![]() |
|
![]() |
|
![]() |
![]() |
![]() |
Silinmeyen Renkler
![]() Babam her sabah, kalkın saat dokuz oldu diye bizi altıbuçukta uyandırırdı. Ben, Uğur ve Ziya Akdere Ortaokulu’na kayıt olmuştuk. Uğur ve Ziya ile sadece bir dönem süren heyecan, korku, eğlence dolu okul yolu serüveni başlamıştı. ![]() İstisnasız her sabah okula geç kalırdık. Her sabah erkenden çıkar, aynı saate Ziyaların kapısını çalardım. Genellikle kahvaltı ediyor olurlardı. Ziya ile çıkıp hemen yan bahçedeki Uğurların kapısını çalardık, büyük bir tuhaflık yoksa Uğurlar uyuyor olurdu. Bir telaş kalkarlar acele ile kahvaltı yaparlardı. Evde ekmek yoksa Kürt bakkala uzanıp ekmek almak da bana kalırdı. Uğur’un acele kahvaltısından sonra koştura koştura kestirmelerden yola düşer okula yetişmeye çalışırdık. Uğur ve Ziya birlikte okula gidip gelmek için çok nedenimiz vardı. İyi arkadaştık. Yol uzundu. Çok eglenceliydi. Ziya’yı dolduruşa getirip, zilleri çalıdırıp kaçmanın zevkine kapılmıştık. Okula geç de kalsak o binaların önüne gelince, Uğur ya da ben başlardık. Ziya ayıp! Bugün bari yapma! Zilleri çalma, adamlar yakalar filan. Ziya dayanamazdı. Bascaaaam lan. Onlardan mı korkacağım! Ve zillere yönelirdi. Onu dolduruşa getirmenin keyfiyle kaçıp saklanırdık. Ziya, zillere basma yeteneğini o kadar geliştirmişti ki, parmaklarını, kolunu, dirseğini panoda bulunan düğmelerin hepsine basıp aynı anda zillerin tamamını çalabiliyordu. Zillerle olan eğlencemiz ilk yarı yıl boyunca sürmüştü.Hiç yakalanmadık. Ama Akdere Ortaokulu’na bir türlü ısınamamıştım. Dayakçı öğretmenlerin ününü daha okula başlamadan abilerimizden duymuştuk. Okul müdürü Ekrem Şakül, elinde sopayla dolaşan Sinan Doğru, abilerimizi yalancı çıkarmamıştı. Sosyal Bilgiler dersimize giren Ekrem Şakül dayak atmaktan o kadar keyif alıyordu ki sınıfta tatmin olmazsa odasına çağırıp orada devam ediyordu. Ziya ve Uğur’ la okul yolu ne kadar keyifli de olsa, üstelik bir de sınıf takımı kurmuştuk, sık sık sınıf maçları yapıyorduk, ikinci dönem kaydımı okul müdürü Şakül Beyin “sene sonunda doğrudan sınıfta kalırsın” temenisiyle ablamın okuduğu 29 Ekim Orta Okulu’na yaptırdık. Orada da sınıf maçlarının başlaması uzun sürmedi. 29 Ekim Ortaokulu, Abidinpaşa’da Başkent Lisesi olarak inşaa edilmiş daha sonraları yanıbaşına yapılan yeni binaya lise taşınmış, eski bina 29 Ekim Ortaokulu olmuştu. Okulun sahaları küçüktü. Ortaokulun bayrak töreni yapılan ön bahçesinde, ortada Eyfel kulesinin kötü bir maketi gibi duran basket potalarının olduğu demir yığını vardı. Sayısız boru parçalarının yatay, dikey ve eğik olarak birleştirilmesiyle yapılmış bu basketbol potaları, futbol sahası olarak belirlediğimiz alanın içinde kalırdı. Bu potalar da, tıpkı bizim mahalledeki dut ağacı gibi tüm maçlarımızda oynar, sektirmeden her maçın sonucuna müdahale ederlerdi. Dut ağacına, basket potalarına, sahanın şekline, arazinin eğimli ya da düz olmasına, kalelerin taştan olmasına aldırmazdık. Ama formalı bir takıma karşı günlük giysilerle sahaya çıkmak maça yenik başlamak gibiydi. Ortaokul