle değil mi? Nereye gitsen iğne atsan yere düşmez... Eski bir tanıdığa rastlıyoruz, yıllardır görmediğim. Ayak üstü laflıyoruz. Gözlerinin içi gülüyor kadının geçmiş yılların anısıyla, bir yandan da merak okuyorum bakışlarında.  Biraz yaramaz, biraz utangaç, biraz da kıskanç fıldır fıldır bir merak.  

Atatürk Bulvarı’nda çiçekler, ağaçlar. Yemyeşil.  Türkiye’nin  her kentinin bir Atatürk Bulvarı var, öyle değil mi. Bu da soru değil.  Türkiye’nin her kentinin bir Atatürk Bulvarı var.  Kim bilir kaç kez  yürüdüm Bulvar’da,  kim bilir neler düşünerek. Beynimizin bir kayıt bölümü olsaydı, aslında var da, ara sıra düğmeye basıp çalıştırabilseydik onu. Örneğin alnımızda bir noktaya basınca çalışabilirdi. Ya da şakakta. 1975 yılının 12 Nisan sabahında ne düşünmüştüm. Kiminle konuşmuştum. Ne demiştim.  Ne duymuştum. Hemen, canım istediği  anda dokunacağım  alnımdaki o noktaya. Alacak beni  1975 yılı 12 Nisan sabahına götürecek.  Bu da bana,  keşke günlük tutsaydım’ ı hatırlattı. Arada bir aklımdan geçirdiğim keşke günlük tutsaydım düşüncemi.  Ama dokununca çalışan beyin kayıt bölümünün çok daha  güvenilir üstelik çok daha eğlenceli olacağına eminim. Günlük aynı şey değil.  

Kaç yıl önceydi bilmem, Bulvar’ın bir kış görüntüsü var gözlerimin önünde. Kardan bir çarşaf. Çam ağaçlarının dalları eğilmiş karın ağırlığıyla. Sabahın, kuşların uyandığı saati. Sessiz. Pürüzsüz.  İnanılmayacak kadar güzel. Attığım her adım günün ilk izlerini bırakıyor Bulvar’ın karlı yüzeyinde. Sonra fırının yanından geçiyorum. İçerisi sıcacık, davetkar . Mis gibi ekmek kokusu.

Dört beş yaşındayken düşüp ağladığımda, ağlama bak düştüğün yerde yarın para bulacaksın demişti bir akraba kızı. Ertesi gün tam orada parayı bulduğumda inanmıştım ona. Neden,  ağlama, düştüğün yerde yarın çiçek açacak, dememişti. Ya da ağla, canın acıdıysa ağla dememişti. O zamanlar da kimse inanmıyor muydu çiçeklere, çiçeklerin güzelliğine, ağlamaya... İşte  düştüğüm yer. Hep beton muydu  buralar? Arnavut kaldırımları yok muydu  bu şehirde bir zamanlar?

Bir Beyhan abla vardı, bizim apartmana gelin gelmişti. Yeniliğin, kurallara hafif aykırılığın simgesiydi. Mini etekler giyer, dudaklarına açık pembe rujlar sürerdi. Bize gelirdi ara sıra. Konuşmasında bir farklılık vardı. Kendine özgü havası... Severdim onu. Dedim ya, kurallara hafif aykırılığın simgesiydi. Bütünüyle aykırı olmayı düşünemezdik kurallara. Asla beceremeyeceğimizi bilirdik. Bütünüyle aykırı olmak çok güçtü. Aykırı olmamak da olamazdı. Hafif aykırı olmak en güzeliydi.

Sonra bir de Nazmiye abla vardı,  az ötede bahçe içinde bir evde yaşayan. Baygın gözleri, geniş  dudakları, hep güneş yanığı teni. Bir sabah Nazmiye kocaya kaçmış dediler. Kocaya kaçmak... İşte bu da kurallara aykırı bir şeydi ama ne çirkin bir aykırılıktı. Yapılacak şey miydi? Sonra evlendi o kaçtığı adamla. Birkaç çocuk doğurdu, mutlu oldu mu bilmem. Bu da soru değil. Birkaç çocuk doğurdu. Mutlu da oldu, mutsuz da.