yıllarımızda, Ankara mahalle takımlarında Axaj forması moda olmaya başlamıştı. Renkler farklı olsa da şekil aynıydı. Genellikle formanın ortasında dikey olarak üçte bir oranında koyu renk bir çubuk olur, yanlar ve kollar açık renkte olur, yaka ve kol ağızları koyu renkle biterdi. Rakiplerimizden biri, turuncu mavi renkleri kullanarak Axaj formasını yaptımıştı. Onlarla oynarken, onları izlerken forma o kadar gözümüzü alırdı ki, ne sonuç ne de kimin nasıl oynadığı önemliydi. Varsa yoksa forma! Hele bir de bariz ton farklarıyla bile olsa pazardan alınmış şortları ve tozlukları varsa, moral olarak maça başlamadan çökerdik. Belleğimi yokluyorum, yaş ortalaması bizden bir kaç yaş büyük olan bu turuncu-mavili takımda bir yüz bir ad anımsamaya çalışıyorum, aklıma kimse gelmiyor ama o forma ve renkleri bugün bile gözümün önünden gitmiyor. Formalar, hepimizde aynı etkiyi yaratmış olmalı ki tıpkı ilk futbol topumuzu aldığımız gibi para toplayıp forma yaptırmaya karar verdik. Axaj forması gibi olacaktı ama kırmızı-mavi, ortası mavi gövdeninin, yanı ve kollar kırmızı. Bir örgücüye siparişleri verdik. Beklemeye koyulduk. Ne büyük bir heycandı! Daha evel kendimiz atletlerimizi boyayarak forma yapmış, futbol topu almış, sonraları bir çoğumuz Beşiktaşlı oldugumuz için Salı pazarından annelerimize siyah-beyaz çubuklu formalar aldırmıştık. Renlerini kendimizin belirlediği bu kırmızı –mavi formanın şekli kopye de olsa hepimizi daha çok heyecanlandırmıştı. Formaları alınca arkalarına numara bastırdık. Ciddi bir takım olmaya başlamıştık. Forma kimlik hatta pasaport olmuştu. Yaşımıza göre hayli uzak sayılabilecek Sincan, Aydınlıkevler, Gazi çiftliği gibi uzak semtlerde, oynadığımız maçların, keyifli yolculukların kapısını açmıştı. Başka illerden gelip Ankara’yı çevreleyen arka mahallelere yerleşmiş, şimdilerde birer merkeze dönüşen ya da artık şehrin içinde kalan Keçiören, Etlik, Dikmen,Yenimahalle, Hasköy, Aktepe’de, Balgat, Yenidoğan,Hüseyingazi’de, Mamak’da, Tuzluçayır, İmrohor, Seyranbağların’da bir çok akranımızla aynı hayalleri paylaşmıştık. Biz forma renklerini seçerken abilerimiz de beyaz kireç badanalı gecekondu duvarlarına yazacakları sloganların boyasını seçiyordu. Kahreden kahredeneydi. Duvarlar neyin kahrolduğuna karar veremiyordu. Çünkü sık sık kahrolacak ideolojilerle, kahredenlerin adları başka boyalarla değiştiriliyor, duvarların da kafası karışıyordu. Gün geçtikçe arkadaşlarımız ve formalarımız eksildi. Kimileri uzaklara gitti, kimileri yakınken uzak kaldı. Duvarlar yıkıldı. Kahredenler değişti kahrolanlar değişti. Uğur, düğün konvoyunda dolmuşun camından salladığı formasını kaptırdı. Geride belleklerimizdeki renkleri kaldı ilk formalarımızın.
YorumlarAynur GÖKKAYA
{ 02 Temmuz 2013 12:58:40 }
Yazıyı okurken çörek kokularını, geçmişin maddi fakir manevi çoook zengin günlerini hatırlarken, o mahallenen sıcaklığını bulmak çok zor diye düşünüyorum.
Diğer Sayfalar: 1.
Yorum Yazın
|
![]() ![]()
| Tüm Yazarlar |
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() ![]() |
![]() |
![]() |
|
![]() |