Doğduğum eve gittim. Nasıl olduysa yıkılıp yerine apartman yapılmamış. Tam zamanında gitmişim. Satılık ilanı duvarında. Çok yakında apartmana dönüşür. Al al domatesi dalından koparıp elma gibi yediğim bahçe. Mutluluk oydu herhalde. Hiçbir tasa olmadan o domateste kaybol mak. Karmakarışık domatesler ve marullarla süslenmiş  o küçük yeşil bahçeye  sarılmak.
Buralarda zaman durmuş gibi. Küçücük bir çocukken her gün evlerine girip çıktığım komşumuz hala aynı evde oturuyor. Yirmi beş yıldır gelmedim buraya, bu sokağa. Açık balkon kapısının ardında tül perde nazlı dalgalanıyor.  Zili çalmak yerine sesleniyoruz. İnanmaz gözlerle bakıyorlar çığlıklar atmadan önce, sonra koşup kapıyı açıyorlar. Bahçelerinde kırk yıldır yitip gitmemiş mangalda patates kokusu...

Böyle miydi bu insanlar eskiden? Dokunsan ağlayacak. Gözlerde bir başka ışık. Yumuşacık bir ışık.  Çok şey yaşayıp, çok şey görmüşlük. Geçen yılların katı değil yumuşak yaptığı insanları seviyorum.

Amcam bizi eski mahallelerde dolaştırıyor, sonra Kazımpaşa’ya köfte yemeye götürüyor. Bir dahaki sefere mutlaka ıslama köfte diyerek gidiyoruz, bir arabaya binlerce kişi doluşup. Bunu başka nerde yapabiliriz? Arabaya binlerce kişi binmeyi ve Kazımpaşa’da köfte yemeyi. Köftenin kokusu varıyor  herşeyden önce, sıcaklığı varıyor. Sonra tadı. Lezzeti.

Çok değişti  şehir, içinde yaşayanlar fark ediyorlar mı bilmiyorum. Deprem haberi geldiğinde orada, onlarla olamamak, paylaşamamak  yara olmuştu içimde. Çok geldim depremden sonra. Bir tuhaf şimdi kent. Kimliğini kaybetmiş gibi. Uzun Çarşı’nın üzeri kapatılmış,  Kapalı Çarşı’nın kötü bir kopyası  gibi uzanıyor. Halbuki bu şehrin dokusunu oluşturan bir hücreydi.  Anadolu şehirleri birbirine benzerler, yine de onları özgün yapan birşey vardır her birinde. Bu özgünlük yok oldu sanki yıllar içinde. Aklıma yıllar önce mektuplaştığım bir Alman köylü kızının cümleleri geliyor. Bu şehirden kaçma hayalleri kurduğum ilk gençlik yıllarıydı. Şehirden nefret etmesem de, pek de sevmediğim zamanlar. Bambaşka yerlerde yaşamak vardı gözümde. Alman kızına şehrin kartpostalını gönderdim bir mektupta. Bulvar’ı gösteriyordu resim. Bir süre sonra mektubu geldi. Ne kadar güzel bir şehirde yaşıyorsun. Canlı, kalabalık. Bir de benim yaşadığım köyü görsen. Sonra köyde çekilmiş birkaç fotoğraf yolladı bana. Köy köy değil. Sivri çatılarıyla bakımlı, hoş evler... Bir ırmak. Ağaçlar ağaçlar.  O buraya gelsin, ben oraya gideyim.  Hani dile kolay derler ya, öyle dile kolay bir düşünce. Yaşanan her  şehrin insanın ayrılmaz bir parçası olduğunu sonra öğrendim.  Hayatımın üç şehri ile aramda organik bir bağ var sanki. Ne ben terkedebilirim onları, ne onlar beni.
 
Ağustos  2010 Sydney

Facebook'ta paylaş   |   Twitter'da paylaş


 | Puan: 9.7 / 3 Oy | Yazdırılabilir SayfaYazdır

Yorumlar

nilgün { 15 Aralık 2010 13:11:44 }
sizin yazılarınız beni derinden etkiliyor. ruhunuza uzun nefes diliyorum. saygımla.
Dilek Akman { 18 Ağustos 2010 03:50:13 }
Saba''''cigim;
Cok tesekkurler, cok guzel bir yazi California''''ya ilk geldigim de Adapazari''''nin camurunu bile ozledim derdim. Galiba yas ilerledikce gecmise duyulan ozlemde artiyor.
deniz kızı { 16 Ağustos 2010 20:58:40 }
canım Saba!

bu yazını her okuyuşumda içim titredi.

Sydney'de oturan Saba'ya, bahçeden kopardığı domateslerin içinde kaybolan Saba'ya, hafif aykırı olmak isteyen, kaçmak isteyen, dönen, bakan, seven Saba'ya sarılmak istedim.

yorumumun, sözcüklerinin dokunuşu ile içimde yarattığı sevgi ve hüzün dalgalarını aktarabilmesini isterdim. belki binlerce yıl sabretsem güzel uzun bir şiir damıtıp sana göndersem olurdu bu...

Saba Saba Saba....

nolur hep yaz. sevgiler yolundan yüreğinden ırak olmasın...

bu yazını bir kere yüz kere değil bin kere okusam oturup bir taşa kazısam, bir dağın başında zamana bıraksam.... işte biz insanlar hep savaşmadık hep hırsla kinle birbirimize girmedik. aslında böyle yaşadık. bunu böyle bilin diye teslim etsem zamana... çok güzel olur.

hem de çok.
Erhan Izmir { 15 Ağustos 2010 19:39:49 }
Iyi yazilinca okumasi da cok keyifli oluyor. Duygular, gozlemler sozcuklerle tasiyor sayfadan.
Ebru Güven { 15 Ağustos 2010 02:32:04 }
Ne güzel anlatmışsın duygularını. Kutluyorum.
Okurken Kavafis'in şiiri geldi aklıma.

Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın
Bu şehir arkandan gelecektir
Diğer Sayfalar: 1.

 

Yorum Yazın



KalınİtalikAltçizgiliLink  
Simge Ekle

    

    

    

    







Papa Françesko yaşamını yitirdi.
Yunanistan Türk yatırımcıların adalara ilgisinden endişeli
Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi'den Avrupa'ya İmamoğlu ile dayanışma çağrısı
Yüzlerce öğrenciden ABD'yi terk etmeleri istendi.
Avrupa'da İmamoğlu çıkmazı: Çıkarlar mı değerler mi?

Gazze'de gıda stokları tükendi: Açlık krizi derinleşiyor
Suriye nasıl kutsallaştırıldı? Suriyeliler umutlu olabilir mi?
Penguen ve foklara da vergi uygulaması…
Trump'ın politikaları ABD'nin 50 eyaletinde protesto ediliyor.
Dünyadaki boykotlar: Kim neyi hedef aldı?

Trump: Çin'den ithal edilen mallara uygulanan gümrük vergisi oranı % 125'e çıkarılacak
Trump yeni gümrük vergisi tarifelerini açıkladı.
Avrupa’nın en az et yiyen ülkesi Türkiye: Fiyatlar 5 yılda % 1230 arttı!
Türkiye'de ekonomi bir kez daha belirsizlik döneminde
ABD-Çin hattında ticaret savaşı: “Soğuk Savaş’tan beri görülmemiş bir rekabet”

Avrupa gözünü ABD'li akademisyenlere dikti.
Türkiye'de Covid-19 salgını yaşam süresini azalttı.
Uzmanlar uyardı: "Uzun yaşayanlardan tavsiye almayın"
Fahri Kiamil
İki annenin başlattığı akıllı telefon karşıtı hareket çığ gibi büyüdü

Jak İhmalyan sergisi İstanbul'da
MADELEİNE RİFFAUD, 1924-2024
KOLLEKTİF OYNAMALI KAZANMAK İÇİN
Oxford Sözlüğü yılın kelimesini seçti: Beyin çürümesi
"İNEK BAYRAMI" ekitap

Yapay Zeka Felsefesi
Tutunarak kalmak mı? Bulanmadan donmadan akmak mı?
Tokyo’dan Hasanlar’a, Kudüs’te bir mahkemeden bizim buralara…
“KADERİMİZ DIŞARDAN YAZILAMAZ - DIŞARI KADERİ BELİRLEYEMEZ…”
Niyetime İlham

Dünyanın hareket halindeki en eski buzdağlarından biri yaban hayatı cenneti ile çarpışabilir
Yarasaların azalmasıyla bebek ölümlerinin ilişkili olduğu ortaya çıktı.
AB İklim İzleme Servisi: 2024 yazı kaydedilen en sıcak yaz oldu.
Akdeniz'deki yaşam yok oluşun eşiğine gelmiş.
Su üzerindeki iklim değişikliği baskısı Türkiye'yi su fakiri olmaya sürüklüyor.

Telefonlar depremi 30 saniye önce bildirdi…
Çin'den gövde gösterisi: Yarı maratonda robotlar insanlarla yarıştı…
Çin'in 10 yıllık yüksek teknoloji planı nasıl işledi?
Devrimsel Bir Teknoloji: Kaykay Şasi
Türkiye, kişisel verileri en çok sızdırılan 19.ülke

NASA'nın en kuvvetli teleskobu, evrendeki beklenmedik gelişmeyi ortaya koydu.
İncil'de sözü edilen mistik ağaç 1000 yıllık tohumla yeniden yetiştirildi.
Karıncaların 66 milyon yıldır tarım yaptığı ortaya çıktı.
Antik Mısır'daki popüler masa oyununun şaşırtıcı kökenleri ortaya çıktı.
At binmenin kökenine dair ezber bozuldu.

"Türkiye'de gazeteciler baskı ve yıldırma ile karşı karşıya"
Uluslararası Şeffaflık Örgütü tarafından 2024 yılı yolsuzluk algı endeksi açıklandı!
Türkiye OECD’de gelir eşitsizliğinin en yüksek olduğu 4. ülke
2023 yılında Türkye’de çocukların cinsel istismarı hakkında 40.000'den fazla dosya açıldı.
Çalışanların geliri son 20 yılda azaldı.

Türkiye halkı otokrasiye direniyor. Sessizlikten daha fazlasını hak ediyorlar.
Kakao Endüstrisinde Çocuk İşçiliği: Tadı Kadar Tatlı Değil
Dan O’Dowd, Tesla’nın Zehirli Kültürü, Başarısız Abartı ve BYD’nin Yükselişi Üzerine
ANALAR(IMIZ) SİZLER ÇOK YAŞAYIN
Amerika dış yardım yumuşak gücünden vazgeçiyor mu?

KURBANIM BUGÜN
KAZ DAĞI
GÜNÜN HABERİ
NE İSEN O
KILAVUZ KARGA

Mimar Sinan: Bir Dehanın Yükselişi ve Osmanlı Mimarisinin Zirvesi
İskandinav Göçleri ve Vikinglerin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Hümanizm Nedir?
Osmanlı’da kahve kültürü, Osmanlı’da kahve isimleri..
Amerika’da Ayrımcı Politikalar ve Siyahi Mücadele Tarihi


kose yazarlari En Cok Okunanlar
Son 30 günde en çok okunanlar
En Cok Okunanlar










Basa git